Evliya Çelebi’nin “Eski Dar”ı ve Türkler ’in Sevgili Üsküdar’ı

OSMANLI ÖNCESİ ÜSKÜDAR

Antik çağın “Khrisopolis”i, Perslerin “Hrisopolis”i Roma Döneminin “Scutari”si Bizans’ın Skudarium”u, Farsça’nın “Askadar”ı, Evliya Çelebi’nin “Eski Darı ve Türkler ’in Sevgili Üsküdar’ı.

Üsküdar, İstanbul’un fethine şahit bir şehir. Hatta İslâm orduları, İstanbul’u fethetmeye geldiğinde onları ilk karşılayan ve misafir eden mahal. Yine Selçukluların İstanbul’u gördükleri ilk yerdir Üsküdar. Bundan sebep Yahya Kemal şöyle der bu müstesna belde için: “Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?”

Her şehrin tarihi o şehrin sakinlerinin de tarihidir. Yüzyıllar boyu bağrında nice sakinlerine kucak açan Üsküdar, İstanbul’un fethinden neredeyse bir buçuk asır yıl evvel Türk egemenliğine girmiş ve daha o çağlardan itibaren “kutlu bir diyar” olma yolunda hızla ilerlemiştir. Tarihi yarımadanın karşısında, alabildiğine geniş bir İstanbul peyzajına açılan müstesna konumuyla Üsküdar, Asya topraklarının başladığı bir köprü başıdır. Antik çağlardan beri doğal dokusunun güzelliği sayesinde Ön Asya-Avrupa arası ulaşım kolaylığı sağlayan Boğaziçi’nin açılım noktasında bulunan Üsküdar, her zaman bir cazibe merkezi olmuştur. Bu özel durum; Üsküdar’ın sık aralıklarla istilâlara, farklı egemenlikler altında kalmasına yol açmıştır.

Üsküdar’ın tarihine yakından baktığımızda M.Ö. 1000’li yıllara uzanan bir tarihçe buluruz.

 
 

29 Mayıs 1453’te İstanbul’un fethedilmesinden sonra Üsküdar hızla gelişme göstermiştir. Üsküdar daha önce küçük bir Anadolu kasabası görünümünde iken İstanbul’un fethinden sonra bir şehir dokusunu oluşturacak ilk nüveler kendini belli etmeye başlamıştır. Fatih devrinde, Üsküdar adeta yeniden kurulmuştur. Salacak’ta kendi adıyla anılan bir mescit yaptırmış ve Üsküdar’ın Osmanlı klasik şehir dokusuna uyan ilk mahallesi ortaya çıkmıştır. 

Üsküdar’ın her dönemde ayrıcalıklı bir konumda bulunması sosyal hayatta da kendini göstermiş, şehrin Müslüman sakinleri Üsküdar’ı bir Kâbe toprağı saymışlar, Museviler tarafından da Kuzguncuk bölgesi Kudüs toprağı diye sıfatlandırılmıştır. Şehrin, Kâbe toprağı sayılmasının sonucu hac yolculuğunun ilk durağı her dönemde Üsküdar’da olmuştur.

PİRİ REİS’İN OLDUĞU DÜŞÜNÜLEN VE 16. YÜZYILIN ORTASINA TARİHLENEN İSTANBUL HARİTASINDA ÜSKÜDAR DETAYI

Üsküdar, sosyal tarihimizde kimi ilklerin de şehridir. İlk posta yolunun Üsküdar’dan Kartal’a kadar uzanan bir güzergâhta, II. Mahmud döneminde açılması ve bu açılışa bizzat II. Mahmud’un katılması, İstanbul deniz ulaşımında ilk araba vapurunun yine Üsküdar’da hizmete girmesi, bilim tarihimizde farklı bir yeri bulunan Üsküdar Matbaası’nın III. Selim zamanında Selimiye Mahallesi’nde faaliyet göstermesi, Türk resminin başlangıç noktasını Üsküdar yapacak kadar önem taşıyan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kuruluşunun, dönemin Üsküdar mutasarrıfının onayı ile Üsküdar’da gerçekleşmesi, hemen ilk elde sayılabilecek hususlardır.

