Vaktiyle bir ova köyünde köylüler tarlalarını sulamak için, ırmağın suyunu nöbetleşe kullanmak üzere anlaşmışlar. Irmak boyunda bulunan tarlalar, açılan kanallar vasıtasıyla sıra ile sulanıyor, herkes ziraatıyla meşgul oluyormuş. Köyün açıkgözlerinden birisi, daha fazla su alabilmek için tarlasında derin ama ince bir kanal kazıp ırmaktan su çalmayı aklına koymuş. Kanalı gizleme maksadıyla da üzerini çalı çırpı ve taşlarla örtüp araziye uydurmuş. Bu durumu fark eden köylüler: “Biz seni dürüst biri sanırdık meğer sen saman altından su yürütüyormuşsun” demiş.
Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.
Sorumsuz ve kendi zevkleri uğruna işler yapan gençler için söylenen deyim ise aslında Anadolu ve Rumeli kavaklarının şiddetli rüzgarları üzerine söylenmiştir. Zamanla kişilerin karakter yapılarının tarifinde ve özellikle de gençlik dönemlerinde karşılarına çıkan bu deyimi de sıkça kullanmaktayız.
Eskiden kibrit yokmuş. Ateş sönünce, ateş küreği ile komşuya gidilir, bir parça ateş alınırmış.Ateş almak için komşuya geçen kadınlar, kürekteki ateş sönmesin diye oturup çene çalamazlar ve acele ederlermiş.Kapıdan içeri girmeyerek, kısa bir konuşmadan sonra gitmek isteyen ziyaretçilere:
– Ateş almaya mı geldin? denmesi de işte bu devirlerden kalmadır.
Osmanlı mekteplerine yollanan kağıtlardan ortaya çıkmıştır. Eskiden Kâğıthanelerde imal edilen kırışık kâğıtlar, bir nebze düzeltilir ve aharcılara yollanırmış. Aharcılar kâğıda bir çeşit karışım sürerek yazılan yazılar parmak ıslatılarak silinebilir veya değiştirilebilir olduğu için devlet yazışmalarında değil de, genellikle mekteplerde kullanılırmış. Mekteplerde talebeler kâğıda yanlış bir şey yazdıklarında parmaklarının ucunu yalar sonra da kağıdı temizlerlermiş.Mürekkep yalamış insan, mektep görmüş insan demekmiş.Her ne kadar mürekkep yalama âdeti ortadan kalksa da deyim capcanlı yaşamaya devam ediyor.
Bir olayı ifade etmek için deyimleri çok fazla kullanırız. Her birinin kullanım yerleri ve anlamları vardır. Çıkış hikayelerinden bahsettiğimiz 5 deyimin anlamlarını da sizler için derledik.
Saman Altından Su Yürütmek:
Pabucu Dama Atılmak:
Kendinden üstün birinin çıkmasıyla gözden düşmek.
Başında kavak yeli esmek:
Ateş Almaya mı Geldin?
Uğradığı yerde çok az kalıp hemen gitmeye kalkan kimseye “Neden böyle çabuk gitmek istiyorsun? Olur mu bu?” anlamında bir sitem sözü olarak söylenir.
Mürekkep yalamak:
�
