İki gün önce büyük taarruzun yıl dönümünü, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutladık. Tüm yurtta resmi törenler yapıldı, İstiklal marşı okundu, saygı duruşları yapıldı, bu önemli zafer gününün gecesinde de çeşitli konserler ve eğlenceler yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan; Anıtkabir’i ziyaret etti ve Anıtkabir özel defterine “emanetin emin ellerde” diye yazdı. Aynı gün Cumhurbaşkanının kerameti kendinden menkul iletişim danışmanı sosyal medya hesabımdan Zafer Bayramı’nı kutladığı görselde kullandığı resimden Atatürk’ü çıkarmak suretiyle paylaşım yaptı. Resmin orijinalinde hakim bir tepeden dürbünle cepheyi izleyim savaşı komuta eden Başkumandanın resmi varken, paylaşılan resimde o bölümün özellikle kırpıldığı anlaşılıyor.
Bunu bir işgüzarlık ya da bir devlet memurunun halt etmesi olarak görüp, üzerinde durmazsak, bu topraklarda 70 seneden beri işlenen Cumhuriyet düşmanlığını göz ardı etmiş oluruz.
Yakın tarihe dair yazılan kitaplarda (notlarını İngiliz ajandalarından alan siyasal İslamcı tarihçiler hariç) Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ülkenin küllerinden doğuşundaki payının ne denli büyük olduğunu okumuşsunuzdur. Ama Atatürk ve diğer paşalar Osmanlının son döneminde de vatan için çok değerli hizmetleri olmuştur. Çanakkale’de, Trablusgarp’ta, Balkan Savaşların ’da çok büyük Askeri başarılar elde etmişlerdir. Kurtuluş savaşı başladığında her birinin en az 10 yıllık savaş tecrübesi olan, belki de dönemin ordularındaki en genç Paşa’lar onlardı. Sevr antlaşmasıyla ülke dört koldan işgal edilmiş, millet 10 yıldan fazla süren savaşlardan dolayı yoksul ve çaresizken, yeniden kurtuluş meşalesi yakmak, halkı bu düşünceye ölesiye inandırmak başarı değil midir?
Gelelim büyük taarruza. 1920 Temmuz ayının ortalarında 96 bin kişilik Türk Ordusuna karşı 140 bin kişilik Yunan Ordusu taarruza geçmiş ve 8 gün süren çetin çarpışmalar sonucunda Türk ordusu geri çekilmek zorunda kalmıştı. Sakarya nehrinin güney kıyısında savunma pozisyonu alıp mevzilenen ordu, hem yaralarını sarıyor hem de Ankara yönünü güvene alıyordu.
Bu çatışma, hem ülkede hem TBMM’de büyük hayal kırıklığı yaratmıştı. Kaybedilen toprakların hesabı sorulurken diğer yandan da ordunun Yunan ordusu karşısında vatan savunmasını başaramayacağı iddia ediliyordu. Bu şartlar altında Mustafa Kemal meclisten Başkumandanlık yetkisi aldı ve Ordunun başına geçti.
Bu dönemde Mustafa Kemal Paşa’nın mecliste yaptığı şu tarihe geçen sözler Kurtuluş Savaşı’nın da dönüm noktası olmuştur. “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz.”
Yunan ordusu, tüfek, piyade, araç ve uçak bakımından bizden oldukça güçlüydü. Bizimse toplarımız ve atlı askerlerimiz fazlaydı. Türk ordusunu kuşatabilmek için sürekli cephesini genişleten yunan ordusunun en zayıf yanı olan Güney kanadına, en güçlü olan tarafımızla süvarilerimizle hücuma geçtik, 22 Ağustos sabahı ve 22 gün süren savaş sonunda ülkeyi işgalden kurtardık.
Büyük Taarruz öncesi, genç ama savaş tecrübesi yüksek paşaların olduğu karargâhta Başkumandanın önüne birçok savaş senaryosu getirilmişti. Ama o orduyu zafere taşıyan bu planı benimsedi ve tatbik etti.
Son dönemlerde okuduğum ve (tekraren söylemek istiyorum) notlarını İngiliz ajandalarından almayan, C. Özakıncı, İ. Ortaylı, S. Meydan gibi önemli tarihçilerin hem fikir olduğu bir konu var ki o da Mustafa Kemal Atatürk dahi bir komutandı ve büyük bir liderdi. Halkı kurtuluşa inandırdı, parçalanmış imparatorluğun yerine modern güçlü Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu.
O büyük dehanın kurduğu devlette memurluk yapıp, onun kazandığı zaferi kutlarken onu yok saymaya çalışmak akılla izah edilemez. Sarayın kadrolu iletişim başkanına merhum Milliyetçi şair Ozan Arif’in bir dörtlüğüyle hitap etmek isterim.
Madem ki, fikrine basılır dendi,
Arif’te basacak sabrı tükendi,
Gidişiniz gidiş değil Efendi,
Bu yolun sağlıklı sonu olamaz…
SMMM DENİZ AYDEMİR