Kâinatta görünen ve görünmeyen her ne varsa doğrudan ya da dolaylı olarak birbiriyle alakadardır. Gözümüzle görebildiğimiz bütün mahlukat, canlı ve cansız bütün her şey, bitki, hayvan ve beşer âlemi adeta bir mekik ile dokunmuş kumaş gibi birbiri içine geçmiş, biri olmadan diğeri olamayacak derecede birbirine bağlı ve de bağımlı, maddi yönleriyle olduğu kadar manevi yönleriyle de birbiriyle alakadardırlar.
Nasıl ki insanın ayak tırnağının, saçının bir teli ile irtibatı alakası varsa, ve nasıl ki bir sarayın en ücra, en kuytu köşesindeki önemsiz bir küçük tuğla taşının, sarayın en tepesinde bulunan tuğla taşıyla ve en göz alıcı süslemesi ve işlemesi ile alakası varsa, bu kâinat sarayının da en uzak köşesinde ki bir küçük sönük yıldızın yeryüzündeki bütün mahlûkatla ve özellikle de insanla alakası vardır.
“Hilkat şeceresinin (yaratılış ağacının) semeresi (meyvesi) insandır. Ve keza, hilkat-i âlemin (alemin yaratılışı) ille-i gaiyye (sebebi) hükmünde olan çekirdeği yine insandır.” (1)
Bir ağacın en nihai ve en mükemmel neticesi o ağacın meyvesidir. O meyvenin sebebi de onun çekirdeğidir. Çekirdeğin bütün özellikleri ağaçta ve ağacın dallarında yetişen meyvede mevcuttur, münderiçtir. Mesela nasıl ki küçücük bir incir çekirdeğinin kocaman incir ağacının tek tek bütün dalları, yaprakları ve meyveleri ile bağı varsa, aynı şekilde toprak, hava, su, güneş ve sair uzak yakın muhtelif bütün her şeyle de alakası vardır. Dolayısıylaincir ağacının çekirdeğinde yer alan bir küçük zerrenin de güneşle bir bağı vardır.
O zerrenin varlığını anlamlandıran ve ona önem kazandıran husus iseonun çekirdek, ağaç, dal, yaprak ve meyvenin bünyesinde yer alması ve onlarla olan nispetidir.
Aynı bunun gibi kâinat ağacının hem çekirdeği hem de meyvesi insandır. Diyebiliriz ki kainat ağacı büyük bir insan, insan ise küçük bir alemdir.
Bütün kâinata çekirdek olabilecek kadar büyük bir kabiliyete sahip olan insan, kâinatla manevi bağını koparıp bağımsızlığını ilan ettiğini ve böylece kendine bir yer edindiğini düşünerek, korkunç bir yanılgı içinde ve kaygan bir zeminde baş aşağı diplere doğru yuvarlanıp sukut eder. Bu şekilde yukarılara doğru yükseldiğini düşünüp kendi benliğini şişirerek, kâinat kadar mana yüklü olan mahiyetini adeta bütün mahlûkatın hak ve hakikate dair manalarını yutan bir karadeliğe çevirir. Aynen öyle olduğu gibi, kâinat kitabının kâtibi ile bağını koparan insan da öyle dehşetli bir vahşet, karanlık ve abesiyet içinde kalır.
“ALLAH” kelimesi içinde yer alan harflerin hangisi acaba en büyük vazifeyi ben yapıyorum ya da en anlamlı harf benim diyebilir.
Bu harflerden biri ya da bir kaçı (şuurlu olduğu farz edilse), ALLAH kelimesi içinde yer almak istemiyorum, bundan böyle ben kendi manamı ifade edeceğim diyerek asi olup kelime ile intisabını kesse, bu durumda hiçbir anlam ifade etmeyen manasız, ruhsuz adeta bir ceset gibi boş bir kalıp olarak ortada kalacaktır.
