Yazı yazmak için bilgisayarımın başına oturduğumda ne yazsam diye düşünürken buldum kendimi. Oysa çoğu zaman yazmak istediklerim kendiliğinden dökülür zihnimden tuşlara… Doğrusunu söylemek gerekirse yine hızla yazabileceğim duygularla doluyum ama bundan önce birkaç kez çalışma arkadaşlarımın ve özellikle yazı işleri müdürümüz Metin Yazıcı’nın, “lütfen olumsuz, mutsuz şeyler yazma. Neşeli, cıvıl cıvıl, insanları mutlu edecek konularda yaz” diye sıkı sıkı rica etmelerinin etkisi oldukça fazla sanırım…
Bir süre düşündükten sonra arkadaşlarımdan özür dileyerek yazımda; bu sıralar biraz yorgun, biraz mutsuz, biraz sıkıntılı ruh halimin beynime ve yüreğime gönderdiği sinyalleri yazıya dökerek sizlerle paylaşmak istiyorum.
Her zaman mutlu, umut dolu, neşeli, aşklı, coşkulu, motive edici yazılar yazmak mümkün olamıyor. Neden mi?
Çünkü bazen her şey anlamsızlaşır, boğulur gibi hisseder insan kendini. Masalar sandalyeler üzerine gelir. Seni anlamayan, boş konuşan, boş bakan insanlarla sonuçsuz cümleler paylaşmak zorunda kalırsın. Ayrılamazsın o ortamdan ne kadar istesen de. Hayatın gerekliliğidir bu, kurmuş olduğun düzenin getirdikleridir. Konuşursun, aklın yüreğin başka yerlerde, başka diyarlarda. Başka zamanlarda, başka mekanlarda olmak istersin hep. Bu umutsuz bir çabadır bilirsin ama istersin de bir taraftan. Gözlerine bakarsın çevrendekilerin. Farklı bir ışık, farklı bir açı yakalamaya çalışırsın. Yoktur, tekrar tekrar baksan da. Belki değişir bir gün diye aynı gözlere bakarsın için titreyerek.
Sokaklar kalabalıktır ama ıssız olsa keşke dersin. Gökyüzü berraktır ama hafif yağmur istersin. Sevgilin aramıştır aslında ama “niye daha önce aramadı ki” dersin. Karanfil almıştır sana papatya koklamak istediğini düşünürsün. Radyoda anılar serisinden hafif bir müzik vardır, Sezen’den bir parça olsaydı da dinleseydim diye dertlenirsin. Olur bazen değil mi herkese bunlar? Olduğunu söyleyin lütfen. Çok sık olmasa da olduğunu söyleyin ne olur…
Olması gereken, doğrusu böyledir diye bilinen şeyler vardır ya, işte onlar kalıplaşmış düzenin insanları yapıyor hepimizi. Ve Mutluluk ya da mutsuzluğumuzun sınırları da başkaları tarafından çiziliyor. Özellikle de mutsuzluğumuzu yaşama, gösterme hakkımız elimizden alınıyor. İçi farklı dışı farklı bireyler haline geliyoruz. İfade edemiyoruz duygularımızı. Bencil olmak, sahip olduğumuz nimetlerin değerini bilememek, abartmak, sabırsız olmak vb. şeylerle suçlanıyoruz. Aslında nasıl hissediyorsan öylesindir. Zaman gelir bağıra çağıra şarkılar söylemek gelir içinden. Çünkü yaşadığın güzellikler içine sığmayacak kadar mutlu etmiştir seni. Ve bu duygularını herkesle paylaşmak istersin.
Ama zaman gelir ağlamaya bahane ararsın, en küçük bir şeyde gözlerin ıslanır, dudakların titrer. Çünkü yorulmuşsundur. Çünkü çırpındıkça sanki umutların derin sularda boğulmaya başlamıştır. İçin kabarır, gözlerin dalar gider. Olur değil mi herkese bu? Olduğunu söyleyin ne olur… Bağıra çağıra şarkılar söyleyip, olumlu, neşeli, coşkulu konuşup ya da yazıp mutluluğunuzu nasıl ifade ediyor, çevremizi motive ediyorsak, zor zamanlarımızda, mutsuzluk hallerimizde de bunu anlatmak, paylaşmak bizi bir parça da olsa hafifletir, nefes almamıza yardım eder. Ne dersiniz…
Yaşamın bizlere bir armağan olduğunu biliyorum. Hayatı ve bize verdiği her şeyi seviyorum… Ama arada bir uzaklaşma, memnuniyetsizliğimi gösterme fırsatı verin ne olur…