Tüm toplumlarda en küçük ama çekirdek birlik aile birliğidir. Belirli bir yaşa gelen gençler aile birliğini kurmak üzere sevdikleri insanlar ile evlenirler.
Ekseriyetle gaye de çocuk sahibi olmak, anne veya baba olmanın hazzını tatmak, aynı zamanda neslinin devamı için bir evlat sahibi olmak istenir.
Bu arzundan da öte genelde bir güdüdür. Bugün tüm anne-babalar ideal bir evlat yetiştirebilmiş olsalar yeryüzü adeta bir cennet bahçesine dönerdi.
Kasıtlı yapılmasa dahi gözümüz gibi sakındığımız çocukları ister istemez çok iyi yetiştiremiyoruz. Bunda en büyük etken bebekken evde yaşanan birtakım olayların “bebektir daha anlamaz” mentalitesinden kaynaklandığını düşünüyorum.
Zira bebeklerin öğrenmeye en fazla açık oldukları dönemin 0-6 yaş arası olduğunu bilim bugün kanıtlamış durumda. Bebekler olsun, çocuklar olsun söylediklerimizden ziyade yaptıklarımızı yapma eğilimindedirler. Yani bizleri model alıyorlar. Elbette televizyonların da etkisi yadsınamayacak kadar çoktur.
Bize dışarıdan sevimli gibi gelen çizgi filmleri biraz incelediğimizde içeriklerinde ne denli şiddet, öfke gibi unsurları barındırdığını gözlemleyebilirsiniz. Bugün popüler olan çizgi filmlerin hemen hepsinde maalesef negativite mevcut.
Bebeklerinin steril bir gıda almasına, organik beslenmesine önem veren ebeveynlerin asıl ruhsal kirliliğe sebep veren etmenleri göz ardı etmesi gerçekten trajiktir. Aynı şekilde dışarıdaki sıkıntılarını eve yansıtan bir baba, sadece evde ses tonunun yükselmesinin dahi bebek için bir travma olduğunun farkında olmaktan çok uzaktır.
Hatta bunu bir adım öteye taşıyalım. Bebeğin gözü önünde bir şiddet veya bir tartışma yaşanmasa dahi annesinin içinden çıkmış olan bebek annenin içini okur. Annenin mutsuzluğunu derhal hisseder.
Ama mutlu, sevgi dolu kelimelerin sarf edildiği ailelerin çocukları ileride hem çok başarılı hem de toplumda sevilen bireyler olarak yerini alacaktır. Kendi ellerimizle bir deha da bir zalim de yetiştirmemiz mümkündür.
Size şaka gibi bile gelse, küçükken “ablalara pipini göster bakalım” dediğiniz çocuğunuzun ileride bir tacizciye dönüşmesi sizin eseriniz olacaktır.
Ben yine pozitif pencereden bakmayı tercih ederek Dünya’nın büyük oranda kötülükten arındırılabileceğine inanmaktan kendimi geri almıyorum. Tek formül ise çocuk yetiştirmenin EHLİYET’e tabi olması.
Bu olmazsa kati surette hiçbir şey düzelmeyeceği gibi hızlanarak daha da kötü bir dünya bizleri bekliyor demektir.
Bugün bir araç kullanmak için kursa gitmemiz gerekmekte. Bu kurs sonunda ancak uygun görülürse bir ehliyet alıp bir aracı trafikte kullanabiliyoruz. Bir işe girmek için bizden eğitimimizle ilgili bir diploma isteniyor.
Belirli bir yaşa geldiğimizde bankadaki paramızı dahi akli dengemizin yerinde olduğuna dair bir evrak getirmeden çekemiyoruz. Ama ne acıdır ki çocuk yetiştirmek serbest ve özgür. Bizlerin ellerinde yoğrulan bu tertemiz hamurlar bazen yaşama çok acı faturalar ödetebiliyor ve suçlanan ise anne-babalar dahi olmuyor.
Artık yetişkin olan bireyin hem kendisi hem de mağdur ettiği kitle cezasını çekiyor.
Ben evlenmek için de bir eğitime gerek olduğunu ama çocuk yetiştirmenin ise ciddi bir imtihana tabi olması gerektiğini, bu sınavı geçemeyenlerin bebeklerinin belirli bir yaşa kadar devlet koruması altında kalması gerektiğine canı gönülden inanıyorum. “Benim çocuğum, kime ne” mantığı çok yanlıştır.
Çocuklar toplumundur. Yarın öbür gün toplumda nasıl bir birey olacağının ilk günden önlemini almazsak kendimizden başka suçlu aramak da yersizdir.
Fırsatlar insanları bekler, insanlar da fırsatları. Kazanan hep mazeretler olur.