İlkokuldayken resim yapardım..
Sulu boya..Pastel boya…
Boya alacak param yoksa, karakalem çalışırdım..
Kara kalemin mürekkebi bitince, kırmızıkalem çalışırdım…
O resimleri hala saklıyorum…
Güzel oldukları veya bende anısı oldukları için değil,çok kötü oldukları için,kimse görmesin diye saklıyorum…
Atmaya da kıyamadım…
Atsam da farketmezdi..
Yapmışım bir kere..
Hatalar silinince yok olmuyorlar.
O yapılmışlık,kalıyor insanın içinde…
Hep insan figürleri çizerdim..
Annemin,babamın,arkadaşlarımın,öğretmenimin..Mahallemizden bana ilginç gelen tiplerin…
Ama bitürlü beceremezdim.
Oranları tutturamazdım..
Ya kafaları büyük olurdu,vücutları küçük..Ya da vücutları büyük olurdu,kafaları küçük…
Bir kolu uzun,bir kolu kısa veya kalın..Kulakların,gözlerin biri küçük,biri büyük…
Çok kızardım kendime beceremediğim için…
İçimde resme dair çok derin bir yetenek olduğunu hissediyordum ama o yeteneği birtürlü çıkaramıyordum.
Belki de fazla derindeydi…
Kendi içime inip o yeteneği çıkarmaya da korkuyordum.Çünkü,inerken ayağım kayabilir,kendi içime düşüp kaybolabilirdim..
İlkokulda resim yapmaktaki amacımın adı,en ön sırada,cam kenarında oturan Müdürün kızı “Arzu”ydu…
Sınıfın en güzel kızı Arzu’yu tavlayabilecek hiçbir çekici özelliğim yoktu…
8-9 yaşında,çilli,saçlarını bitürü istediği tarafa yatıramayan,karbonhidratla çalışan bir küçük emrah’tım..
Zekam da henüz kendisinin zeka olduğunun farkında değildi..
Zekanın olmadığı yerde,kurnazlık devreye girer..
Ben de mecburen,tabiat ananın bana yüklediği bu uygulamayı indirmekten başka çare bulamadım..
Resim beni,resimi sevdiğini bildiğim Arzu’ya kestirme yoldan ulaştıracak kurnazlığımdı…
Resimden önce müziği denemek istedim..
Bir Flüt bir de eski bir Piyano vardı okulda…
Çello mello nerdeee?
70’lerden sözediyorum…
Flüt’ü,denemeden reddettim…
Hem üfle?..Hem parmakla?…
Notalar,motalar?..
Nefes-parmak-göz-kulak-beyin koordinasyonu??..
Yemedi…..
O baya bi sigortası,özlük hakları falan olması gereken bi iş…
Piyanoya ise,baktım,baktım….
Biriki yanına gidip geldim…
Hatta bigün “Bi gideyim,oturayım bakayım başına,ne olacak?” dedim,piyanoyu koydukları depodan bozma odaya gittim,baktım,piyanonun başında başka sınıftan biri var,”Kısmet değilmiş demek ki” deyip,piyanodan da vazgeçtim…
Komşumuz keserci Salih amca’nın,Ahmet diye, üniversitede okuyan bi oğlu vardı..
Beni de severdi…
Ona gittim,müziği beceremediğimi,kendime yakın bulmadığımı falan söyledim..
Bana “Bunun için kendini suçlama.Demek ki sende müzik kulağı yok..Her insanda olmaz.Bu senin suçun değil” dedi..
“Sende müzik kulağı yok ama belki resim gözü vardır…
Bir de istersen resim yapmayı dene” dedi.
Onun itelemesi,cam kenarında oturan Arzu’nun çekelemesi ile resme yöneldim..
Ama Ahmet abi’nin “Sende müzik kulağı yok.Her insanda olmayabilir.Bu senin suçun değil” sözleri benim şiar’ım oldu..
Sonunda resimi de beceremeyince,bende resim gözü olmadığından resim yapamadığımı,bunun da benim suçum olmadığını düşünerek kendimi rahatlattım..
Bu benim başka konularda da işime yaradı..
Mesela korkak biri olduğum için kendimi suçlamadım.Çünkü bende yürek yoktu.
Her insanda olmaz ve bu onun suçu değildir..
Mesela çok cimriysen kendini suçlamamalısın.Bunun sebebi sende cömertliğin olmamasıdır.
Her insanda olmaz ve bu senin suçun değildir..
Mesela şerefsizlik yapıyorsan,sende şeref olmadığı içindir.Olsa niye yapasın?..Di mi?
Mesela,hırsızsan,çalıp çırpıyorsan bu da senin suçun değildir.Demek ki sende ahlak yokmuş ki,çalıyorsun..Olsa,niye çalasın…
Yaptığımız kötü şeylerin suçu asla bize ait değildir.
Suçlu hep başkalarıdır,başka şeylerdir.
Biz hepimiz aktan çıkmış süt kaşıklarız…
( ‘Sütten çıkmış ak kaşık’ olacak..)