1950 yılında Kore Savaşında görev alan Astsubay Süleyman Dilbirliği savaş alanında ailesini kaybetmiş, cesetlerin arasında nereye gideceğini bilmeyen 5 yaşındaki Koreli bir kız çocuğu bulur. Süleyman Astsubay kızı yanına alır. Sıra 5 yaşındaki küçük kıza isim vermeye gelince Süleyman Astsubay, ‘Ay gibi yüzü var, zaten ay ışığında bulduk.’ Diyerek Ayla ismini verir. Birliğin neşesi haline gelen Ayla ile Süleyman Dilbirliği kendi aralarında bir bağ kurmayı başarırlar. Ve kısa sürede Baba-Kız gibi olurlar. Fakat 15 ay sonunda birliğin Ana Vatana geri dönme kararı çıkar. Ayla’yı bırakmak istemeyen Süleyman Astsubay her yolu denese de Kore kanunlarını aşamaz. Küçük kızı yanında götürmeyi başaramayan Süleyman astsubay ve yetimhaneye verilecek olan Ayla, son vedalarında bir gün tekrar bir araya gelmek için birbirlerine söz verirler.
Dram – Savaş
Hikayede bolca hümanist yaklaşım bulunmaktadır. Tarih boyunca savaşlar insanların birbirleriyle etkileşim şekilleri arasında büyük roller üstlenmişlerdir. Savaşa sadece insan öldürmek ve anlaşmazlık olarak bakılmadığı zaman aslında bir kültür etkileşiminin mevcut olduğu ve toplumlar arası kültür geçişlerinin savaş yoluyla olduğu söylenebilmektedir. Savaş filmi olmasına rağmen tüm senaryo neredeyse Süleyman ve Ayla üzerine kurulu.
Türkçe bilmeyen Koreli bir kızın, Türk karargahında yaşayarak Süleyman’ı babası olarak görmesi ve Türk dilini öğrenmesi bahsettiğim kültürel etkileşimin bir ürünü olarak gösterilebilir. İki farklı dili konuşan insanın dil üzerinden değil de yaşanmışlıklar üzerinden kurduğu Baba-Kız ilişkisi kesinlikle düşünülmesi gereken bir noktadır. Savaşın kültürel etkileşimi burada bitmemekle beraber, savaştan yıllar sonra bu ikiliyi birbirine kavuşturmayı hedefleyen araştırmacıların projesiyle beraber devam da etmektedir. Ayla ile Süleyman arasında kurulan bağın bir baba-kız ilişkisi haline dönmesi filmin ana temasını bizlere gösterir haliyle.
Filmin sonunda ise zaten Süleyman’ın ve Ayla’nın yıllardır tükenmeyen sabırları nihayet güzel bir sona varmaktadır. Filmin ana fikrine değinecek olursam eğer ‘Savaşlar olmasın, çocuklar ağlamasın’
Filmde bulunan pek çok ikili karşıtlık vardır.
Yaşam/Ölüm Güney/Kuzey Yerli/Yabancı Biz/Öteki Güvenli/Tehlikeli Haklı/Haksız Barış/Savaş Sevgi/Nefret Dürüst/Yalancı Dost/Düşman Sağ/Sol Doğu/Batı Çocuk/Yetişkin Kadın/Erkek Zayıf/Güçlü
Masum bir çocuğa gönül kapılarını açan, merhametli, şefkatli, insancıl Türk askerinin hikayesidir Ayla, 1950-1953 yılları arası Türkler için de Koreliler için de çok zor yıllardır. Çünkü Koreliler savaşın içinde, Türkiye’den giden 15 bin asker ise adeta yangının içindedir. Bu film 1950 ile 1953 yılları arasındaki Kore savaşını ve de Türkiye sosyal yapısının kesitini sunması adına güzel bir dönem filmi olarak değerlendirilebilir. Film milli değerleri, insan sevgisini, kutsal bilinen değerleri ve uğruna mücadele edilecek değerleri göstermesi adına milliyetçi film olarak da kabul edilebilir. Kendine güven, emanete sahip çıkma, sevgi, zorda olana yardım etme, merhamet, karşılıksız iyilik, Türk insanının mayasında vardır. Savaşın yıkıcı yüzünü göstererek başlar film. Çaresizlik, yıkım, patlayan bombalar, havada uçuşan insanlar, nereye kaçtığını bilmeyen çaresiz insanlar. Bir sonraki sahnede İskenderun sokakları görülür. Daracık küçük parke taşları ile döşenmiş, mutlu insanların yaşadığı temiz bir şehir hayatından küçücük kesitler verilir önce. İyi giyimli dört genç erkek arkadaşın, bisikletleri ile gezintilerine tanıklık eden seyirci, Süleyman Astsubay ile tanışır bu sahnede. Dar bir sokaktan geçerken, Süleyman Astsubay ve Cemal’in sevdikleri kızların evinin daracık sokağından geçerken kızların, Süleyman ile