Pendikli Aytunç Altındal hakkında merak ettiğiniz her şey

Pendik Lisesi mezunu Dr. Aytunç Altındal asıl ismi Aytun Altındal (1945 – 2013) Gazeteci, araştırmacı ve yazardır. Dinler, felsefe, ezoterik ve gizli örgütler, ve benzeri konularda birçok makale ve kitap yazdı.

Altındal’ın Yaşam öyküsü

Ailesi

Aytunç Altındal’ın babası Ahmet Cavit Altındal, Beşiktaş kulübünde futbol oynamış aynı zamanda Haysiyet Divanı Başkanlığı yapmıştır. Annesi Fatma Melahat Hanım ise ev hanımıydı. Aytunç Altındal, 4 kardeş içinde en küçük olanıdır. Annesinin ilk evliliğinden olan 4 çocuğunun yanı sıra, 2. evliliğinden de bir kız kardeşi bulunmaktadır.

Çocukları

Zeyno Altındal (kızı),A. Emine Altındal Altuğ (kızı) ve Ahmet Mustafa Altındal (oğlu)

Öğrenimi

Ailesi Melâmî meşrep Mevlevîler ile Melâmîler’den müteşekkil olan Aytunç Altındal, henüz altı yaşındayken ailesi tarafından Bâtınî-Melâmî eğilimde on yıl kadar süren bir eğitime tâbi tutuldu. İlkokulu İstanbul’da okuyan Altındal, ortaokul eğitimini 1956 yılında Diyarbakır’da tamamladı. Haydarpaşa Lisesi, Kabataş Lisesi ve Pendik Lisesi’nde eğitim aldı. Lisans eğitimini Paris Sorbonne Üniversitesi’nde aldı. İsviçre’de Zürih Üniversitesi’nde Teoloji konusunda doktora tahsili gördü.

İtikat kökenleri

Aytunç Altındal, 1832, 1834 ve 1864 göçleri neticesinde İstanbul’a yerleşen itikadını Melâmî; tarikatını ise Hurûfî-Rufâ’î olan bir Çerkes aileye mensup olduğunu açıklamıştı.

Siyasi yaşamı

Şiir dışında deneme ve inceleme türlerinde eserler verdi. 1964’ten başlayarak Haber, Akşam, Cumhuriyet, Yeni Halkçı, Ulus ve Yenigün gibi gazetelerde yazılar yazdı. Dokuz çeviri kitabı yayımlandı. Yedi kitabı ise yasaklandı. Fransa ve İsviçre’de bazı yazıları yayımlandı. Şiirleri Sanat Edebiyat, Varlık, Süreç ve Bilim-Sanat gibi dergilerde yayımlandı. Bazı şiirleri Amerika Birleşik Devletleri ve İzlanda dergilerinde de yer aldı.

Çalışmaları

Aytunç Altındal, 1973 yılında Partizan adlı şiir kitabı nedeniyle 7,5 yıl hapse mahkûm oldu ve yurt dışına kaçtı. 1975 yılında İsviçre’de Marksist yaklaşımla; Türkiye’de Kadın adlı kitabı çıkardı. 1977’de İstanbul’da Havass adında bir yayınevi kurdu. 1984 yılında da Süreç yayınlarını kurdu. 1982’ye kadar Süreç dergisini yönetti. Daha sonra 1989’da Zürih’te Modus Vivendi Yayınevi ve Sanat Galerisini yönetti. Yine 1989 yılında Rusya’da Kültür Danışmanlığı görevini yaptı. 1992’de Birleşik Krallık Edinburg’da International Academy For European and Christian Studies (Uluslararası Avrupa ve Hristiyanlık Araştırma Akademisi) kuruluşunda Project Academic Board (Akademik Proje Kurulu) üyeliğine seçildi.

Aynı yıl İngiltere’de yayınlanan Three Faces Of Jesus (Üç İsa) adlı kitabı dünya basınında geniş yankı buldu. Daha sonra 1993’te Rusça’ya çevrildi.

1993’te International Society For The Study of European Ideas (Uluslararası Avrupa Düşünce Çalışmaları Topluluğu) bilimsel kuruluna üye oldu.

Aynı yıl Avusturya’nın Graz şehrindeki Karl-Franz Üniversitesi tarafından düzenlenen European Seculer Legacy (Avrupa’nın Lâik Mirası) adlı uluslararası konferansta Oturum ve Bölüm Başkanlığı’na seçildi.

