AKIL TUTULMASI

Hayat bir değirmen gibidir, insanı öğütür, terbiye eder, hizaya getirir, değiştirir ve olgunlaştırır. Lakin insan bazen kötü yöne de meyledebilir. Çünkü insan yaşadığı sürece her şey ihtimal dahilindedir. Her hareket, her hadise, her vaka insana ders verir nitelikte olabildiği gibi bunun tersinin olma ihtimali de mevcuttur. İnsan bilerek veya bilmeyerek elbette ki hata yapabilir, kusur işleyebilir fakat bunlardan ders çıkararak aynı hataya ve aynı tuzağa düşmeme gücüne de sahiptir. En genel manada insan, aklı ile, kalbi ile, duyuları ile, gönlü ile öğrendikleri ile ve yaşadıkları ile hayattan ibret alır, dersler çıkarır ve gelecekteki davranışlarına buna göre yön verir. Dünya ve ahiret hayatını buna göre tanzim eder. Lakin hayatın olağan akışında bir uyku hali olmamasına rağmen bile gaflet halinin devam etmesi ne yazık ki mümkün olabilmektedir. Yaşadıklarından ders çıkarmayan ve aklını kullanamayan insanların sayısının fazla olması ne acı olan bir şeydir… Akıl tutulması ne vahim bir şeydir…

Akıl acısından en büyük zaaf, insanın insana olan istisnasız kefaletidir. Tüm hakikatler aşikar olduğu halde, bir kimse bir kimseye gidilecek yol acısından bir delil olmaksızın, doğrudan ve istisnasız bir şekilde kefil olmuş ise bir anlamda da ona teslim olmuş demektir. Bir kimse hakikatlere kulak asmadan, dünya ve ahiret hayatı için kendinde olan emanetleri kullanmadan başka birine kefil olarak, ona tam inanarak, tüm benliği ve kimliği ile biat ediyorsa bu kişi o kimseye teslim olmuş demektir. Gidilecek yol acısından, zatların ancak tavsiye edici, yol gösterici, yola ışık tutucu ve öğüt verici rolündeki seviye aşılıyorsa zatların zatlara teslimiyeti başlamış demektir. Aklın devre dışı kalması ile istisnasız kefaletle hareket ederek iki cihan hayatını tanzim etmek ucu açık tehlikeli bir yoldur. Zaten yüce Allah insanların sapkın yollara varmasını engellemek için gerekli tüm emanetleri ihsan etmiş ve insan iradesine sunmuştur. Kur’an’da insanı düşünmeye teşvik eden ayet sayısının 700 den fazla olması konunun ehemmiyetini ortaya koymaktadır.

Her insan bir ayrım olmaksızın yüce yaratana karşı sorumlu olduğuna göre ve kimsenin Hak nazarında bir muafiyeti olmadığına göre teslimiyet noktasında kimsenin kimseye teslim olması, kefil olması ve kölelik yapması elzem değildir. Bir kişi Kur’an, sünnet, akıl, kalb, duyular, bilgi, irade ve diğer emanetleri doğrudan dikkate almadan kefil olduğu zat üzerinden itikadını, inancını ve davranışlarını tesis ediyorsa vay onun haline… Bundan daha tehlikeli ve bundan daha riskli bir yol yoktur. Böylesine bir yolun sonu karanlıktır. Böylesine bir yol takip eden insanların insan olma erdemleri yok demektir. Yani bu emanetleri kullanamayanlara insan demek mümkün değildir. Mesela Kur’an akılsız davrananları imansızlarla eşdeğer tutmaktadır.