Cemal’in birbirlerine bakışlarına tanık olur seyirci. Filmin başlarında Süleyman Astsubaya ait olan bir hayatın bugünkü durumu ile birkaç ay sonra gidip 15 ay boyunca yaşayacağı ve de savaşacağı iki ülke arasındaki farkı göstermek açısından bu tablo önemlidir haliyle. Binbaşının, Süleyman Astsubaya Kore’ye görevlendirildiğini açıklarken ki açıklama biçimi çok özel ve de önemlidir. Kore’deki görev alacak kişilerin başarılı ve de görevi hak eden kişilere verildiğini söyleyen Binbaşının Süleyman Astsubaya ‘Sevdiğin var mı?’ sorusu filmde rol alan kişilerin inceliğinin göstergesidir. Ama ondan daha önemli olan Süleyman Astsubayın verdiği cevaptır. Türk askerinin vatanı için alacağı görevin sevdiğinden de önde geldiğini göstermesi adına bu sahneye ayrı bir parantez açmak gerekir tabii.
Türk birliği yola çıkar. Yolculuk gemi ile yapılmaktadır. Filmdeki en ilginç sahnelerden birisi Türkiye’den Kore’ye yapılan yolculuk esnasında karıncaların kendisini yediğini söyleyen Mesut Üsteğmenin Süleyman Astsubaydan mazot istemesidir.
Süleyman Astsubay ise mazotu bulabileceğini ama ne için istediğini öğrenmek isteyince Mesut Üsteğmenden, karıncalar cevabını alır. Süleyman Astsubay ‘Onlar da can.’ Der ve karıncalara kıyamaz. Karıncalara mazot yerine şeker vermeyi teklif eder. Üsteğmen Mesut’un sözü düşündürücüdür. ‘Karıncayı öldürmeye kıyamayan, savaşa gidiyor.’ Ve sonrasında Süleyman Astsubay karıncalara şeker verir. Bu sahne aslında bize can taşıyan her mahlukata ne kadar sevgiyle yaklaşan bir insan üzerinden Türk askerinin merhametini göstermektedir. Yolculuk sona erdiğinde tarih 1950 Ekim ayını göstermektedir. Türk birliği önce Busan’a, oradan görev yapacağı Kunuri’ye geçer. Düşman kuvvetlerinin yakıp yıktığı yerler mahvolmuştur. Türk birliğinin görev yaptığı bölgeye yakın bir yere operasyon düzenlenir. Süleyman Astsubay enkaz ve cesetler arasında yatan küçük bir kız bulur. Ay gibi yüzü kocaman gözleri olan ürkek küçük bir kız çocuğu. Onu alır, birliğe getirir. Savaşın ortasında bulduğu kız çocuğunu birliğe getiren Süleyman Astsubay önce saçlarını yıkar. Daha sonra da keser. Kız çocuğuna bir yıla yakın ev ve yuva olan bir yatak hazırlayıp, ona giysiler, ayakkabılar satın alıp bütün ihtiyaçlarını karşılar. Annesini ve babasını kaybetmiş bu küçük kızın adı Kim Eunja’dır. Kızın ismi kadar isminin telaffuzu da zordur. Ay gibi yüzü olan bu kıza Ayla ismini koyar Süleyman Astsubay ve arkadaşları. Filmde bu sahnenin anlattıkları önemlidir. Bugün dünya küçülmüş ve insanlık ile ilgili değerler her yerde ortak değerler haline gelmiştir. Dünyanın hemen her yerinde bu değerlerin merkezinde çocuklar yer alır. Filmde de savaşın ortasında olup, çocukları baş tacı eden, dili ve dini farklı olan bir ülkenin çocuğunu anlamak, sarmalamak, onun ihtiyaçlarını gidermek, hepsinden önemlisi ona baba olabilmek erdemini gösteren Türk askerinin davranışı seyirci tarafından hem içleri burkan hem de takdirle karşılanan bir davranıştır. Yüzeysel bir izlemede ‘Ne var bu davranışta?’ denilebilir. Ancak filmin alt okumalarında ve yan anlamlarında bir ülke insanının gösterdiği onurlu insanlık duruşu, Türk askerinin adamlığı, Türk insanının insanlığı filmin daha fazla okunamayacak kadar barış kokan, insanlık kokan bir film olduğu izlenimini vermektedir. Bu da filmin kültürler arası iletişim adına önemini göstermektedir. Kültürler arası iletişimde dilden daha önemli olan unsurlara ihtiyaç vardır. Bu da duygu ve düşünce birliğinin oluşumudur. Filmde de bu somut olarak görülür. Kısa bir zaman içerisinde Ayla ve askerler birbirine alışırlar. Birlikte oyunlar oynamaya, birlikte vakit geçirmeye başlarlar. Bu arada Türkçeyi öğrenen Ayla Süleyman Astsubayı babası gibi görür.