1995’te merkezi New York’ta bulunan Carnagie Council On Ethics And International Affairs (Carnagie Uluslararası İşler ve Ahlak Kurultayı) örgütüne davet edilen, ilk ve tek Türk konuşmacı oldu.

Aynı sene, New York’ta Birleşmiş Milletler bağlantılı Global Forum Of Spiritual And Parliamentary Leaders Or Human Survival’da (İnsan Yaşamından Sorumlu Ruhani ve Siyasi Liderler Küresel Forumu) uluslararası danışman üyesi oldu.

CEDS Türkiye Başkanlığı yaptı. Uğur Mumcu’nun Sakıncasız adlı eserinin yapımcılığını da üstlendi.

Zürih’te kurduğu Modus Vivendi Yayınevi’nde aslında alşimist ve okültist bir din uzmanı olduğunu söylediği ünlü fizikçi Isaac Newton’un bugüne kadar hiç bilinmeyen ve kendisinin ölümünden sonra yayınlanmasını vasiyet ettiği, Yalvaç Danyal hakkında tamamen şifreler üzerine ve İncil’deki şifrelerin çözümleri üzerine yazdığı bir kitabını da yayınladı.

Altındal, ayrıca Isaac Newton’un 1733 yılında Eski Latince dilinde yazmış olduğu ve sadece 50 adet orijinali mevcut olan Observations Prophecies of Daniel and Apocalypse of St. John (Aziz John’un Daniel’in Gözlemlediği Kehanetler ve Kıyamet) adlı kehanetler üzerine yazdığı, içinde İbranice, Latince ve Eski İngilizce bölümler bulunan kitabını Türkçeye tercüme etti.

Aytunç Altındal ve Keltler

Aytunç Altındal, Avrupa’da Roma İmparatorluğu’na son veren Keltler’le ilgili önemli çalışmalar yaptı. Anadolu’da da uzun süre yaşayan Kelt kavimlerinin olduğunu bilmemize rağmen, Keltler’in Türkiye’ye karşı ilgilerinin hâlâ var olduğunu Altındal’ın araştırmalarından öğrenmekteyiz.

Kelt rahipleri olan Druidler’in ayinler sırasında kullandığı kutsal ağaç dalı (Golden-Bough) Aytunç Altındal’ın soyadının kaynağı idi.

Kitapları

Marksist Yaklaşımla Türkiye’de Kadın,  Kutsal Kitabın Yorumu Sir Isaac Newton, Bir Türk Casusunun Mektupları, Türkiye’de ve Dünyada Casuslar, Gül ve Haç Kardeşliği: Avrupa Birliği’nin Gizli Masonik Kimliği,

Tanrı Neden Fikir Değiştirdi?,Üç İsa, Devlet ve Kimlik, Türkiye ve Ortodokslar, Bilinmeyen Hitler,

Türk İmparatorluğu’nun Yıkılışına Dair Kehanetler Kitabı, Lâiklik, Niçin Eşit İşe Eşit Ücret Değil?, Siyasal Kültür ve Yöntem, Türkiye ve Kadın, Dünün Belgeleri Yarının Tarihi, Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri

Yoksul Tanrı Tyanalı Apollonius, Vatikan ve Papa’nın Gizli Türkiye Senaryosu, Observations Prophecies of Daniel and Apocalypse of St. John (Isaac Newton’un Kehanetler Kitabı tercümesi),Kültür Savaşları Serisi

Ölümü

Aytunç Altındal’ın Polonyum 213 zehirlemesi yoluyla öldürüldüğü iddia edilmektedir ancak ölümünün ardından bir bu konuda net bir araştırma yapılmamıştır. 18 Kasım 2013 yılında İstanbul’da hayata veda etti. 19 Kasım 2013 günü Üsküdar-Karaca Ahmet- Şakirin Camii’nde düzenlenen cenaze töreninin ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Aytunç Altındal’ın ölümü ile ilgili şok iddia

Aytunç Altındal’ın kızı Yonca Bayrak, babasının ölümüyle ilgili şok bir iddiayı dile getirdi.

Hayata gözlerini yuman araştırmacı yazar Aytunç Altındal’ın kızı Yonca Bayrak babasının ölümün şüpheli olduğunu savunarak zehirlenme şüphesiyle resmi mercilere suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.