“Onlara “Diğer insanlar gibi siz de iman edin” denildiğinde, “Akılsızların inandıkları gibi biz de inanalım mı?” derler. Biline ki, asıl akılsızlar onlardır, fakat bilmezler.” (Bakara Suresi 13. Ayet)

Eğer bir zat Kur’anın hükmü ve kimliği üzerinde ve sünnet uygulamalarında; şüpheci, istismarcı, tevil edici ve tahrip edici faaliyetler içerisindeyse, kehanetlerde bulunuyorsa, sinsi misyonerlik yürütüyorsa, menfaate dayalı işler içerindeyse ve hakikat dışında mistik bir zihniyet taşıyorsa o zatın yolundan gitmek en büyük zulmettir. Gidilen bu yol yanlış bir yoldur. Bu yol, DERİN SAPLANTILI karanlık bir yoldur. Buna ancak EFSUNİ TESLİMİYET diyebiliriz. Burada Allah’a ulaşma iddiası boş bir iddiadır. Çünkü burada sadece ZATLARIN GAYELEŞMESİ vardır. Hak rızası yoktur. İster bilerek ister bilmeyerek olsun burada tam bir sapkınlık durumu söz konusudur. Yani burada KÖLE ve SAHİP ilişkisi tesis edilmiş demektir. İşte günümüzün ve zamanımızın en büyük problemlerinden biri de budur. Oysa insan için Allah’a teslim olmaktan başka bir yol yoktur. Tüm zatlar, mekanlar, araçlar, zenginlikler sadece bir araçtır, vesiledir. Asıl olan; Allah’ın rızasını gaye edinmektir. Çünkü yüce Allah bütün mevcudatın sahibidir. Kainat nizamını kuran ve işleten O’dur. Yaratan O’dur. Dirilten ve yaşatan O’dur. Mülk O’nundur. Hüküm O’nundur. O’nun başkasına ihtiyacı yoktur. Eşi ve benzeri yoktur. Tüm mahlukata rızık veren O’dur. Esirgeyen ve bağışlayan O’dur. Her şeyi kuşatan O’dur. En güzel isimler O’nundur. Teslim olunacak yegane ilah O’dur.

“Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah’a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Bakara Suresi 112. Ayet)

“Ey Rabimiz! Bizi sana teslim olanlardan eyle, soyumuzdan da sana teslim olacak bir ümmet çıkar. Bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et. Şüphesiz tövbeleri kabul eden, merhameti bol olan yalnız sensin.” (Bakara Suresi 128. Ayet)

Falcılara, kahinlere, istismarcılara, sahtekarlara, hıyanetlere bulaşanlara, inanç baronlarına, güç simsarlarına, sözde adanmışlara, yükselmişlere, heykellere bürünenlere, sapık emel taşıyanlara, batıla sığıntılık edenlere, heveslere kapılanlara, doyumsuzlara, sahte mehdilere, sahte peygamberlere, sahte dervişlere, sinsi karakter taşıyan zalim bilginlere ve sözde yüksek manalarla donatılan mahluklara bağlanan kimseler insanlık tarihinin en zavallı güruhudur. Çünkü bu hal, bir çeşit başka ilahlar edinmek gibidir. Tarihin her döneminde ve günümüzde insanın insana tapınmasını andıran örneklerin çok fazla olması tehlikenin hangi boyutlarda olduğunu ortaya koyar. Oysa gerçek teslimiyet dediğimizde, bunun en bariz örnekleri Kur’anda anlatılmakta ve tarif edilmektedir. Gerçek ve mutlak teslimiyet için ilk akla gelenlerin Hz. İsmail ve Hz. İbrahim olduğunu bilmeyen yoktur. Onlar teslimiyetin en güzel örneğini ortaya koymuşlardır. Zorlu ve ağır bir imtihan… Büyük imtihan… Mutlak teslimiyet… Gerçek teslimiyet…

