ALLAH’A BORÇ NAMUS BORCU

Güneş batıp akşam olunca sabah güneşin tekrar doğup doğmayacağını düşünmeden ve de endişe etmeden kendimizi uykunun kollarına bırakıyoruz. Çünkü geçmiş milyonlarca yıllık tecrübelerle biliyoruz ki geceyi bir yorgan gibi üstümüze örten, kameri gece lambası yapıp, yıldızlarla gecemizi süslendiren Allah (c.c.),vakti geldiğinde gece perdesini üstümüzden alarak yine güneşi bir lamba gibi gökyüzüne asacak ve asıyor. Güneşin hangi saatte doğacağı ve batacağı o kadar kesin ve kati ki en âliminden en cahiline kadar hiç kimse bundan en ufak bir şüphe dahi duymuyor.  

 

Güneş lambasını ve sobasını gökyüzüne yerleştiren Allah (c.c.),bütün mahlûkatı ölümün küçük kardeşi uykunun kollarından alarak uyandırıyor. Biz uykuda ve de uyanıkken dahi vücudumuzun idaresini bizim aciz ellerimize bırakmıyor, vücudumuzun fonksiyonlarını bizim haberimiz bile olmadan devam ettiriyor.

 

Âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)dünyayı ve milyonlarca küreleri sonsuz boşluk içinde, sanki yukarıdan (uzay boşluğunda aşağı yukarı sağ sol diye bir kavram yoktur)bir iple bağlanmış gibi boşlukta tutuyor. Aynı zamanda dünyamızla birlikte bütün küreleri kendilerine tahsis edilmiş bir çizgi üzerinde 1 milim dahi sapmadan belli bir istikamette hareket ettiriyor.  Mesela, dünyamızı kendi etrafında 28 km/saniye (saatte100.800 km),güneşin etrafında ise 30 km/saniye, (saatte yaklaşık 108.000 km) hızla korkunç bir süratle döndürüyor. Dolayısıyladünya üzerindeki her şey uzay boşluğunda 108.000 km/saat hızla hareket ediyor.

 

Ancak en küçük bir hareketle dengesi bozulan çok hassas bir yapıda olan denizler bu korkunç süratli dönme hareketinden etkilenmiyor çalkalanmıyor, boşluğa savrulup saçılmıyor, dağılmıyor. Ayrıca küreler belli bir istikamette ve kendi etrafında adeta bir mevlevi gibi dönmeseydi ve sabit bir şekilde duruyor olsaydı, o takdirde dünyamız ve diğer bütün küreler keşmekeş içinde sağa sola savrulacaklar, gökyüzü allak bullak olacak ve büyük bir kıyameti koparacaklardı.

 

Hâkim olan Allah (c.c.) bu kâinatta yaşayabilmemiz için gökyüzündeki bütün küreleri kanunlarla birbirine bağlayıp dizginledi. Bu yüzden onlar ehlileşmiş vahşi hayvanlar gibi isteseler de istemeseler de kendilerine tahsis edilen yol üzerinde hareket ediyorlar ve verilen emirlere harfi harfine itaat ediyorlar ve de edecekler.

 

Rahman, Rezzak ve Vehhab (lütfu bol) olan Allah (c.c.) gökten su indirip, yerden ot bitirerek mahlûkatın ihtiyacı olan rızkını erzakını gayb hazinesinden kullarına ikram ediyor. 

 

Eğer Allah (c.c.) gökten temiz su indirmezse ve topraktan nebat çıkarmazsa hiç kimse içecek bir damla su bulamaz, toprağı yarıp bir tutam ot çıkaramaz. Allah (c.c.),bütün mahlûkatı fakir, aciz, zayıf yarattı ki hiçbir mahlûk bir diğerini kendisine mabud edinmesin ve kuvvetli olan zayıfın üstünde ilahlık iddia etmesin.

 

Gani (zengin),Kerim ve Cevvad (cömert) olan Allah (c.c.) o kadar cömert ve zengin ki hiçbir mahlûkunu aç ve muhtaç durumda bırakmıyor. Hava, su, toprak, güneş gibi, kullarının en çok ihtiyaç duyduğu hayati şeyleri kimsenin eline bırakmadan herkesin istifadesine sunuyor ki bunlarla kullarından bir kısmı bir kısmına zulmetmesin.

 

Sonsuz şefkat sahibi olan Allah (c.c.) en canavar mahlûkatının dahi sinesine şefkat hissiyatını yerleştiriyor. Böylece o canavar mahlûkat dahi şefkat hissiyatıyla zayıf biçare yavrularını her türlü tehlikeden koruyor, besliyor, bakıp büyütüyor.

 

Annelerin meme musluklarından, kan ve pislik içinden bembeyaz sütü yavruların en aciz, en ihtiyaç duydukları zamanda imdada yetiştiriyor.

 

Allah (c.c.) bizleri yokluk âleminden varlık âlemine çıkararak ceset elbisesi giydirdi. Sonra sonsuz ihtimaller içinden çekip çıkararak can verdi. Taş, toprak, ot, hayvan olarak değil insan olarak yarattı. Bize akıl, şuur, irade ve ilim verdi. Sonra eğriyi doğruyu göstermek için huzurundan kıymetli bir elçisini (sav) bize muallim olarak gönderdi ki yolumuzu şaşırıp yanlışa düşmeyelim.