Altunç Altındal’ın ölüm haberi akıllara Mayıs 2013 tarihinde verdiği söyleşiyi getirdi. Altundal, esrarengiz hastalığıyla ilgili ‘CIA mı zehirledi’ kuşkusu taşıyordu. Daha önce de istihbarat örgütleri tarafından 2 kez öldürülmek istendiğini açıklayan Altındal, İsviçre’deki Alp Dağları’nın eteklerindeki bir evde kalıyordu.

Aytunç Altındal’ın kızı Yonca Bayrak’ın, OGÜNhaber’e yaptığı değerlendirmeler şöyle:

“Babam başka rahatsızlıkları nedeniyle bir süredir İsviçre’de tedavi görüyordu. Biliyorsunuz bir böbreği yoktu ve ayrıca sinirlerindeki problem yüzünden ağız kaslarında rahatsızlığı vardı. Yapılan kontrol ve biyopsilerde bu zaman kadar hastalıkların dışında herhangi bir kanser şüphesi veya tanısı yoktu. Ancak bir ay önce aniden Akciğer kanseri olduğu anlaşıldı. Kanser  15 gün içinde 4.evreye geçti ve kendisi vefat etti. Doktorları da aynı şekilde bu ani ölümü ve kanseri şüpheli buluyorlar.

İnsanlar nasıl yaşarlarsa o şekilde ölürler. Babam da araştırmaları, kitapları ve yazıları ile dünyanın tüm güç dengelerini elinde tutan gizli güçler hakkındaki bilgileri derleyip toparlayan, olaylar arasındaki bağları çabuk kavrayıp, çözen bir kişiydi. Bu durumun söz konusu çevrelerde büyük rahatsızlık yaratmış olduğunu zaten biliyorduk. Dünyada benzer şekilde bu odakları rahatsız etmiş kimi yazar, araştırmacı veya siyasetçilerin akıbetinin aynı şekilde olmasının tesadüf olacağını zannetmiyoruz. O yüzden babamın bu ani ölümü ile ilgili zehirlenme şüphesi ile hukuki haklarımızı kullanacak girişimleri bugünden başlatıyoruz. Bu şüpheli ölüm için resmi mercilere suç duyurusunda bulunacağız. Konunun araştırılmasını istiyoruz.

Aytunç Altındal araştırmacı kişiliği yanında aynı zamanda çok dindar bir kişiydi. İslami olarak bu tür gizli ilim ve bilgilere sahip olan kişi anlamına gelen ‘Havasül Havas’ sıfatına sahip biriydi. Ben kızı ve öğrencisi olarak diğer öğrencileri ile birlikte hocamızın açtığı bu yolda yürüyerek adına yaraşır şekilde onu temsil etmek için elimizden geleni yapacağız.”

Yeni Şafak gazetesinde 2011 yılında  yayımlanan; Aytunç Altındal ile yapılan röportajı aktarıyoruz:

“Bildiklerim benimle toprak olacak”

Vatikan ve Papa denilince ilk akla gelen isimdir Aytunç Altındal. Türkiye’deki en iyi Hıristiyanlık teologlarından olan Altındal, çalışmaları nedeniyle kendisinin Hristiyan olduğunu düşünenlerin olduğunu söylüyor. Fakat o Hıristiyan değil Müslüman.  30’a yakın kitabı 400’den fazla makalesi bulunan Altundal, 28 Şubat döneminde haksızlıklara karşı dik duruşuyla akıllarda yer eden isimlerden biriydi.

Hıristiyan Teoloğusunuz. Birçok tez ortaya attınız ve bu Hıristiyan dünyasında da kabul gördü. Böyle biri olmak için nasıl bir eğitimden geçtiniz?

Özel eğitim aldım.

Ne kadar özel?

Çok özel. Ailem Melami Rufa-i geleneğine bağlı. Kafkasya’nın en eski ailelerinden biri. Adapazarı’nda büyük arazilerimiz vardı. O gelenek çerçevesinde erkek çocuklardan birinde bazı özellikler varsa 6 yaşından sonra özel eğitim alır. Ağabeyim yırttı ben kaldım.

Sizin ne özelliğiniz var?

Doğuştan belli özellikleriniz oluyor. Mesela annemin bana hamileyken bazı rüyalar görmesi bunlardan biridir.

