Hepimizin mâlûmu olduğu üzere; fâhiş fiyat ve karaborsacılık, Ülkemizde hâlâ çözülmemiş ve yerleşik bir hâle gelmiş bir mesele.
Son yasal çalışmalara bakıldığında, düzenlemenin oldukça hafif ve etkisiz sonuçlarının olacağı ve fâillerin yaptırımları kahkahalar eşliğinde hafif sıyrıklarla ve basit pansumanlarla geçiştirebileceği görülmekte.
Onun için; iki kelâm lâf edip bitirilemeyecek olan bu konuda, iki bölüm hâlinde yayınlanacak olan yazımı sabırla okumanızı ricâ edeceğim.
Fâhiş fiyat ve karaborsacılık: Millet’i canından bezdiren, iktidarları tahtından indiren, her türlü tedbîre rağmen baş edilemeyen ya da tedbîr alınıyormuş gibi yapılan, Devlet ile Millet’i karşı karşıya getirip Devlet’i sarsmak isteyenlere koz veren iki canavar!
Fâhiş fiyat ve karaborsacılık, piyasa denetim ve gözetim sistemindeki eksiklik ve başıboşluklar nedeniyle; sâdece tarım ürünlerinde değil, “tekel olunabilen her türlü hammadde, yardımcı madde, ürün ve hizmette” yaygın ve âdetâ “olağan olay” ve “müktesep hak” hâline gelmeye başladı.
Üretim unsurlarının eksiksiz şekilde var olduğu “Bollukta bile kıtlık yaratan”; Millet’i yiyemez, içemez, giyemez, alamaz, binemez, oturamaz hâle getiren bu “canavarların sahipleri ve sebepleri hakkında” mutlakâ can yakıcı bir düzenleme yapılması gerekmektedir.
Nasıl ki düzenli orduya karşı düzenli orduyla ve teröriste karşı “hilâl bıyıklı ve eli tesbihliaslanlar” ile mücâdele ediliyor ise, tamâmen kuralsızlığın olduğu bu ekonomik savaşta da:
"-Mâdem öyle, işte böyle!"
Tutumuyla, "bütün kurallar = ekonomi kuralları + uluslararası sözleşmeler"i yok sayıp karaborsacıların metoduyla göze göz ve dişe diş mücâdele etmek gerekiyor.
Bu mücâdelede, “olay öncesi” ya da “olayın ilk işâretleri”ni gören erken uyarı sistemi kurulması ve piyasa bozucuların "iş=suç" üstünde enselenmesi gerekiyor.
Herşey olup bittikten sonra alınacak tedbirler işe yaramıyor ve müdâhaledeki bu geç kalış ilgili otorite hakkında şâibe ve şüphelere sebep oluyor.
Otomobil, beyaz eşya, yağ, şeker, gibi teknoloji yoğun “üretici” mâhiyetindeki karaborsacılara ses çıkartıl/a/mayıp da sâdece patates, soğan, .. stokçularına yapılan “sonuçsuz, amaçsız, haksız, komik” baskın ve baskılar; soğan ve patatesçilere gadirlik yapıldığı ve iktidarların sâdece onlara gücünün yettiği kanâatine sebep olmakta!..
Konumuz olan tarımsal ürünlerdeki fâhiş fiyat ve karaborsacılığın sebeplerine genel olarak baktığımızda, fâhiş fiyat ve karaborsacılığın dört temel sebebi bulunmaktadır:
1-Üreticiden perâkendeciye kadar var olan zincir sayısında sınırlama olmaması
2-Tüketiciye kadar var olan tedârik zincirinde yer alanlara kâr marjı konulmaması
3-Depoculuğun denetim altında olmaması
4-Depolama süresinde sınırlama olmaması
Her yıl ve her ay, belirli periyotlarla ve belirli bir amaca yönelik olarak Millet’in beynine ısrarla ve tekrar ha tekrar boca edilen depo baskınlarından, yol ve dere kenarına dökülen taptâze meyve ve sebze görüntülerinden artık gına gelmiş bulunmaktadır.
Bu âdî, iğrenç ve alçak resme son verebilecek tek otorite mercii ise, Devlet’tir.
Ancak müdâhalede isteksiz, gönülsüz ve etkisiz görünme sonucu; vatandaşta “bilinçli şekilde yandaşlara fırsat yaratma kapısı” oluşturma algısı yerleşmeye başlamış bulunmaktadır.
Bir türlü sonuç alınamayan baskınlar, mevcut hükûmete oy verenler de dâhil olmak üzere ciddi bir kitle tarafından: Gaz alma amaçlı, millet işte görsün, “he he, tabi tabi, yedik biz de!” .. kâbilinden görülmekte; yapılan samîmî çalışmalara dahi şüpheyle yaklaşılmaktadır.
Depoculuk faaliyeti; hükûmetleri değil, devletleri yıkmak için kullanılan uluslararası nitelikte bir “terör” veya “düşük yoğunluklu savaş” faaliyetine dönüşmüştür.
Depocular; topsuz ve tüfeksiz, ateşsiz ve dumansız yürütülen bu ekonomik terör ve savaşın gönüllü erâtı, piyâdesi ve süvârisi olmuştur.
