Sevgi, mecburi bir istikamet değil hakiki bir oluş, içsel özgürlüğün coşkun halidir.
Görev olarak seviyor gibi davranmak, zorlayıcı koşulların zihinsel kalıplar doğrultusundaki hakimiyetidir.
Sürüden ayrılmak, bir bilinmezliğe ilerlemek, alışılmışın dışına çıkıp kendini gerçekleştirmek, robotlaşmış ve kalıplaşmış düşüncelerle baskılayıcı ve zorlayıcıdır.
Hali hazırda bulunan düzen sizi aşağı çekiyorsa; buna razı olmak, muhtemel korkuların ve kaygıların sizi ele geçirmiş olmasıyla ilgilidir.
Ya hiçbir şeyin farkında olmadan yaşamak için yaşıyorsak ???
Bu elbet kişi üzerinde çok daha zorlayıcıdır.
Konfor alanı diye dile plesenk olmuş bir “Kişisel Gelişim” kavramı var ki herkes bilir; buna kendini kandırıp bulunduğu koşulları terk etmemek için olduğu yere mühürlenip kalmak da diyebiliriz.
Konfor alanı, korkuların insanı ele geçirdiği zihniyetin oluşturduğu düzendir.
Bu alan,sizin maddi manevi imkanlarınızdan çok, korkularınıza teslim olduğunuz kadar size hükmederek duygu ve düşünceleri baskılamaktan başka bir işe yaramaz.
İşin esası ,Bulunduğunuz yerden çok zihninizdeki konfor alanından çıkarak kendinize gelebilirsiniz. Aksi takdirde aynı kodlarla kısır bir döngü içinde sürekli tekrar eden, benzer olayların altında, dış dünyayı şikayet ederek yaşamaktan bıkmış hale gelebilirsiniz.
Gelişim, en çok zihinle ilgilidir. Aynı özgürlüğün de sizi bağlayan zihni koşullanmalardan kurtulup yüksek bir farkındalıkla içsel huzuru yakalayabilmek gibi.
Düşüncelerin hükmü altında özgürlükten bahsetmek nefsi kontrolün insanı ele geçirip yönetmesinden başka birşey değildir.
Zihniyetlerin, ataların ve toplumsal kalıplaşmış düşüncelerin dışına çıkmadan benliğin esareti altında hareket etmesi, dünya hayatındaki oyunda, fikren ve ilmen yerinde sayan bilinçsiz bir oyuncu olmaktan ibaret olacaktır.
Vakti geldiğinde herkes kendini gerçekleştirmeli ve içsel özgürlüğünü kazanmalıdır.
Ancak düşünceleri yaratan “BİZ” olduğumuzu idrak edebilirsek dünya yükünden arınarak gerçeği algıladığımız ölçüde istidadımızı da açığa çıkarabileceğiz.