 

Demek ki Rahman ve Rahim olan Allah (c.c.) bizleri çok seviyor, kıymet veriyor ki dünya zindanında ve çöllerinde bizleri tek başımıza ve çaresiz bırakmıyor.

 

Göklerde, yerde ve ikisinin arasında, yerin altında ve üstünde bulunan bütün canlı ve cansız mahlukatın vekili olan meleklere; “Adem’e secde edin”(Bakara 34)diye emrederek kainatı insanların emrine hizmetkar memur eyledi.

 

Bu sayede bulut süngeriyle muhtaçlara gökten tatlı su indiriliyor. Çekirdekleri şefkatli bir ana gibi bağrında saklayan kesif karanlık toprak, çekirdeklerin yumuşacık köklerine yol veriyor. Toprak, insanın bunca gaflet ve isyanına rağmen envaı çeşit nimetleri, bitkileri ve madenleri insanın istifadesine sunarak “Ey insan bağrımda ki bütün hazineler senin için,  gel bağrımı kaz nimetleri çıkar ve kullan” diyor. İnsan böylece toprak altından madenleri çıkarıp hamur gibi işleyip şekil veriyor medeniyetler inşa ediyor. Ağaçlar, bir nevi evlatları hükmünde olan meyvelerini adeta “Ey insanoğlu Allah’ın emriyle evlatlarımı sana veriyorum uzat ellerini ve al” diyerek bizlere ikram ediyorlar.

 

Peşin peşin verilen sonsuz nimetlere rağmen insan gaflet ve dalaletiyle Allah’a (c.c.) karşı şükretmekte tembel davranıyor, hatta nankörlükte sınır tanımayarak isyan ediyor. Buna karşılık Allah (c.c.) De ki: Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren O’dur. (yine de) Ne kadar az şükrediyorsunuz!”  (Mülk 23)buyurup ikaz ederek, ne kadar şükretsek yine de hakkını ödeyemeyeceğimiz nimetler için Allah’a (c.c.) şükredenler olmamız konusunda bizlere telkin ediyor.

 

Rahman Suresi’nde Allah (c.c.) dünyada verdiği ve ahirette vereceği onca nimeti sıralıyor ve nimetlerini inkâr ederek nankörlük edenlerin yalancı olduğunu “Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”ayetiyle ısrarla otuz bir defa belirterek, insanları ve cinleri nimetlerine mukabil kendisine şükretmesi, asilerden ve yalancılardan olmaması hususunda ikaz ve ihtar ediyor.

 

Zira insan kendisine verilen nimetlerin hiç birini kendi sermaye ve iktidarıyla elde etmedi. Bilakis onların hepsi hiç hak etmediği halde Allah’ın (c.c.) Rahmet hazinesinden kendisine peşin olarak verildi. O halde insan da kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödemekten aciz olmakla birlikte Halık’ına, Malik’ine karşı O’nun istediği şekilde borcunu ödemek konusunda gayret göstermelidir.

 

Sonuç olarak; Kâinatın canlı cansız bütün mahlukatı hep bir ağızdan hal dilleriyle tevhidi ilan edip Allah’ı (c.c.) tesbih ile zikrediyorken, insanın da akılsız, şuursuz mahlûkatın tesbih ve zikrinden geri kalmayıp semiğna ve atağna(işittik ve itaat ettik)(Bakara 286) ve “İyyake nağbudu ve iyyake nestain(yalnız sana ibadet edip, yalnız senden yardım dileriz)(Fatiha 5) demesi, Allah’ın nimetlerine karşı vazifesi ve borcu olan iman ve itaatle, şükür ve ibadetle kulluğunu yerine getirmesi en büyük vazifesidir.

 "Allah her türlü noksan ve kusurdan münezzehtir. Mutlak ilim ve hikmet sahibi, Alîm ve Hakîm olan ancak O’dur (c.c.)

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Osman Berktaş 31 Mayıs 2024 17:36

    Anne 2 eliyle, var gücüyle yavrusunu tutmaya çalışırken, çocuk annesini itip, bana karışma deyip yola atlıyor. Bu günlerdeki ahvalimiz bu gibi... "Demek ki Rahman ve Rahim olan Allah (c.c.) bizleri çok seviyor, kıymet veriyor ki dünya zindanında ve çöllerinde bizleri tek başımıza ve çaresiz bırakmıyor."

  • Ayhan İyisoy 29 Mayıs 2024 21:50

    İstifade edeni bol olsun. İlmine ve kalemine sağlık

  • H.Y.F 29 Mayıs 2024 17:25

    Kaleminize sağlık Adnan bey

  • Kadir Y. 29 Mayıs 2024 15:01

    MaşAllah. Allah kelamınızı da kaleminizi de kuvvetli eylesin. Hak ve hakikat yolunda hizmetlerinizle daim olsun inşAllah