Bu savaşta:
*Türkiye bir bütün hâlinde “savaş meydânı”,
*Hâl, pazar ve marketler “cephe”,
*Ticâret sicilindeki kayıtlar “yasal sığınak ve zırh”,
*Kasa, kamyon ve depolar; arkasına saklanıp ateş ettikleri “sütre”,
*Depoladıkları her türlü gıdâ maddesi “mühimmat”,
*Ellerindeki sermâye; kale kapısını kırmak için kullandıkları “koçbaşı” ve kilidi açmak için kullandıkları “maymuncukseti”,
Olarak önemli bir fonksiyona sahiptir.
Depocular, ellerindeki imkânları sonuna kadar kullanmak sûretiyle Türkiye Cumhûriyeti’ne savaş açmış durumda olup her fırsatta hücûm etmektedir.
Bilumum dâhilî ve hâricî bedhahlar da bu savaşı finanse etmekte ve lôjistik destek sağlamaktadır.
Artık, Devlet’in gücünü ve samîmîyetini göstermesi açısından, âcil olarak bu kansere müdâhale etmesi ve bu uru bünyeden söküp atması gerekmektedir. Bu müdâhalenin zamânı gelmiştir ve geçmiştir.
İlelebed yaşatılması için gayret edilen Türkiye Cumhûriyeti’nin -ki, inşâallâh öyle olacaktır!- taarruza geçmek suretiyle; “şahsî emellerini müstevlîlerin emelleri ile tevhîd eden dâhilî ve hâricî kansız, haysiyetsiz ve alçakları” İzmir’den daha öte denizlere dökmesi ve mümkünse cehennemin dibine göndermesi gerekmektedir.
Ancak şunu da açıkça belirtmek gerekir ki, Stokçuluk=Depoculuk; söz konusu fiili işleyenin peşinde kameralar eşliğinde köşe bucak nefes nefese koşturulması ve bu depocular hakkında tâkibât yapılması gereken âdî ya da yüksek riskli bir suç değildir.
Bilâkis depoculuk: Ülkenin gıdâ güvenliğinin sağlanması, depolanacak ürünün kalitesinin en uygun ortamda korunması ve üründe miktar kaybının önlenmesi; söz konusu ürüne mevsim içinde ve mevsim dışında yurtiçi tüketim ya da ihrâcât amaçlı olarak ihtiyaç duyulduğunda ürüne yönelik taleplere cevap verilebilmesi; piyasada tekelleşme, sansasyon ve spekülâsyona dayalı kıtlık yarattırılmaması için “Devlet tarafından bizzat yapılması ya da potansiyel işletmecilerin bu amaçla teşvik edilmesi gereken” ticârî ve mecbûrî bir faaliyettir.
Devlet’in ve piyasanın; depoculuğun yok olmasına veya azalmasına değil, Ülke genelinde daha geniş alanda yayılmasına ihtiyâcı bulunmaktadır.
Burada suç olan şey; ürün depolamak değil, özelde piyasayı ve genelde hükûmetleri sarsmak amacıyla yapılan “ihtikârcılık”tır.
Devlet’in, “fiile değil, fâile karşı tedbir”ler alması gerekmektedir.
Depoculuk; yukarıda sayılan nedenlerle, gerekirse devlet eliyle yapılması gereken bir faaliyettir.
Kaldı ki, depocularla ve depoculukla köşe bucak kapmacalı âdetâ savaş yapar gibi verilen mücâdele veya yaratılan imaj: “Hayırdır birâder; bu ne perhiz bu ne lâhana turşusu?” misâli; Devlet’in otoritesi, kişiliği, kimliği ve “depolama faaliyetleri” kapsamında hâlen yürürlükte olan politika ve mevzuât ile de büyük çelişkiler taşımaktadır.
Şöyle ki:
*Stoklama, stratejik bir ihtiyaç olup birçok ürün zâten Toprak Mahsulleri Ofisi eliyle stoklanmaktadır. Ancak, Kamunun yatırım ve işletme sermâyesi bütçesindeki sınırlılıklar nedeniyle, stoklanan ürün cinsi ve miktârı açısından bu stoklama miktârı yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, stoklama sisteminin özel sektör tarafından takviye edilmesi gerekmektedir.
*Stokçuluğun kamu ve özel sektör eliyle geliştirilmesi gerektiği içindir ki:
-Lisanslı depoculuk yapan ve lisanslı depolarda ürün depolayanlara, daha özel sübvansiyonlu krediler verilmekte ve kira bedeli bile ödenmektedir.
-Soğukhava ve çelik silo deposu işletmeciliğine; Devlet eliyle, birden fazla kurum tarafından ciddi anlamda kredi, hibe ve teşvik verilmektedir.
Bu bağlamda: Devlet’in, gelişmesi için “âdetâ, almayanı döver nitelikte bol bol finansman katkısı verdiği” bir yatırım faaliyeti olan depoculuğu kökü kazınacak suç ve depocuları asılacak adam sayıp depo baskınları düzenlemesi doğru değildir.
Haddini aşan “piyasa bozucu kontra müdâhaleler”in olduğu piyasada kamu otoritesinin; “mâdem öyle, işte böyle; siz istediniz!” der gibi, “aynıyla hattâ daha fazlasıyla mukâbele” prensibiyle sert şekilde piyasaya müdâhale etmesi; Hükûmetlerin samîmîyetini göstermesi ve Millet’in rahata ermesi açısından yerinde bir uygulama olacaktır.
( D e v a m E d e c e k )
Tebrik ederim.Çok güzel tespitler yapılmış.
2. Yazınızdan sonra değerlendirmede bulunacağım
Yüreğinize sağlık. Her yerde bu müthiş tespiti paylaşılmalı diye düşünüyorum. Bakalım ses getirebilecek miyiz!