Ancak bu ilişkinin baba ve kız ilişkisine dönmesi daha sonra aralarındaki duygusal bağın kuvvetlenmesi ile yüzeysel olarak cevaplandırılacak bir durumun özetidir.
Bu durum çok basit olmayan bir mevzudur. Çünkü bu kelimelerle anlatılamayacak kadar duygu yüklü bir insanlık manzarasıdır. Şu noktanın altı çizilebilir Türkiye’den giden asker sayısı 15 bin kişidir. Ayla denilen küçük kızı zor durumda, çaresiz, hangi Türk askeri görse belki de hepsinin sergileyeceği tutum ve davranış aynısı olacaktır. Bu insanlık onurunu yaşamak Süleyman Astsubaya kısmet olmuştur. Filmdeki bazı sahneler seyircinin yüreğini burkan cinstendir. Süleyman Astsubayın babasının annesine sitemli konuşması hem oğlunun Kore’ye giderken haber vermeden gidişine duyulan sitem hem oğlunun mürüvvetini görme isteği hem de özlem ile ortaya çıkan durumu özetlemektedir. Baba ’Giderken bize haber vermeden gitti. Gurur duyduk. Dönsün artık. Üzerine düşeni yaptı. Evlendirelim artık onu.’ Anne ‘İskenderun’da bir sevgilisi var diyorlar.’ Filmdeki kesme sahnesi İskenderun’daki o sevgilinin evine döner. Sevdiği kız Nuran radyo başındadır. Radyo spikeri ‘Kahramanlar saati ile yayınımıza devam ediyoruz’ Radyoyu dinleyen Nuran’ın sevdiği için istediği şarkıya sıra gelir. ‘Ne çok çektim hasretinden ben, ah bir bilsen.’ Aynı saatte radyoyu dinleyen bir başka seven kişi de radyo başındadır. Kahramanmaraş’ta Süleyman Astsubaya aşık olan Nimet. Süleyman Astsubay üzerinden 1950’li yılların Türkiye’sinde sevmenin, sevilmenin, beklemenin, aşkın güzelliğini resmeden bir enstantanedir. Süleyman Astsubayın savaşta gösterdiği üstün başarı takdire şayandır. Ancak en büyük başarısı savaşta anne ve babasını kaybetmiş, konuşamayan, travma geçiren kız çocuğunu tekrar hayata kazandırmış olmasıdır. Annesi ve babasını kaybetmiş küçük kız Ayla’nın savaş sırasında Astsubay Süleyman tarafından sahiplenilmesi, Amerikalı komutanlar tarafından olağanüstü davranış olarak nitelendirilir. Süleyman Astsubay için Türkiye’ye dönüş vakti yaklaştıkça, Ayla ile aralarındaki bağ daha da kuvvetlenmektedir. Filmdeki savaş sahnelerinden sonraki en gerilimli andır bu sahne. Süleyman Astsubayın Ayla’yı valizine koyarak Türkiye’ye kaçırma teşebbüsünde Süleyman Astsubay sınırı geçememiş, valizin içindeki Ayla yakalanmış ve tüm seyirciler adeta yıkılmıştır. Taraf olma adına baba ile kızın birlikte yaşaması dileğinden kaynaklanan bir taraf tutmadır bu aslında. Ama sonuç olumsuz olmuş umutlar, beklentiler, vaatler, yılların cömertliğine kalmıştır. Filmin içerisinde görsel açıdan zenginliği sağlayan unsur sayısı fazladır. Filmde karın yağma sahnesi filmin temposunu arttırmış, kardan adamın yanında oynanan kartopu filmin içine ayrı bir tat katmıştır.
