Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern şubat ayında görevden ayrılacağını duyurdu. Artık görevi için yeterli olmadığını ifade eden Ardern, “Devam edersem, Yeni Zelanda’ya zarar vermiş olurum” dedi. Ekim ayındaki seçimde de yarışmayacağını açıkladı. İstifası kamuoyunda yankı uyandırarak, şaşırttı. Jacinda Ardern, dünyanın en genç başbakanı olarak tarihe geçmişti.
42 yaşındaki Başbakan Ardern, televizyon yayınında yaptığı açıklamada, “6 zorlu yıldır” sürdürdüğü başbakanlık görevini, en geç 7 Şubat’ta bırakacağını bildirdi.
Jacinda Ardern’in, liderlik performansı uluslararası ölçüde ilgi çekerek Yeni Zelanda halkının da hayranlığını kazandı.
Ardern, görev süresi boyunca; Yeni Zelanda’nın tarihinin en kötü terör saldırısını, onlarca kişiyi öldüren bir yanardağ patlamasını ve dünyayı sınayan küresel bir salgını yönetti.
Ancak bu süre zarfında muhalifler tarafından çocuk yoksulluğunu azaltmak gibi önemli seçim vaatlerini yerine getirmemekle suçlandı.
Ardern bugün istifa edeceğini açıkladı. Ardern açıklamasında “enerjim kalmadı” dedi. Ardern, Yeni Zelanda’da 14 Ekim’de düzenlenecek genel seçimlerde yarışmayacağını belirtti. İşçi Partisi liderliğinden de ayrılacağını söyledi.
Ardern bu zorlu liderliği döneminde 19 Ocak’ta “Ülkenize barış zamanında liderlik etmek bir şey, kriz sırasında onlara liderlik etmek başka bir şey” diyerek çok düşündüğünü ancak istifa etmek kararı aldığını açıkladı.
“Devam edersem, Yeni Zelanda’ya zarar vermiş olurum” diyen Ardern herkesi şaşırttı ancak iz bırakan liderliği onu dünyada yakın tarihe damga vurmuş siyasetçilerden biri haline getirdi.
Jacinda Ardern çocukluğunu küçük, kırsal kasabalarda geçirdi. 1980 yılında Auckland’ın iki saat güneyindeki Hamilton şehrinde doğdu. Babası Ross bir polis memuruydu, annesi Laurell ise bir okulda aşçı olarak çalışıyordu.
Daha sonra söylediğine göre, siyasi görüşlerini şekillendirecek olan da bu kasabalar ve buralarda gördüğü yoksulluktu. 17 yaşına geldiğinde o artık bir İşçi Partisi destekçisiydi.
Waikato Üniversitesi’nde siyaset ve halkla ilişkiler alanında iletişim çalışmaları diploması aldıktan sonra Yeni Zelanda’nın o dönemki başbakanı Helen Clark için çalışmaya başladı. 2006 yılında, İngiltere‘de Tony Blair, iktidarı Gordon Brown’a devretmeye hazırlanırken, İngiltere Kabine Ofisi’nde çalışmaya başladı.
2008’de Yeni Zelanda’ya geri döndü ve milletvekili seçildi. Parlamentoda görev yaptığı süre boyunca çocuk yoksulluğunu ortadan kaldırmaya yönelik yasa tasarılarını savundu ve eşcinsel haklarını destekledi.
İkincisi kendi hayatı için de önemliydi çünkü 2005 yılında eşcinsel hakları konusundaki tutumu nedeniyle Mormon Kilisesi’nden ayrılmaya karar verdi. 2017’de New Zealand Herald’a verdiği demeçte “Hoşgörü ve nezaket üzerine odaklanmış bir dinde ayrımcılık olarak gördüğüm şeyi asla bağdaştıramadım” diyerek kararını savundu ama bazı kişiler tarafından bu kararı büyük tepki çekti.
Ardından, o yılın Mart ayında Ardern İşçi Partisi’nin başkan yardımcısı seçildi. O dönemde başbakan olmak istemediği konusunda kararlıydı.
Jacinda Ardern 2017 seçimlerinden sadece yedi hafta önce İşçi Partisi lideri oldu. O sırada anketlerde gerilerdeydiler ve kazanma şansları çok az görünüyordu. Kendisi bunun “siyasetteki en kötü iş” olduğunu söylemişti.
Ancak Yeni Zelandalılar oylarını kullandığında, İşçi Partisi en yüksek ikinci oyu almıştı. Önce Yeni Zelanda Partisi ve Yeşiller ile bir azınlık hükümeti kurmayı başardı.
‘Jacindamania’ hızla tüm dünyaya yayıldı. Trump karşıtı olarak anılmaya başlandı. Nisan 2018’de İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth ile görüşürken giydiği yerel kıyafet Maori pelerini, yani korowai ile övgü topladı. Aynı yıl hamilelik haberi ve televizyon sunucusu eşi Clarke Gayford’un evde çocuklarına bakan bir baba olacağı detayı olumlu bir adım olarak karşılandı.
2018’de Financial Times’a verdiği demeçte, “Yaptığım şeyi yapabilmemin tek nedeni, eşimin neredeyse tam zamanlı bir baba olma becerisine sahip olması”. Bu yüzden süper kadın gibi görünmek istemiyorum çünkü kadınlardan süper kadın olmalarını beklememeliyiz” dedi.
Yaptığı olumlu sayılan kararların bazıları farklı çevrelerce tepki de topladı. Açık denizde petrol aramalarını yasaklama kararı bazılarını kızdırdı ve muhalefet tarafından ‘ekonomik vandalizm’ ile suçlandı.
Ancak Mart 2019’da, 51 kişinin ölümüne neden olan Christchurch cami saldırılarının ardından ülkeyi bir araya getirecek olan ve iz bırakan Ardern olacaktı. Saldırganın bir terörist olduğu konusunda netti ve Yeni Zelanda halkını temsil etmediğini de ısrarla vurguladı.
Birkaç saat sonra yaptığı bir konuşmada, ona platform vererek onu mutlu etmeyeceğini belirttiği ve ismini vermekten kaçındığı teröriste “Bizi seçmiş olabilirsin ama biz seni tamamen reddediyor ve kınıyoruz” dedi. İsminin söylenmeyeceğini ve sadece terörist olarak anılacağını belirtti.
Önümüzdeki günlerde Müslümanları ziyaret etti, taziye ziyaretinde bulundu, sevdiklerini kaybedenleri teselli etti ve cenaze törenlerine dine uygun kıyafetlerle katıldı. Bu adımları, özellikle Trump ve aşırı sağcı yönetimlerin Müslüman toplumlara tavrının en keskin ve sıkıntılı olduğu dönemde insanlar için umut aşıladı. Ayrıca ülkenin silah yasalarında bir değişiklik yaparak tüm yarı otomatik silahların ve saldırı tüfeklerinin satışını yasakladığını duyurdu ve bu kararı ABD de dahil olmak üzere diğer ülkelerde soru işaretlerine yol açtı.
Ardından Aralık ayında bir başka trajedi yaşandı. Bu kez Whakaari’de bir yanardağ patlaması meydana geldi.
Çoğu Avustralya ve ABD’den gelen turistler olmak üzere 17 kişi hayatını kaybetti. Bayan Ardern yine ülkeyi yasa boğdu.