M.Ö. 1000’lerden beri bilinen ve oturulan, Bizans’tan kalan yegâne eser Kız Kulesi ile farklılaşan, Osmanlı devrinde bir oya gibi itinayla işlenen ve güzelleşen, denize açılan ve hiçbirinin, diğerinin görme hakkını engellemediği yalıları, cumbalı güzelim ahşap evlerin süslediği sokaklarıyla, korularıyla, köşkleriyle, çarşıları ve hamamlarıyla, camileriyle, kiliseleri ve sinagoguyla Üsküdar, adı kendisine en çok yakışan altın şehirdir.

Bir Osmanlı kenti olarak Üsküdar’ın, kentsel-mekânsal biçimlenişini ve kurulumunu anlamak için Osmanlı öncesi dönemlerdeki durumu önemlidir. Üsküdar’la ilgili Osmanlı dönemi öncesine ait çok fazla tarihsel belge ve fiziki veri bulunmadığı için Üsküdar’ın kentsel dokusu hakkında bilgilerimiz de oldukça kısıtlıdır. En somut buluntular Marmaray Kazıları sırasında ortaya çıkarılmıştır. Marmaray Kazılarının Üsküdar ayağında yapılan arkeolojik çalışmalarda Bizans, Roma, Helenistik dönemlere ait buluntular ele geçmiş, bulunan çanak çömlek parçaları Üsküdar’ın geçmişinin en azından arkaik döneme, milâttan önce VI-V. yüzyıllara kadar uzandığını kanıtlamıştır.

Üsküdar’ın Osmanlı öncesinin fiziksel-morfolojik yapısı hakkında fikir verebilecek yegâne veri Floransalı bir keşiş olan Cristoforo Buondelmonti’nin Liber Insularum Archipelagi adlı el yazması eserinde bulunan haritalardır.

Üsküdar XVIII. yüzyılda camileri, yeni mimari zevki temsil eden meydandaki çeşmesi, ölümün sükûnetini sergileyen mezarlıkları tekkeleriyle büyük şehrin inziva semtiydi.

Üsküdar’ı Müslüman İstanbul olarak gösterenler vardır. Doğru, ancak büyük şehrin bütün dini etnik renkliliğini Üsküdar’da da her semtteki kadar görmek mümkündür. Üsküdar her köşesi ile özgündür, hatta betonlaştığı şu dönemde bile İstanbul’un hiçbir semti onun kadar güzellik ve çirkinliği ve karmaşıklığı bir arada barındırmaz. Üsküdar her zaman İstanbul’un biriciği olmuştur. İstanbul’u bu kadar yoğunlukla gören güzelliğini ve çirkinleşen yanlarını her saat yaşayan bir başka semt yoktur.

Kız Kulesi’ne döndüğümüzde sahildeki Şemsipaşa Camii, ardından Üsküdar Meydanı ve tepelere doğru uzanan yeşillikler arasındaki konaklar bir geniş tiyatro sahnesini andırır. Yüzyıl önce Edmondo de Amicis öyle diyor; Üsküdar’da sokaklara daldığımızda iki bin yılın soylu şehrin kalıntılarına rastlarsınız. Kötü şehirleşmeye rağmen yer yer var olan güzellikler ‘buradayız’ diye feryat ediyor. Bu manzaralar, Üsküdar’ın 1960 yıllarına kadar var olan havasının kalıntılarıdır ve belki tarihi bir duyarlılıkla geçmişe bir kısa seyahat imkânı verebilir.

İskeleye çıktığımız zaman meydanın en güzel yerinde, Mimar Sinan’ın en mükemmel eserlerinden biriyle karşılaşırız; ince minareleri ve çevreyi güzelleştiren biçimi ile bu cami İstanbul’daki iki Mihrimah Camii’nden biridir. Kanuni’nin kızı Avrupa’dan gelenleri Edirne Kapısında Asya’dan gelenleri Üsküdar meydanında şaşalı ve zevkli iki camiiyle büyüleyen bir ev sahibesidir. Güneye yönelip sahili izlediğimiz zaman Sinan’ın Şemsi Ahmed Paşa Camii’ne ulaşırız ve bu sahilden bu güzel eserden İstanbul’un güzelliğini seyrederiz. İki cevher arasında Üsküdar, İstanbul’un tarihi ve coğrafya bilincine erişmek için bulunmaz bir köşedir. Ünlü vezir Şemsi Ahmed Paşa 1580′de bu camii yaptırmıştır.

Üsküdar’ın güzelliği ihtişamdan çok sükûnettedir. İhtişam karşıdadır ve bu sakin semtin üstünden daha çarpıcı olarak görülür.

