“Yarım ağızla söylenmiş sözler, tam olarak söylenememiş sözlerin yerine kullanılırlar” Bu sözü Nobel ödülü almış Portekizli yazar Jose Saramago’nun bir kitabından not almıştım. Gün olur kullanırım diye. Kullandım işte…
Farkına vardım ki; ifade etmek istediğim, fakat açık açık ifade edemediğim çok şey olmuş yaşamımda. Toplumsal değer yargıları, içinde bulunduğum şartlar gibi birçok neden sıralamak mümkün mazeret olarak. İş savunmaya gelince; ‘Sözün tamamı ahmaklara söylenir’ denilebilir. Dedim işte…
Başka bir yazardan alıntı: – yazarın ismini not etmemişim – “Çocukken Tanrıya bana bir bisiklet ver diye yalvarırdım her gün. Sonra Tanrının çalışma sisteminin böyle olmadığını fark ettim. Bir bisiklet çaldım ve Tanrıya her gece yalvardım. Tanrım çaldığım bisikletten dolayı beni affet.” Şimdi buradan o yazara – her kimse – bir soru sormak istiyorum: Neden hiç kimse ‘Tanrım işlediğim günahlardan dolayı beni cezalandır’ diye dua etmez. Sordum işte…
Birkaç yıl önce, davet üzerine bir seminere katılmıştım. Konuşmacı, Doğu Perinçek’in eşi Şule Perinçek’ti. Yaklaşık bir saat aralıksız, soluksuz dinledim kendisini. Sonrasında ‘farkındalık’ yeteneğim; böyle birçok seminere katılıp saatlerce birilerini dinlediğimi, fakat aynı şeyi en yakınlarım için hiç yapmadığımı fark ettirdi bana. Fark ettim işte…
Televizyonda bir belgesel izlemiştim. Amerika’daki lüks bir otel tanıtılıyordu. Elton John kalmış. Bir geceliğine 100 bin dolar ödeyerek! Sorsalar; “Birkaç günlüğüne başka birinin hayatını yaşama imkânınız olsaydı, kimin hayatını yaşamak isterdiniz?” diye, yine de Elton John’u tercih etmezdim. Kanaatle yaşamaya alıştırılmışız çünkü. Zevke, sefaya, lükse, paraya alıştıktan birkaç gün sonra tekrar eski hayata dönmek kolay olmaz elbet. Alışkanlık işte…
Aşağıdaki vatandaş; intihar etmek için yüksek bir binanın çatısından atlamak üzere olan adama seslenir: “Atlama ulan! Yoksa seni öldürürüm!” Yukarıdaki adam duraksar. Çünkü önünde artık iki seçenek vardır. Seçenek işte…
Müzmin bir bekar “Hayatım boyunca mükemmel bir eş aradım durdum” diye yakınır. Merakla sorarlar: “Bulabildin mi?”“Buldum” diye cevap verir. Yeni soru doğal olarak şöyledir: “Peki niye evlenmedin?” Cevap verir: “Çünkü, o da kendine mükemmel bir eş arıyordu” Mükemmellik işte…
Yine kim demiş hatırlamadım ama sözü not almışım. “Geri kalmış, yaşayanlarının henüz bir kimlik kazanamamış olduğu ülkelerde; mevcut liderlerin öne sürdükleri düşünceler, her deliğinden su sızdıran kapları çağrıştırsa da; vatandaşlar yine de onu alkışlamayı sürdürürler” Alkış işte…
Her gün ölür insan. Gün gün. Sonunda ölme hakkı dolduğunda yok olur bu dünyadan. Yaprak bir kez dalından koptu mu, bir daha o dala dönemez, bu ebedi ayrılık olur. Geride kalanlar; ya pişmanlıklardır ya da yaşanmış güzellikler. O yüzden her şeyi zamanında değerlendirmeli. Satrançta mat olduktan sonra yapılan hamlenin hiçbir işe yaramayacağını hesap ederek yaşamak gerekir. Hesap işte…
Yarım ağızla söylenmiş sözler serpiştirilip, daldan dama atlayarak yazılmış havası verse de; ben okurların, bu yazıda yer alan konuları birbirlerine bağlayıp bütünleştireceklerini, içinde barındırdığı söylenmemiş sözleri de açığa çıkaracaklarını; sonrasında “Ne güzel yazmışsın, kalemine sağlık’’ diyerek beni şımartacaklarını hayal ediyorum. Hayal işte…�
Metin Yazıcı’nın diğer köşe yazılarını okumak için tıklayınız.