Nasıl rüyalar?

Bunları paylaşamam. Ama bir tek şeyi paylaşabilirim. Kafkas’ta özel doğan çocukların vücuduna belli işaretler konur. Benim sağ ayağımın üzerinde üçgen bir dağlama vardır.

Bu eğitimlerin içeriği neydi?

Mesela bir yıl hiç konuşmadım, beş yıl annem ile babamdan ayrı yaşadım onları hiç görmedim. 11 yaşımdan sonra beni Diyarbakır’a gönderdiler. Tek başıma Diyarbakır’da yaşadım. 16 yaşıma kadar yine bir beş sene hiç İstanbul görmeden adadaki bir köşkte kaldım.

Bunların hiç biri sizin tercihinizle olmadı…

Hayır. Benim yolumu başkaları çizdi.

Bu eğitim kaç yaşınıza kadar sürdü?

18 yaşıma kadar.

Katı yasakları var mıydı?

Tabii. Mesela evlenmem yasaktı. Üstelik yabancı biriyle hiç evlenmemem gerekiyordu. Dinlemedim ve yabancı bir hanımla evlendim. Fakat iki buçuk yıl uğraştım. Polis evlendirmiyordu beni.

Yapı Kredi Bankası’nın yazarlar sözlüğündeki CV’nizde “Aytunç Altındal Türkiye’de ezoterizmi öğretmekle yükümlü kılınmıştır” yazıyor.

Evet, bakın 1975 yılında Havass Yayınları’nı kurdum. Havas’ın ne olduğunu bile bilmiyorlardı. İstesem proletaryanın sol yumruğu, sol parmağı örgütünü de kurardım, dergisini de çıkarırdım. Ama öyle yapmadım.

Neden?

Havass Yayınları’nı kurduktan sonra orada yüze yakın kitap çıkardım. Süreç Dergisi’nde olayların ezoterik yanını aldım. 1980 yılında Havass Yayınları’ndan çıkardığım Süreç Dergisi’nin ilk sayısının kapağında “20 yıl sonra yeniden Sevr karşımıza çıkacak” yazıyordu. Öngörülerim doğru çıktı. 2000 yılından beri başımızda bu dert var. Her aydının bir misyonu olması gerekir.

Misyon olarak ne yapmak istediniz, istediğinizi yapabildiniz mi peki?

Ben yapılması gerekenleri anlattım, dilim döndüğünce savundum. İslam dünyasındaki Türkiye’deki İslamiyet’i ben gündeme getirdim. Laiklik konusunda raporları yazıp Erbakan’a ben verdim. Onunla beraber dolaştım.

Başka hangi siyasetçiyle bağınız oldu?

Bir tek Erbakan. Ama Demirel’i de Mesut Yılmaz’ı da tanırım.

Neden Erbakan?

Çünkü çok mühim bir adamdı. Dünyadaki bütün İslami hareketler Erbakan’a kadar bir hocaefendi veya dini bir şahsiyet tarafından başlatılırdı. “Kalkın Müslümanlar” denirdi, Müslümanlar ayağa kalkar, Amerika, Fransa hocaefendiyi öldürdü mü iş biterdi. İlk defa bir Prof. yurt dışında eğitim görmüş, iki dili ana dili gibi bilen teknik eğitim görmüş biriydi. Alman teknik üniversitelerinde ders vermiş bir bilim adamı. Bütün dünyada Erbakan’a karşı öfkenin oluşmasının sebebi de buydu. Erbakan bir hoca değil de şeyhin biri olsaydı o kadar önemsemezlerdi.

Ortaya koyduğunuz tezler kimsenin kolayca ulaşamadığı belgeler. Bunları yapabilmek için insan neye ihtiyaç duyar?

Özel bilgilere.

Bu bilgileri nasıl elde ediyorsunuz?

Maharet ister. Kopya çekmek bile maharettir. Yol ve yöntem bileceksin. Bunu da öğretmiyorlar kimseye. Türkler Avrupa’nın tarihinde var ama kültüründe yoklar. Avrupa kültürünü de sana öğretmiyor bilerek. Öğretmesi gerekeni öğretiyor fakat dini öğretmiyor. İlk defa bunu ben yıktım. 1993 yılında Milliyet Gazetesi “Hıristiyanlar Hıristiyanlığı bir Türk’ten öğrenecek” diye yazdı. O olaydan sonra başıma gelmedik kalmadı o ayrı.