Filmde Ayla’nın Türk askerlerine ısındıkça onlarla kurduğu iletişim ve güldüğü hayata umutla baktığı bölümler Kore’nin dağlarına çiçekler açtıracak kadar güzel sahnelerdir.
Süleyman Astsubayın Ayla’ya Türkçe okumayı öğretirken, okuma kitabının içindeki pasajlarda aile resmine bakarak Ayla’nın Süleyman Astsubaya baba, Süleyman Astsubayın da Ayla’ya kızım dediği sahneler, filmdeki duygusal sahnelerin zirveye çıktığı anlardır. Filmde Ali Astsubayın Marilyn Monroe’ ya tutkulu olan platonik aşkı görülür. Bu tutku filmin bazı bölümlerinde hem oyuncuların hem de seyircilerin tebessüm etmesine imkan sağlar. Kore’de Marilyn’e çok benzeyen bir şarkıcı birliğe konser vermeye gelir. Konsere giden Ayla Marilyn’e benzeyen şarkıcıdan Ali için imzalı fotoğraf alır. Filme ayrı bir tat katmak adına bu güzel bir sahnedir. Fakat sahnenin devamında Ali’nin fotoğrafa bakarken vurulup şehit edilmesi gözlerden yaş düşüren sahnelerden biri olmuştur. Filmin olay örgüsü içindeki çok fazla ve çeşitlilik gösteren konu olmaması yüzünden Ayla üzerinden derinlik kazanmasından dolayı mekan çeşitliliği açısından Tokyo gezisi filme ayrı bir renk katmıştır. Filmdeki en ilginç ayrıntılardan birisi, Ayla ile Süleyman Astsubayın uçurtma sahnesinde, uçurtmanın Kore haritasından yapılmış olmasıdır. Ayrıca görüntülerin akıcılığı, müziğin filme kazandırdığı ivme, konunun ilginçliği, oyuncuların filmdeki rollerini oynuyormuş gibi değil de adeta yaşıyormuş gibi oynamaları elbette filmin seyir keyfini arttıran unsurlardır. Filmde milli duyguları harekete geçiren hoş sahneler vardır. Bu sahnelerden birinde Türk yetkililer tarafından Koreli yetim veya öksüz çocuklar için yaptırılan Ankara Okulu’nda Koreli çocukların Ankara Marşı’nı söyledikleri bölüm Türk insanının yüreğini hoplatan cinsten olmuştur. Filmin içindeki Türk milliyetçiliğini destekleyen sahnelerden bir diğeri Türk Hava Yolları Uçağı ’nın görüldüğü sahnedir. Türkiye ile Kore arasındaki yolculuk sırasında seçilen havayolu şirketinin THY olması tesadüf olmadığı gibi, burada bu özellikle ön plana çıkarılmaya çalışılan unsur olmuştur. Türk insanının merhameti, hoşgörüsü, kahramanlığı, yetimlere ilgisiz kalamadığı bu filmde çok güzel anlatılmıştır. Ayla filmi milletleri farklı olsa bile iki insanın birbirini baba-kız olarak nasıl sevebileceğini anlatan sımsıcak bir sevgi hikayesidir. Fakat özellikle filmin son yarım saatlik çözümleyici kısmı gazete kupürlerini okumaktan farksız bir deneyime dönüşüyor. Gerçek bir hikayeden uyarlanan bir filmi başarılı yapan nedir? Gerçeği, gerçekten yansıtması mı? Yoksa kurmaca ile duygu tonunun abartılıp seyirciye pazarlanması mı?
