BU SAVAŞ BURADA BİTMEZ!

 

Filistin Devleti ile İsrâîl Devleti (şimdilik!) arasında 07 / Ekim / 2023 tarihinde “ara öğün” niteliğinde yeniden savaş başlamıştır.

 

Bu savaş; el bombası, tüfek, “pıt pıt!” eden füzecik ve “vız vız!” eden kamikaze droncuk gibi basit malzemeden oluşan savaş araç ve gereçlerine ancak tedarik yöntemiyle sahip olabilen Filistin Devleti ile her türlü yüksek teknolojiye sahip savaş araç ve gereçlerini üreten ve elinde bulunduran İsrâîl arasındadır.

 

Bu savaş son savaş olmayacak, barış marış ihtimali de orta yolu da yok bunun!

 

Savaş hâli, iki taraftan biri diğerini öğütüp yiyinceye ve tarihten silinceye kadar devam edecektir.

 

Bu husus, her türlü şek ve şüpheden uzak olup bu kadar nettir!

 

Çünkü, savaşın sebebi bellidir ve klâsik alışılagelmiş mantık ve yöntemle bu savaşın çözümü bulunmamaktadır.

 

Canı yanmamış zalim ile mazlum arasındaki barış, ancak mazlumun teslimiyeti ile sonuçlanır!

 

Kudüs’te yaklaşık 144.000 m2 alandan oluşan “Mescid-i Aksa: Uzak Mescid”, ilâhî kökenli her iki dinde de mukaddes (kutsal değil!!) bir yerdir.

 

Bu mukaddes yeri: Müslümanlar imar ve ihya etmek, ayakta ve şen tutmak için canını vermeye hazırdır; Yahûdîler ise, yıkmak ve Süleyman Ma’bedi’ni ortaya çıkartmak için canını ortaya koymaktadır!

 

Bu yüzden: Gökte uçan kuşu ve yerde gezen karınca ile yeraltı ve kapı arkasındaki görüşmeleri gören ve duyan, düğmedeki kiri görecek kadar teknolojisi gelişmiş olan İsrâîl; “teröristlerle sivilleri ayıramıyorum, ben de hepsini vuruyorum!” alçaklığıyla, bir Milleti yok etmeye kendisini adamış durumdadır!

 

Tarafları durdurmak için “usul yerini bulsun, dostlar alışverişte görsün!” kâbilinden yapılan barış görüşmeleri ve “ayıptır, günahtır, yazıktır!” sözlerinin hepsi hikâye.

 

“Yazıldığı gibi okunmayan yazısı” ve “okunduğu gibi yazılmayan sözü” ile ikilik ve ikiyüzlülük örneği sergileyen Batıdan sorunun çözümüne katkı beklemek boşuna.


Batı cephesinde yer alan “bir avuç mesabesindeki” vicdan sahiplerinin gayretleri ise; İsrâîl’i bırakın, kendi devletlerine bile fayda etmiyor.

 

Domuz ile kuzu arasındaki bu savaşta, barış masası kurup masaya “şahit ve hakem” olarak oturmaya kalkanlar:

 

1-Asla savaşı durdurmak istemeyen, devam edebildiği kadar devam etmesini sağlamaya çalışan; “engelleyemedikleribarış”ın ve “sürdürebildikleri savaş”ın kendisinden ya da artıklarından pay almak için bekleşen çakal, sansar, sırtlan, tilki, anakonda, timsah ve akbaba gibi leş yiyicidir.

 

2-Barış görüşmeleri adı altında, bizzat İsrâîl’in ana ve yardımcı koçluk ve teknik direktörlüğünü yapmakta ve masada elde ettikleri sırları İsrâîl ile paylaşmaktadır.

 

3-İsrâîl'e hücum edenlerin sayısını “savaşın daha fazla sürmesini ve yayılmasını önleme çalışması yapıyorum!” yavesiyle azaltarak İsrâîl’e “işini çabuk halletmesi için” zaman kazandırmakta, tam Filistinliler bastırdığı ân araya girerek İsrâîl'i nakavt olmaktan kurtarmaktadır.

 

4-İsrâîl'e malzeme ve mühimmat, ağrı kesici ve kan durdurucu, merhem ve yara bandı, eldiven ve dişlik, havlu ve su temin etmekte; raund aralarında yara sarmakta ve su serpmekte, havlu sallamakta ve direktif vermektedir.

 

Dinsizin hakkından dinli gelememekte, dinsizi imansız korumaktadır!

 

Ölen ve yaralananlar Müslüman olduğu için; ölenin diri hâli ve yaralananın sağlıklı hâli Batı cephesi sakinlerinin hiç de umurunda değilken, ölü ve yaralı hâli hiç de umurunda değildir.

 

Ama buna rağmen; ölenlerin ve yaralananların savaş alanından alınması ve sivillerin tahliye edilmesi ayağıyla, bu savaşta alçakça bir şekilde“insânî ara” diye modern savaş terminolojisi de icad etmişlerdir.

