Odanın bir köşesinde Turgut’la yanyana oturmuş,uzak köşedeki Grundig marka siyah-beyaz televizyonda,başrollerini Ediz Hun ile Gülşen Bubikoğlu’nun eşit olarak paylaştıkları “Yüz lira ile evlenilmez” isimli filmi seyrediyorduk…
Yanımızda,evine misafirliğe gittiğimiz İbrahim de vardı..
Oturduğumuz yerle televizyonun arasında,duvarın yanında,yuvarlak kömür sobası yanıyordu…
Dikkatimi filme vermiştim,odaya birinin girdiğini görmedim..
Başımı çevirdiğimde çok geç kalmıştım.Odaya giren çok güzel bir kızın yanıma kadar gelip gözlerime bakmasına,engel olamamıştım..
Elini uzattı,hoş geldiniz dedi..
Turgut’la ayağa kalktık,Turgut “Hoş bulduk” dedi,ben,elini sıkıp gözlerine bakarak “Aşk bulduk” dedim..
Sonra sanki dilim sürçmüş gibi yapıp “Hoşbulduk” diye düzelttim..
Ama lafım etkisini göstermiş,kızın yanaklarında kalp şeklinde kızarıklıklar belirmişti çoktan..
Turgut’la birlikte misafirliğe gittiğimiz bir arkadaşımızın evinde,arkadaşımızın komşusunun Leyla isimli kızını görür görmez sevmiş,sever sevmez aşık olmuştum…
Hem de Kahtalı Mıçı’nın “Senin için onbeş sene yatalım mı?” dediği türden bir kıza..
Daha sonra birahanede bu konuyu konuşurken Turgut bana “Onun için 15 sene yatar mıydın” diye sormuş ben de “Yatardım” demiştim..
Sonra konuyu biranın etkisiyle bir kız için en fazla ne kadar yatılabilir diye gereksiz yere uzatmış,kızına ve aşkına göre değişkenlik gösterse de en ideal sürenin beş sene olduğunda karar kılmıştık..
Ben “Keşke hep öyle olsa”demiştim..”Evlenmek isteyen her erkeğe,evleneceği kız için,evlenmeden önce beş sene yatma zorunluluğu getirilse.Böylece evliliğin de karılarımızın da kıymetini bilirdik..”
Turgut “İyi olurdu ama..” demişti, “Onun da bedellisini çıkarırlardı,zengin beş seneyi parayla öder,yine garibanlar yatardı hapiste..”
Sonra biraları tazelemiş başka konulara geçmiştik….
— Sonra ne oldu?
— Sonra,birkaç kişi daha geldi eve…
Onların kimler olduklarını hatırlamıyorum..
Gecenin ikisine kadar muhabbet ettik ama benim aklım fikrim,bütün dikkatim Leyla’daydı..
Aradabir kaçamak bakışlar atıyordum,farkedeceğini anladığım anda bakışlarımı kaçırıyordum..
Saymadım ama gece boyunca yaklaşık 50-60 bakış atmışımdır..
Sonra korkunç bişey oldu..
— Ne oldu??
— Sağ ayağımdaki çorabın başparmak ucunda küçük bir delik olduğunu farkettim!.
— Hadi ya??
— Evet..
— Ne yaptın peki?..
— Çaktırmadan sol ayağımı,deliğin olduğu yere,sağ ayağımın üzerine koydum.
— Ama farketmiştir.
— Bence de…
Ama ben nereden bileyim,hayatımın aşkına o gece rastlayacağımı?..
Bilsem,gitmeden önce her tarafımı kontrol etmez miyim?..
Bilsem,iki tane çorabı üstüste giyer,iki çorap da ne olur ne olmaz diye ceketimin cebine yedek diye koyar giderdim..
Şimdi bazan düşünüyorum da,o gece çorabımın başparmağının ucu delik olmasaydı,her şey başka türlü olabilirdi..
— Kader işte..Kader bazan bize böyle küçük oyunlar oynamayı sever..Sonra?..