Önemli bilgilerin doğruluğundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?

Üç defa kontrol edilmesi gerekiyor. Bir arşivci gibi çalışıyorum.

Tehlikeler karşısında ne yaparsınız?

İki defa suikast yapıldı. Bir kere de geçen yıl burada PKK’nın iki suikastçisi yakalandı. Abdullah Gül ve başbakan bana altı tane koruma verdi. Fakat ben istemedim.

Neden?

Suikastçılardan biri evli ve çocuklu olsa. Ateş esnasında ben yaralansam o ölse çocuğu karısı ortada kalır. Bunun vebalini almak istemedim. Koruma istemediğimi söyledim. “Olmaz başbakanın emri” dediler. Ben de yazılı olarak bildirdim. Ben kendi kendimi koruyamıyorsam zaten koruyamıyorum demektir.

Kendi kendinizi nasıl koruyorsunuz?

Kendinizi korumanızın yollarından biri tehdidin nereden geldiğini tespit etmek, fakat öncelikle kendinize güvenmek ve tevekkül etmektir.

Tek misiniz?

Evet, zaten tek olmasanız götürürler adamı.

Siz bu kadar bilgi sayesinde birçok örgütten teklif almışsınızdır. Herhangi bir örgütle bağlantınız oldu mu?

Çok aldım ama kabul etmedim. Babamın kulübü olan Beşiktaş’a bile üye değilim. Öyle olmazsanız benim gibi olamazsınız. Ben bağımsızım.

Hala bilgilere nasıl ulaştığınızı söylemediniz…

Kaynaklara ulaşabilmeniz için öncellikle kaynakların olup olmadığını bilmeniz gerekir. Olduğu yeri bulup oraya yoğunlaşacaksın. Mesela ben 1970’li yıllarda Sovyetler Birliği’nden Almanya’nın Türklere yolladığı gizli telgrafları ele geçirdim. Hem TBMM hem de Genelkurmay’ın arşivinde duruyor. Türkiye’ye nasıl Alman üçkâğıtçılığı yapılıyor. Çok önemli bilgilerdi fakat ben kendimi anlatmayı sevmiyorum.

Bilgi para kazandıran bir şey midir?

Bazıları için bilgisizlik büyük para kazandırır. Elimdeki en kritik bilgiler dahi paraya tahayyül edilemez. Edilirse bile ben kabul etmem. O zaman ben olmam.

Elinizdeki bilgileri ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Vasiyetim var. Bu vasiyet Abdurrahman Dilipak’tadır. Ben öldüğüm zaman kimsesizler mezarlığına gömülmek istiyorum. Cenazede alkış falan istemiyorum. Yani bilgilerin bazıları benimle toprak olacak.

NATO askere ilk kurşunu sıkma izni vermiyor ama polis istediği gibi mücadele edebilir

Uluslararası arenada terörün bir tanımı var mı?

BM’de yaklaşık 27 tane karar var. BM tarafından kabul edilen bir terör tanımı yok. Dolayısıyla A ülkesi için terör veya terörist olarak nitelendirilen olay B ülkesi için terörizm olarak görülmüyor.

BM kararlarının içinde 1570 sayılı karar bulunuyor. Maddede “Cihadist İslami teröre karşı mücadele edilmek zorundadır” diyor.

Bu ne demektir?

Aklımıza sadece İslami terör gelmesi için konmuş bir karardır. Bu da BM kararıdır, ama maalesef Türkiye’de bilinmiyor. Bu kararda ülkelerin egemenlik hakları vardır. Bir ülke egemen statüsünde olmak istiyorsa egemenlik sorumluluk demektir.

Neye karşı sorumluluk?

Uluslararası hukuk kapsamında egemenliğin devlete bir sorumluluk yüklediğini söylüyor. Bu sizin “Ben egemen bir ülkeyim” demenizle olmuyor. Devletin bir sorumluluğu var, bu sorumluluk İslami teröre karşı mücadele etmek, yardım ve yataklık edenleri bulmak, gözaltına almak, yargılamak, mali kaynakları bulup ortaya çıkartmak, silahlı mücadeleye silahla cevap vermek. Bu maddeleri yerine getirmediğin taktirde sen sorumluğunu yerine getirmemişsindir.