Camiden güneye Salacak’a doğru yürüyelim. Güzelliklerle yıkımın birlikte rastlandığı bir yürüyüştür. Eski evlerin ve biraz yeşilliğin ortasında XV yüzyıl Osmanlı mimarisinin ilginç bir örneğine rastlarız, 1471′de yapılan Rum Mehmed Paşa Camii İstanbul’da Bizans’ın etkilerini belirgin biçimde taşıyan geçiş devri mimarisinin nadir ve canlı bir örneğidir.

Üsküdar’ın etrafa hâkim bir tepesi de ayazmadır. Sultan III. Mustafa ‘nın yaptırdığı cami bu nedenle Ayazma Camii olarak adlandırılır. Ayazma Cami, XVIII. yüzyılın ikinci yarısındaki baroklaşan İstanbul’un ilginç mimari eserlerinden biridir. İstanbul tarafında Laleli Cami’de aynı padişah yaptırdığı barok incilerden biridir.  Camiden Doğancılar Caddesi’ne çıktığımızda Mimar Sinan’ın 1559′da yaptığı başka bir eserle karşılaşırız. Hacı Mehmed Paşa Türbesi. Aynı sokakta Osmanlı mimarisinin iki eseri; sokakla ve çevreyle ve birbiriyle bütünleşir.

Yola devam ettiğimizde, İstanbul’un en büyük yeşil alanlarından biri, her köşesinde tarihin bir anısı olan, her taşında tarihin renkli tiplerinden birine rastlayabileceğimiz KaracaahmetMezarlığıyla karşılaşırız. Büyük mezarlık, ölümü hatırlatan bir soğuk alan değil yaşamla ölümün kaynaştığı adeta bir kalabalık meydan gibidir.

Üsküdar, dingin ve dinlendirici İstanbul’dur. Bugün dahi mahalle hayatı ve komşuluk ilişkisi sıcaktır. Çarşıyı gezenler halkın damak zevkini anlar ve bu yüzden Kanaat Lokantası gibi lokantalar bu semttedir.

İskeleye doğru yolumuza devam edersek, Ahmediye Külliyesi’ne rastlarız. 1722 yılında Eminzade Hacı Ahmet Paşa tarafından yaptırılan bu külliye cami, türbe, tekke ve dershaneden oluşur. Uzun yılların hoyratça kullanımı yüzünden ağır bir tahrip görmüştür. XVIII. yüzyıl başında barok mimariye geçişi simgeleyen bir külliyedir. 

Doğuya doğru yürürsek, Valide Kösem Mah-peyker Sultan’ın yaptırdığı Çinili Cami gözleri ve gönülleri zenginleştirir.

ÜSKÜDAR’DAN BOĞAZIN GÖRÜNÜMÜ (1880-1893)

ÜSKÜDAR’IN KADIKÖY’DEN GÖRÜNÜMÜ

ÜSKÜDAR’DA GEZİLECEK YERLER

  • Kız Kulesi:

Salacak sahilinin 150-200 metre açıklarında bulunan Kız Kulesi İstanbul’un en önemli simgelerinden biri haline gelmiştir. Denizin üzerinde inşa edilmiş Kız Kulesi güzelliğiyle de kendine hayran bırakıyor. Kız Kulesi’ni karşıdan izleyebileceğiniz gibi aynı zamanda vapur seferleriyle içerisine de gidebilirsiniz. 

KIZ KULESİ

  • Fethi Paşa Korusu:

Büyük bir alana sahip Fethi Paşa Korusu tepede kalmaktadır. Bu özelliğinden dolayı geniş bir boğaz manzarasına sahip olan koru sık sık ziyaretçi almaktadır.

FETHİ PAŞA KORUSU

  • Beylerbeyi Sarayı:

İlçenin Beylerbeyi semtinde bulunan saray Avrupa barok tarzı mimarinin izlerini taşımaktadır. Saray 70.000 metrekarelik bir alana inşa edilmiştir.

BEYLERBEYİ SARAYI

  • Çamlıca Tepesi:

260 metrelik bir yüksekliğe sahip olan Çamlıca Tepesi sık sık İstanbul Boğazı’nı izlemek isteyenler tarafından tercih edilmektedir. Büyük bir alana sahip olan Çamlıca Tepesi Büyük Çamlıca ve Küçük Çamlıca olarak iki alana ayrılmaktadır.

ÇAMLICA TEPESİ

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.