Bir yanda sapkın teslimiyetle şeytana uyanlar varsa diğer yanda Hz. İbrahim gibi, Hz. İsmail gibi gerçek fedakarlık yaparak Allah’a teslim olanlar vardır. Hz. İbrahim’in kararlılığını ve fedakârlığını, Hz. İsmail’in ise teslimiyetini kendimize rehber edinirsek eğer sapkın teslimiyetlerden, sapıklıklardan, karanlık akımlardan ve sapkın mistik tuzaklardan uzak ve emin oluruz. İnsanın fıtrat olarak; cahil, zalim, kibirli, haris, hasetçi, sabırsız, aceleci, menfaatçi, nankör, cimri, aciz, zayıf olması, onun zafiyetleridir ve bu yüzden onun gaye yerine konması fıtrata aykırıdır. Akıldan ve izandan yoksun olan bu güruhun ne tahkim edilmiş imana ve ne de ilahi mutlak hakikatlere ulaşması mümkün değildir. Çünkü aklını uyuşturarak gidilen her yol ancak şeytani bir yoldur. Böylesine bir yol ancak gazap yoludur. Bu yoldan rahmet deryasına ulaşmak mümkün değildir.

Fanilik ya da ölüm, sözde tanrıları ve tanrıcılık oyunu oynayanları korkutmaktadır. Bazı zenginleri, kibirlileri, bazı
makam ve mevki sahiplerini, zalimleri, hükümranlık taslayanları, kimi mal ve mülk sahiplerini ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanları yani kendini gaye yerine koyanları korkutmaktadır. İnsanların hürriyetini ve tüm kimliğini teslim alarak sömürenleri fena halde korkutmaktadır. Dünyayı kasıp kavuranları, köleleştirenleri, egemen zihniyetlerin büyülü dünyasını temsil edenleri de korkutmaktadır. Oysa sineleri efsunlanan ve katmerli kibirle bezenen bu sapkınların korku nedir bilmemesi gerekmez mi? Tanrıcılık oyununu bozan şey bu korku mudur yoksa?

“Bilesiniz ki göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. Allah’ı bırakıp da O’na ortak koştukları sözde tanrılara tapanlar neyin peşinden gidiyorlar? Onlar yalnızca kuruntularının peşinden gidiyorlar ve sadece yalan söylüyorlar.” (Yunus Suresi 66. Ayet)

“Allah’ın izni olmadıkça hiç kimsenin inanması mümkün değildir. O, akıllarını kullanmayanları inkâr bataklığında bırakır” (Yunus Suresi 100. Ayet)

Hayatını zatların iki dudağı arasına sıkıştıranlara yazıklar olsun. Gerçek olanı, hakiki olanı, asıl ve orijinal olanı kapatan, örten, gizleyen, başka bir (yapay) şekle ve biçime dönüştürenlere yazıklar olsun. Yeni sapık ve sapkın anlayışlar peşinde koşanlara yazıklar olsun. Yalancılık, takiye, istismar, sahtekarlık, riyakarlık, sinsilik, namertlik, kalleşlik ve fırsatçılık yapanlara ve maskelere bürünenlere yazıklar olsun. İlim ve irfan ehli gibi görüntü vererek bataklıklardan insanımıza ve tüm insanlığa zehir saçanlara yazıklar olsun. Aidiyetlerini ve hürriyetlerini zatlara satanlara yazıklar olsun. Aklını, kalbini, iradesini ve gönlünü kiraya verenlere yazıklar olsun. Heva ve heveslerine yenik düşenlere yazıklar olsun. Hayatını zatların kölesi olarak kodlayanlara yazıklar olsun. Nefsini ilah edinenlere yazıklar olsun. Onurunu, haysiyetini, benliğini ve şahsiyetini zatlara teslim edenlere yazıklar olsun. Sahte mistik ve mitolojik bataklığa düşenlere yazıklar olsun. Allah’tan başkasına boyun eğenlere ve kul köle olanlara yazıklar olsun. Sapıklara ve sapkınlara meyledenlere yazıklar olsun. Derin saplantılarda yüzenlere yazıklar olsun. Yaşanan nice hadiselere ve nice badirelere rağmen hala akıl tutulması yaşayanlara yazıklar olsun…

Ali Dama

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.