Maddede “İslami teröre karşı mücadele” diyor fakat biz bu sorumluluğu PKK’ya karşı yükleyemez miyiz? İslami cihadist olmayan, terör yapamaz mı? İşte onu açık bırakmış BM. Bugünkü hükümet bu konunun üzerine giderse BM’den bir rezülüsyon çıkartabilir.

Türkiye’nin bu kararı çıkartmada eli kolu bağlı mı?

Hayır değil. Fakat haberleri yok.

Eğer bu karar değiştirilirse ne olur?

Askeri güçlerin terörle mücadelesi başka boyuta taşınır. Terörle mücadele içinde yer alan olaylarda askerin eli kolu bağlıdır. Askerin mücadele haline girebilmesinin şartları vardır. Örneğin asker teröristi tuzağa düşüremez. Yasaktır. Yani asker, önce teröristleri uyarıp “Teslim ol” der. İlk ateşi senin açman da yasaktır. Sen orada armut gibi duruyorsun mecburen bekliyorsun. Her harekâtta NATO’nun gözlemcileri vardır.

Bu evrensel bir uygulama mı?

Hayır, NATO üyesi olduğumuz için böyle. Teröristi pusuya düşüremiyorsun. Uyarı yaptın ve “teslim olun” dedin karşı taraf ateş etmedi ama cevap da vermedi. Beklemek zorundasın. Gece olup kaçarlarsa elin kolun boş geri dönmek zorundasın. Takip de edemiyorsun. Şimdi bu şartlar altında terörle mücadele etmenin kolay olduğunu kim söyleyebilir?  Fakat işin ilginç tarafı bu kural sadece TSK’nın terör ile yaptığı mücadele içinde geçerli. Bu kurallar polis için geçerli değildir.

Nasıl yani?

Polis teröristi alnının ortasından vurabilir. Askerin silahı doğrultması bile yasaktır.

Polisi bağımsız kılan şey ne?

NATO. Asker NATO’ya tabi, fakat polis değildir.

Askerin gücüne kısıtlama getiriyor…

Evet.  Aynı kuralı başka bir ülke için uygulamayabilir. Bunu sadece Türkiye’ye uyguluyorlar.

Neden?

Çünkü Türkiye’nin bölünmesini istiyorlar.

“Siz bu kafayla giderseniz daha çok ölen olur” dendi bazı gazetelerde…

Bunlar palavra. O kadar kolaysa sen gel düzelt o zaman. Bakın bu durumdan bütün hükümetler sorumludur. Türkiye’de Kürt sorunu var mı bunu anlamak gerekiyor.

Sizce Kürt sorunu var mı?

Türkiye’de Kürt sorunu yoktur fakat ‘dış destekli’ terör sorunu vardır. Türkiye’nin kendi bünyesinden çıkmış bir terör sorunu da yoktur.

Siyaset olarak mı var?

Siyasetin içine özellikle konulmuştur. Sosyolojik, tarihsel ve ekonomik açıdan böyle bir sorun yoktur.

Ne yapmalı?

Bugün devletin yapabileceği çok mühim bir iş var. Elinde çok güzel bir koz var. Egemenlik kozu. Eğer egemenlik sorumluluk ise bu terör eğer dış destekliyse ben polise verilmiş olan yetkilerin tamamını da kullanabilirim. Çünkü ben içeride kendi halkıma karşı silahlı bir mücadele yapmıyorum, dış güce karşı yapıyorum. Bu da NATO’nun 6. maddesi kapsamına giriyor.

NATO’nun 6. Maddesinde ne diyor?

Bir NATO ülkesine dış destekli veya dışarıdan bir silahlı saldırıya uğruyorsa bütün NATO ülkelerinin bu silahlı saldırıya karşı çıkması gerekir. Eğer bu silahlı saldırı ülkenin kendi kapasitesiyle önleyebileceği bir silahlı saldırıysa o ülke kendisi bu görevi yerine getirir. NATO’nun 6. Maddesini hükümetin çalıştırması lazımdır. Bu devletin vazifesidir. BM terörün dış destekli olduğunu kabul ediyor. “PKK bir terör örgütüdür” diyor. Otuz yılda 48 bin kişi ölmüş bu ülkede.

İdam geri gelmeli mi?

Ben şahsım adına devletin ceza kesmesine karşıyım. Ancak toplumun isteği bugün Abdullah Öcalan’ın idam edilmesi yönünde. Bunu isteyen milyonlarca insan var.