Aynı bunun gibi, aklı ve şuuru bulunan insan da kasıtlı, bilinçli, idrakli, ilimli ve sanatlı büyük bir mana ve hakikati ifade edecek surette yazılan kâinat kitabında, tekvini ayetlerin bütün harfleriyle irtibatlı bir harf gibi mana ve kıymet kazanır.
Zira tek başına hangi “A” harfinde hangi anlam yüklü acaba? İşte insan da bu “A” harfi gibidir. Eğer ALLAH kelimesindeki A harfi gibi anlam kazanıp ruh sahibi olmak istiyorsa o takdirde kâinat kitabının diğer sayfaları ve harfleriyle irtibatını kabul edip, kitabın kâtibine bağlılığını, intisabını kabul etmesi gerekir.
Ancak aklını yitirmiş, vicdanı sukut etmiş, gözüne perde inmiş, dizginini elden kaçırmış, muvazeneyi şaşırmış olan insan, kâinat kitabının ayetlerini ve katibini tanımayarak adeta kâtibini, sanatkârını, nakkaşını, sahibini itham eder derecede büyük bir küstahlık ve kendini beğenmişlikle; “ben harf olarak kimseye muhtaç değilim. Bir kâtibin yazısı, bir nakkaşın nakşı, bir sanatkârın sanatı olduğumu kabul etmiyorum. Benim bir anlam ifade etmem için diğer harflerle ittifaka ihtiyacım yok (insanı temsilen) ben nev-i şahsına münhasır bir “A” harfiyim” demiş olsa ne kadar büyük bir divanelik, ahmaklık eder.
Nasıl ki bir aynanın sırlı karanlık yüzünü güneşe çevirdiğinizde, ayna güneşin ışığı ve nurundan mahrum kalır. Aynı böyle zulmet ve karanlık, güneşe sırt çevirerek nuru reddetmekten başka bir şey değildir. Bu yüzden insan şayet benlik, sahiplik iddiasında bulunmak istiyorsa isyanı, kibri ve inatçılığı ile hiçliği, manasızlığı, karanlıkları sahiplenmeli ve bunların dışında hiçbir şeye sahip çıkmaya kalkışmamalıdır.
Renklerle gözlerimizi, gönüllerimizi hoşnut eden ve güzel kokusu ile de bizi kendisine hayran bırakan gül’ün eğer güneşe bakan yüzü olmasaydı acaba yine aynı güzelliklere sahip olabilir miydi? Elbette olamazdı, zira bütün eşya gibi gül de bir aynadır.
Büyük yaratıcı kudretin, bünyesinde yerleştirdiği renkleri yansıtma kabiliyeti ile güneşe yüzünü dönen bir gül ancak bu kadar hoş ve güzel olabilir. Şayet “benim bülbülü bile kendisine aşık edecek kadar güzel olabilmem için güneşe ihtiyacım yok, çünkü ben zaten güzelim, rengim, kokum bendendir. Güneşe ihtiyacım olmadığı gibi başka hiçbir şeye de ihtiyacım yok!” dese divanece bir iş yapmış olur. Bu durumda gül, güneş gibi kendisiyle irtibatlı bütün unsurları, (hava, su, toprak, vs.) bir nevi kendine manevi düşman ederek dolaylı olarak karşısına almış olur.
Bu kadar ahmakça bir iddiada bulunan gül, hangi divaneyi yanında müttefik olarak bulabilir? Hangi akıl, ilim, şuur, kalp, ruh ve vicdan sahibi “evet bende senin gibi düşünüyorum” diyebilir? Aklı olan, muvazeneyi elden bırakmamış şuur ve vicdan sahibi herkes elbet te diyecek ki; “ben, elime verilen aynayı güneşe tutup, ondaki renkleri yansıtmakla rengim, kokum, şeklim ile bu kadar güzel oldum. Böylece güzel bir makam sahibi oldum. Bende görünen her güzellik benden değil bilakis kendisine meylettiğim güneşe aittir” diyecektir.