— Sonra,gecenin ikisinde çıktık arkadaşımızın evinden Turgut’la…
Issız caddenin tam ortasından evlerimize doğru yürürken Turgut bana “Oğlum,burası İstanbul’a benzemez,burda bizim kızlara öyle dilinin ucuna gelen herşeyi söyleyemezsin” dedi.
Leyla’nın bize “Hoşgeldiniz” dediği zaman, benim “Aşkbulduk” diye karşılık verişimi kastediyordu.
Turguta “Neden?.” diye sordum..
— Çünkü,ayıp…dedi.
— Aşk ayıp mı moruk?.diye sordum,
— Sktir lan!..diye cevap verdi..
Ben de “Sen sktir!.” diyerek Turgut’a çift daldım,sürükledim,götürüp yolun kenarındaki birikmiş karların üzerine attım…
Buz gibi soğuk kışın,bulutsuz,ayazlı gecelerinden biriydi ama ben aşktan gürül gürül yanıyordum…
Tepemizde yıldızlar,mısır gibi patlıyor,parlak beyaz çiçeklere dönüşüyorlardı..
Turgut’a gökteki yıldızlardan en parlak olanını gösterdim.
— Turgut?
— Ne var lan?
— Şu yıldızı görüyor musun?.Şu en parlak olanı?
— E-ee?
— O yıldızın adını “Leyla” koyuyorum..Bundan böyle o yıldızın adı “Leyla yıldızı..” Sen de şahidimsin..
— Hadi lan!..Yıldızlara öyle kafana göre isim takamazsın..
— Geç kaldın dostum,taktım bile..Bundan sonra o benim yıldızım…..
……..
— Niye sustun?
— Sustum çünkü,kırk sene boyunca her gece,gökteki o yıldızı gören pencereli evlerde uyudum…
Uyumadan önce perdeyi aralayıp gökyüzüne baktım,hava kapalıysa huzursuz,hava açık ve yıldızımı görmüşsem huzurlu uykular uyudum…
— Kavuşamadınız yani?
— Kavuşamadık..
— Neden?
— Aşk yetmedi…Aşk yetti de,para az geldi..Paran olmadı mı olmuyo..
— Doğru söylüyosun..Yüzde elli aşk,yüzde elli paran olacak..
— Benimki seksenbeşe onbeş falandı..
— Başkasıyla mı evlendi?
— Başkasıyla evlendi…Ama bir beddua ettim,bir beddua ettim…
— Ne dedin?
— İnşallah mutlu olamazsın dedim..
— Olamadı mı?
— Olamadı.
— Nerden biliyosun?
— On sene sonra ben bunu İstanbul’da bi pavyonda gördüm..
— Yapma ya??
— Evet…Oktay diye bi arkadaşla bigün pavyona gittik..
Ben gitmem pavyona da,Oktay ısrar edince,arkadaşımdır,ilerde ondan bi çıkarım olabilir diye kırmadım,gittim..
Oturduk,iki tane kız geldi masamıza..
— Bi tanesi Leyla??
— Evet..Ama o beni tanımadı…Tuğçe diye tanıttı kendini..Ben de, “Ekrem” dedim.
— Ekrem?
— Ekrem Bora’dan..
— Vay be…Demek bedduan tuttu..
— Tutmuş…Ben nerden bileyim tutacağını?
— Bilsen etmezdin?
— Yok,daha büyüğünü ederdim..
— O kadar mı kırdı seni?
— Kırdı..Unufak etti..İki sene kendime gelemedim..Sarhoş gibi dolaştım..Hayali gözümün önünden gitmedi.Kimi görsem ona benzetiyordum..
— Öyledir,sevgilinden istemeden ayrıldın mı,kimi görsen ona benzetirsin.
— Aynen aynen..Sokakta rastgele bir kız görüyorum,ona benzetiyorum..Markete gidiyorum,kasadaki kızı ona benzetiyorum..Teyzem bize misafirliğe geliyor,teyzemi ona benzetiyorum..Babam akşam işten eve geliyor,babamı ona benzetiyorum..Aynaya bakıyorum,kendimi ona benzetiyorum..Kahvede arkadaşlarla okey oynuyoruz,siyah sekizliyi ona benzetiyorum..
