“Uzun zaman odamın neden dört köşe olduğu üzerinde kafa yordum. İnsanlar oturdukları yerleri hep dörtgen biçiminde yapıyorlardı da neden bunları üçgen, beşgen, ongen, yirmigen içine oturtmayı istemiyorlardı.”
Mekanlar amaçlara göre şekillenir de ondan…
“İnsanlar savaşmak, dövüşmek, düşmanlarının kalbine dom-dom kurşununu yollayıp kendi derilerini kurtarabilmek için yusyuvarlak yapılar yükseltiyorlardı da oturmak, uyumak, sevişmek için hep dört köşe odalar, sofalar, salonlar yapıyorlardı.
Demek ölmek, savaşmak için bir kasnak, bir çember içine girmek; konuşmak, radyo dinlemek için de ille dört köşeli odalarda bulunmak gerekiyordu.
Hani, balonsu bir odada, insanın düşünceye dalması, konuşmasını derleyip toplayabilmesi, şiir yazması oldukça güç bir iştir. Balonsu bir odanın ne sağı, ne de solu bellidir. Sağı solu belli olmayan bir yerde de kimseden ortaya bir şeyler çıkarması beklenilmemelidir.
Böylesine bir odada bir sineğin uçması bile düşünülemez. Uçmak için bir yolun kendi üzerine dönüşmemesi, yolun bir başı ve sonu olması gerekir.”
Salah Birsel’in tek romanı olan Dört Köşeli Üçgen 1961 yılında yayımlanır. Felsefi göndermeler ile öne çıkan roman; toplumdaki ikiyüzlülük, hırs, maddi menfaatlerin her şeyin üstünde tutulması gibi konuları hiciv sanatını kullanarak aktarır. Genel anlamda romanda ironik bir dil hakimdir.
Tütün Yaprakevi adlı firmada bekçilik yapan ama asıl görevinin ‘gözlemcilik’ olduğunu söyleyen kahramanımız; sokaklarda, iş yerlerinde, evlerin içinde insanların nasıl yaşadıklarını izler. Her yer gözlemcinin çalışma alanıdır.
Gözlemlerine kadınların karınlarını dinleme ile başlar…
Daha sonra kadınlar tuvaletini izlerken yakalanır.
Müdürün çalışanlardan birinin eşiyle ilişkisini ortaya çıkardığı için işten kovulur.
Dikkat çeken bir nokta da; gözlemci sadece dış dünyayı gözlemekle kalmaz. Kendi gözlemlerini de gözlemler.
Romandaki kahraman, insanları uyku halleri içinde de gözlemler.
“Uykunun; insanları boğuşmaktan, didişmekten, birbirlerinin külünü havaya uçurmaktan uzaklaştırdığını belirterek, “onlara temizlik, lekesizlik, bilgelik, dostluk duygularını aşılar. Uykuda melekler gibi olan tüm insanlar, uyandıklarında birçok olumsuz düşünce ve davranışlar içine girer”
Sadece görerek değil, tüm duyularını kullanarak gözlemlerine devam eder.
Gözlemci eve geldiğinde elektrik düğmesini açar ama oda aydınlanmaz. Bu durumda karanlık bir odada yatağa girmek zorunda kalan gözlemci yatakta onu bekleyen kediyi ancak ayağı değince fark eder. Bu sayede duyularının tamamının kullanılabileceğini keşfeder.
Sadece görerek değil, tüm duyularını kullanarak gözlemlerine devam eder. Dünyayı gözlemleyebilmek için bedenin bütün hücrelerini kullanmaya başlar. Her şeyi tadar, dinler ve dokunur.
Fırında yanarken neler hissettiğini merak ettiği için bir adamı yakmaya çalışır. Bu nedenle de akıl hastanesine yatırılır.
Gözlemci teorik bilgiden daha çok yaşanmış bilginin gerçekliliğini savunur.
“Otuz yıl tütün depolarında gözlemde bulunmuş bir profesörün vereceği felsefe dersi ile kitaplar arasında bunalmış bir profesörün vereceği ders arasında büyük ayrılıklar vardır.”
Çoğu insan kaslarını kullanmaz.
İnsanların kaslarını kullanmadığını gözlemleyen anlatıcı, insanların robotlaştığını fark eder. Sabah evinden çıkan ve yüzü gülmeyen bir patron asansörün kapısını açıp kapatırken ya da şoförün kapısını açtığı arabasına binerken kaslarını kullanmaz.
Böyle bir durumda adamın yapacağı bir iş kalmadığı için kaslarını kullanmak zorunda da değildir.
Gözlem yapıyorum, demek mutluyum!
Artık gözlemlerini kontrol altına alamaz. Bunu engellemek için uğraşır fakat sonra bir şeyi fark eder.
Mutluluk
Bu işin ona mutluluk getirdiğini anlar. Bugüne kadar bunu fark edemediği için kendine kızar. Artık yapacağı şey gözlemlerinden kurtulmaya çalışmak değil, onların bana mutluluk getirdiğine kendini inandırmaktır.
Açıyı değiştirmekte yarar var
Yaşadığımız bazı sorunların kaynağı düşünce biçimimiz ve hayata bakış açımızda saklıdır.
Bazen baktığımız yönü değiştirmekte yarar var; belki odalar dört köşeli bir üçgendir.