Ayla filmine baktığımda aklımda kalan en güçlü şey boğazımın defalarca düğümlenip, gözlerim dolu dolu izlememdi. Büyük ihtimalle filmdeki Süleyman Astsubay ile Koreli Ayla arasında gerçekleşen birçok şey gerçek hayatta yaşanmadı, ama yaşananlar da belki daha da duygusaldı. Ancak perdede yansıtılan gerçeklik çarpıcı ve göz yaşartıcı.
İsmail Hacıoğlu (Süleyman Astsubay) (1950)
Yapılan makyajı biraz sırıtsa da oyunculuğu hayran bırakıyor kendine. Süleyman Dilbirliği’nin gençliğini adeta yaşayarak oynadı ve performansı filmin inandırıcılığını arttıran en önemli faktör. Filmdeki en ilgi çekici sahnelerinden biri karınca sahnesi.
Ali Atay (Ali Astsubay)
Filmde bir adım daha önde. Karakteri filmin dostluk ve komedi ayağını temsil ediyor. Samimi, inandırıcı bir performansa imza atıyor. Vurulup şehit olduğu sahne ise kalpsizim diyen birini bile ağlatacak cinsten.
Çetin Tekindor (Süleyman Astsubay) (2010)
Süleyman’ın yaşlılığını canlandıran Çetin Tekindor’un teatral oyunculuğu, usta oyuncudan alışık olduğumuz etkiyi yaratamıyor.
Kim Seol (Ayla) (1950)
Daha küçücük yaşında sergilediği inanılmaz performans. Yüzüne verdiği her bir mimik bile filmi güzel yapan sebeplerden biri. Kırılgan, sevgiye muhtaç ve sevimli halleri oldukça inandırıcı bir şekilde canlandırıyor.
Murat Yıldırım (Üsteğmen Mesut)
Komünizme sempati duyan Üsteğmen Murat askerler arasındaki birliğe ve bütünlüğe bir tehdit olarak karşımıza çıkıyor. Filmdeki ‘Daha karıncayı incitemeyenler, savaşa gidiyor’ repliği oldukça dikkat çekici.
Esra Dermancıoğlu (Sebahat Dilbirliği)
Süleyman ile kızı Sebahat arasındaki çatışma izleyiciyi sadece karakterden soğutmaya neden oluyor.
Öykü çoğunlukla nesnel bir görüş noktasından aktarılmıştır.
Fakat bazı sahnelerde Süleyman Dilbirliği’nin öznel açısından aşık olduğu kadın aktarılmıştır bizlere.
Ali Astsubayın gözünden Süleyman Astsubay kahramanlaştırılıyor.
Öykü açısından en etkili bulduğum öğelerden biri bu tahta bisiklet oldu. Filmin ilk dakikalarında karşımıza çıkan bu öğe, öykülemedeki özel öğelerden birisi. Savaşların en büyük mağdurlarının çocuklar olduğunu gösteriyor bize.
Devamında da askeri tankın gelip bu tahta bisikleti ezmesi gerçeği gözler önüne seriyor.
Dekorlar Kore Savaşı yıllarını (1950) çok iyi yansıtıyor.
Filmdeki en ilginç ayrıntılardan birisi de uçurtmanın Kore haritasından yapılmış olmasıdır.
Filmde İsmail Hacıoğlu’nun oyunculuğundan en çok etkilendiğim sahnelerden birisi de başka bir yere yolculuk ederlerken uğradıkları baskında gösterdiği performans.
Film bizi o yıllardaymışız gibi hissettirmeyi başarırken, aynı zamanda başarılı bir sanatçıyı da anmıştır.
Seyirciye keskin hatlar çizerek depresif bir atmosfer yaratmak amaçlanmıştır.
Loş ışıklar kullanılarak karargâh havası verilmek istenmiştir.
Doğal ay ışığından ve çok az beyaz set ışıklarından yararlanılmıştır. Amaç ‘Ayla’ adına sebep olan ay ışığı bütünlüğünü korumaktır.
Filmin gün battıktan sonraki neredeyse çoğu akşam çekimleri loş ışıklarla gösterilmiştir. Duygu yoğunluğu daha fazla, göz yormayan ve daha samimi.
Tepedeki 1 ampulün yaydığı yoğun sarı ışık sahneye karşı yoğun bir ilgi ve merak beslememizi sağlamıştır. Sarı, merhametin rengidir.