Temsilde olduğu gibi, bir harf hükmünde olan her bir mahlûkat kâtibin yazdığı kitapta ifade edilen manadan hissedar olmak istiyorsa diğer harflerle irtibatı nedeniyle bir anlam kazandığını kabul etmek zorundadır. Aynı zamanda kâtibini tanıyıp, bilip onun kendisini bu kitap içinde yerleştirmek suretiyle bir anlam ve ruh kazandığını ve böylece kıymetlendiğini kabul ile boyun bükerek itaat etmesi ve kitapta kendisine yer verdiği için kâtibine teşekkür etmesi gerekir.
Böylece kâinat kadar büyük bir mana ifade edecek ve kıymeti bir iken adeta kâinat adedince birler olacaktır. En ufak ticarette bile kar ve zarar hesabını yapan insan eğer bir koyup binler almak istiyorsa elbette kâinat kitabı içinde bilinçli mahlûk olarak yerini alacak ve kâinat kitabında ki manadan ve kâtibinden hissedar olacaktır.
ALLAH kelimesiyle irtibatını kesen anlamsız “A” bir harfi gibi, Allah ile irtibatını kesen insan da inkârının neticesi olarak kâtibinin “Kulum beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim”(2) vaadiyle yüzleşecek ve dolayısıyla bir asi olarak muamele görecek.
Ya da kâtibin yazdığı ALLAH kelimesi içinde anlam kazanan bir “A” harfi misali, kâinat kitabının sahibini tanıyıp bilecek, O’na itaat edip şükür ile secde edecek ve insaniyetten nasibini alıp ona layık bir kıymet kazanacak.
Akıl sahibi olan insan acaba hangisinde karar kılmalı? Hiçbir kelimeye intisap etmeyip hiçbir mana ifade etmeyen “A” harfi gibi mi olmalı, yoksa kâinat kadar büyük bir mana ifade eden “ALLAH” kelimesine intisap edip, bütün kâinat kitabında ki her bir harften her bir kelimeden hissedar olarak bir anlam mı kazanmalı?
"Allah her türlü noksan ve kusurdan münezzehtir. Mutlak ilim ve hikmet sahibi, Alîm ve Hakîm olan ancak O’dur"
1-Risale-i Nur, Mesnevi-i Nuriye
2-Hadisi Kudsi (Buharî, Tevhid 15, Müslim, Zikr 2)
Arkadaşım, okuduğun kitapların birikimi olsa gerek, MAŞAALLAH değişik bir bakış açısıyla anlatmışsın olayı, tebrik eder, başarılarına yenilerini eklemeni temenni ederim. ALLAH CC okuyanın istifade etmesini nasip etsin.
Eline sağlık çok güzel bir konuyu kaleme almışsın kardeşim.
Eline diline sağlık üstadım.
Kalemine sağlık.Yine soluksuz bir şekilde okudum.
Çok istifade ettim Allah razı olsun
Yine döktürmüşsünüz Adnan hocam. Ağzınıza yüreğinize sağlık.
Tevhidi bu kadar açık ve net size güzel ifade etmek bir kabiliyet bir nimet olsa gerek. Çok teşekkür ederim güzel izah etmişsiniz Allah daim etsin.
Eline, diline, kalemine sağlık Adnan bey. 'İİlim, irfan, Hikmet, Bilme, Bulma,,Olma yolculuğunu çok güzel anlatmışsınız. Yazılarınızı biraz daha kısa yazarsanınız daha çok kişintarafından okunur diye düşünüyorum. Selametle...
Çok güzeldi. Geleceğin mesleği psikiyatri denmesinin sebebi bağlantıyı koparmak heralde.... Bilirsek her namaz bir bağlantıdır kendiyle, rabbiyle...
Yüreğinize ve elinize sağlık