 

Barış görüşmeleri ve insânî aralar daha çok:

   *“Ayyy İsrâîlciğim, bir yerin uf oldu mu kuzum benim!”diye yavruya sarılmaya ve onu teskin etmeye,

   *İsrâîl’in “Bi şeye ihtiyacın var mı İsrâîlciğim; hiç çekinme, ölümü öp doğruyu söylemezsen küserim bak!” şeklinde eksik gedik sormaya ve eksik listesi almaya,

   *İsrâîl’in nefes almasını, grogi duruma düştüğü hâlden kurtulup kendine gelmesini, diz çöktüğü yerden kalkmasını ve yaralarına pansuman yapmasını sağlamaya,

   *İsrâîl’in eksik gediğini tamamlamasını, tükenen ya da azalan savaş stoklarını takviye etmesini sağlamaya,

 

Ve en nihayetinde bütün bunlar İsrâîl’in ömrünü uzatmaya yönelik olarak yapılmaktadır!

 

Türkiye ve belki birkaç ülkenin dışında hiçbir ülke, bu konuda dürüst ve samimi değil..

 

Doğru olduğunu farz etsek bile, hepi topu iki ticaret merkezi Müslümanlar tarafından yıkıldı diye "Gitti dostlaa gittiiii, milyarlık kulelerim gitti. Yetişin dostlaaa!"şeklinde elbirliği hâlinde İslâm memleketlerini toptan ateşe verenler; binlerce insanın katledildiği ve diri kalanların bir daha yaşam konforuna dönemez hâle getirildiği, onlarca şehrin harap edildiği ve binlerce dekar arazinin imha edildiği bu savaşta sessiz, ıslık çalmak ve konu değiştirmekle meşgul!

 

Masada ve fotoğraf karesinde itiş kakış şekilde yer bulmaya çalışan devletlerin bütün rol kesmeleri, vakti saati geldiğinde ayıplanmamak ve gerçek yargı sistemi çalışmaya başladığında “bakın biz de barışı sağlamak için ne kadar çok gayret ettik!” sloganından yola çıkıp yargılamadan kurtulmak üzerine plânlanmış durumda.

 

Dünya ülkeleri / kabadayıları / jandarmaları eğer barış görüşmelerinde samimi olsalardı, dünya savaş tarihindeki en büyük ayıbı işlemezlerdi:

 

Derhâl savaşı durdurmak yerine, hiç utanmadan ve arlanmadan: En yüksek teknolojiye sahip gemi, denizaltı ve uçakları ile Doğu Akdeniz’e gelip adeta “Ya İsrâîlciğim’in başına bir şey gelirse!”endişesiyle erketeye yatmışlar; “Pek ihtimal vermiyorum ama ya olursa!”düşüncesiyle 1922’de başlarına gelen denize dökülme hâdisesinin tekrarına karşı hâzır ve nâzır şekilde beklemeye başlamışlardır.

 

Hâlbuki; bilinçli ve kasıtlı şekilde yarattıkları kaotik, kontrolsüz ve denetimli ortamla bizzat Filistinliler’e yardım götürülmesini engellemişlerdir!

 

Bu savaşı durdurmanın yolu hiç yok mu: Tabiî ki var!

 

Hiç namaz kılmayan köylüleri abdestsiz namaza başlatan imamın yaptığı gibi: Hiçbir barış ihtimalinin olmadığı bir savaşta, Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın adeta “yalnız kurt” gibi tek başına canını dişine takmış şekilde ısrarla teklif ettiği ve üzerinde durduğu, “iki devlet” ve “1968 sınırlarına dönme” çözümü, muhtemel çözümlerden sadece biridir.

 

Ancak, sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın “kalbinden geçenle birebir zıt olan” bu teklif: İslâm dünyasının uyanmasına, bir araya gelmesine ve hazırlık yapmasına zaman tanımak açısından oldukça değerli ve stratejik olsa da bir o kadar da sonuç odaklı olmayan geçici bir tekliftir.

 

O zaman çözüm nedir?

 

Çözüm belli:

 

1-İsrâîl’i devlet olarak tanıma kararından vazgeçmek.

 

2-İsrâîl devlet olarak kalacaksa, İsrâîl’i Kudüs şehrinden uzaklaştırmak.

 

3-Filistin Devleti’nin garantörü olmak ve askerî güç göndermek.

 

4-“İsrâîl’in yeryüzünde hiç var olmadığı 14 Mayıs 1948 öncesi”ne dönmesini sağlayacak şekilde zamanı geri sarmak.

 

5-Zamanı geri sarmak mümkün değilse; siyâsî ortam ve devletler hukuku ile tarihin akışını “İsrâîl’in olmadığı” hâle getirmek.

 

Gerisine, her zaman olduğu gibi Allah Kerîmdir!

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Çetin Yılmaz 03 Mayıs 2024 13:39

    tespitler çok isabetli,

  • Ceyhun Çelik 29 Nisan 2024 12:20

    Ağzına sağlık gardaş.Çok güzel tesbitlerde bulunmuşsun.Kahrolsun İsrail, kahrolsun Amerika ve işbirlikçileri

  • Abdulmuttalip ARSLAN 29 Nisan 2024 11:18

    KENDİSİNİ SEÇİLMİŞ YARATIK OLARAK GÖREN,DİĞER İNSANLARI KENDİSİNE KÖLE OLARAK GÖREN,VE ONLARA YASAM HAKKI TANIMAYAN BİR ŞİZOFREN BEYNE SAHİP OLAN ;BU SİYONİST KAFİRLERE ASLA BU DÜNYADA YAŞAM HAKKI VERİLMEMELİDİR.

  • Cumhurun avukatı 29 Nisan 2024 10:14

    Yine farkındalığı yüksek bir fikir fırtınası

  • Duran Erkök 29 Nisan 2024 09:55

    Tebrik ediyorum çok iyi ifade etmişsiniz