NATO ne kadar etkin?

Türkiye’de askeri darbeler dâhil NATO’nun isteği ile olmuştu. O yüzden sadece AK Parti değil, herhangi bir hükümetin kalkıp da meydan okuması kolay değil.

PKK biter mi?

Bu daha otuz sene devam eder. Çünkü PKK, silahları bıraksa bile Almanya, Fransa, Belçika, İsrail ve Amerika PKK’yı kapatır ama başka bir örgüt kurar ve terörü devam ettirirler.

Neden?

Filistin İsrail sorunu bitti. Terör çok büyük bir rant olayı. Terörden ekmek yiyen, haksız kazanç sağlayan yüz binlerce insan var. Bunca insan, eroin kaçakçılığını yaparak çok büyük bir rant sağlıyorlar. Ortadoğu’yu düşünün. Filistin İsrail meselesi bitti. Çünkü adam ölmeyince para da yok. Onlar için yeni bir problem lazım.

Neden?

İsrail’in güvenliği için. İsrail koskoca İslam denizi okyanusunun içinde bir ada gibi duruyor. O yanında Kürt Devleti gibi bir destek arıyor. Onun için Kürtleri kullanacaklar.

Topluma nasıl bir görev düşüyor?

Topluma düşen görevi ne olacağının tasarımını yaptıktan sonra söyleyebiliriz. Toplumlar devletine, hükümetine, medyasına bakar. “Birileri bize bir şey söylesin biz de ona göre davranalım” diye bakar. Bir tasarım yoksa ya da var olan tasarım yürümemişse yeni bir tasarım yapıp o tasarımla beraber halktan da biz sizden şunları istiyoruz denir. Çünkü vatandaş olmak bir hak ise görevler de vardır. Vatandaş olmayı gerektiren mecburi görevler var. Bugüne kadar sakin olup problem çıkarmamamız söylendi bizlere. Zaten otuz yıldır sineye çekiyor herkes. Bundan sonra aynı şekilde yürümez.

Her açıdan çok yıprandım

Bu sorumluluğu taşımak çok ağır değil mi?

Yaşamak da katlanmak da çok zor. Fiziksel ve ruhsal açıdan çok yıpratıcıdır. İki evliliğimde de başarılı olamadım. İki eşimi de üzdüm.

Gizemlilikten dolayı mı?

Evet, maalesef. Ailemin güvenliğini sağlamak için de kimseye hiçbir şey söylemiyordum.

Ailenizin evlenmenizi istememesinin nedeni de bu mu?

Evet. Çocuklarımı göremedim bile. Hanımım bir akşam yanıma geldi. Ben de o sıra yurtdışına kaçmak üzereydim. Oturduk yemek yiyecektik. Bana “sana bir şey söyleyeceğim” dedi. Ben de “biliyorum hamilesin bir kızın olacak, adını Emine koy ama ben bu gece Bulgaristan’a gideceğim” dedim. İki aylık hamileydi, çocuk doğdu, kız oldu, adını Emine koydu. Doğduktan dokuz ay sonra Paris’te ilk defa kızımı gördüm.

Bütün bu acılara rağmen nasıl oldu da bu hayatı kabul ettiniz?

Bu senin seçimin değil, bir yola girmişsin.

Reddetme hakkınız vardı. Sonuçta aileniz evlenmenizi yasaklamasına rağmen evlendiniz. Neden karşı çıkmadınız?

Sorumluluk duyuyordum. Sana zaten verilmiş bu özellik. Bu yüzden sen kendine ihanet halinde olmazsın.

Peki, bırakma noktasına geldiniz mi?

Geldim. Çekoslavakya’daydım. Orada kendimden kaçarken kendimi yakaladım ve “Sen bununla doğdun başka çıkar yolun yok” dedim.

“Benim hayatım başkaları için tanzim edilmiş” diyor musunuz?

Daha da fenası, bunun bir değeri de yok bugün için. Belki otuz sene sonra değeri olacak ama bugün yok.

 

 

Kaynak: Sabah, Sözcü, Yeni Şafak, Vikiped, i dünyabizim.com, turkedebiyatcilar.net, bahadirfyildirim.com, biyografi.net, Pendik Lisesi Facebook

Hazırlayan: Elif Kırnak

 


13.10.2021 11:55:45