— Siyah saçlı mıydı?
— Evet..
— Ne yaptınız,ne konuştunuz?
— Kimle?
— Tuğçe’yle.
— Tuğçe kim?
— Dedin ya,pavyona düşmüş,masamıza geldi diye..
— Haa,onu diyosun…Ne konuşacağız..Havadan sudan işte…Yaşlanmııış…Çirkinleşmiiiiş…
— Sen ayrıca çirkinleşsin diye de beddua etmiş miydin?
— Yok,ben sadece inşallah mutlu olamazsın diye beddua ettim.Demek ki mutlu olmayınca çirkinleşiyo insan..
Aslında acıdık da çağırdık masamıza..
Şimdi bu çirkin ya,kimse bunu masasına çağırmıyo,geldi masamıza, yalvardı,hiç siftah yapmadım dedi..
Ben yine acımazdım da,Oktay yufka yüreklidir.Daha önce esnaflık yaptığı için siftah yapmamanın ne demek olduğunu bilir.O çağırdı,oturttu masaya,içki söyledi..
Baktım bu löp löp içkileri bi dikişte bitiriyo.
— Sarhoş oldu?
— Yok yahu..İçtikleri içki değil ki..Şöyle çay bardağı kadar bi bardakta,elma suyu mudur nedir,öyle bişey.
— Seni tanımadı?
— Tanımadı.
— Ne konuştunuz?
— Ben buna nerelisin diye sordum..
— Cevap verdi mi?
— Verdi.
— Ne dedi?
— Erzurumluyum dedi.
— Yalan?
— Yalan tabi..Ben de bu sefer,ben dedim Erzuruma çok gittim,iyi bilirim dedim.
— Yalan?
— Yalan tabi…Erzurumun neresindensin dedim “Palandöken”dedi..
— Yalan?
— Yalan tabi..Bu sefer ben “Palandökene de çok gittim,Palandöken’in neresindensin?”diye sordum,Palan tarafındanım dedi.
— Palan?
— Evet..
— Yalan?
— Evet…Sonra ben buna,ben Palan’ı da iyi bilirim,Palan’ın hangi köyündensin dedim..
— Ne dedi?
— Sıkıştım dedi.
— “Sıkıştım köyü?..”
— Yok,yani tuvalete gidesi gelmiş.
— Sen çok sıkıştırdın ya kızı,onun için sıkışmıştır..
— İki bira daha söyleyelim mi?
— Söyleyelim…Bakar mısın bilader?!
— Bi de patates söyleyelim..
— Söyleyelim..Sonra ne oldu?.
— Kız iki sene sonra pavyon işlerini bırakıp memleketine dönmüş..
— Nerden biliyorsun?
— Biliyorum işte…Memleketine döndüğü gün,o geceyarısı uyurken deprem oluyo..
— Yok ya??
— Evet..Bitek bunun ev yıkılıyo..Gardrop üzerine devriliyo,iki kolu,bi bacağı kırılıyo..
— Yapma yaa??..Ulan sen de amma beddua etmişsin kıza..Sonra?
— Sonra hastaneye yatıyo tabi..Altı ay hastanede kalıyo,tam hastaneden taburcu olacak,bigün önce hastanede yangın çıkıyo.
— Yangın?
— Evet..Bunun yattığı odadaki elektrik kontağından çıkıyo.Bitek bu yanıyo..
— Bitek o?
— Evet..Yüzünde,vücudunda birinci derece yanıklar..Ameliyat üstüne ameliyat,iki sene daha kalıyo hastanede.
— Sen nerden biliyosun?
— Biliyorum işte..
— Sonra?
— Hastaneden çıkıyo,evine gidecek,taksiye biniyo,
— Taksi yolda kaza yapıyor deme!.
— Sen nerden biliyosun?
— Biyerden bildiğim yok,gidişat onu gösteriyor..Kaza mı yapıyor?
— Kaza yapıyor.Taksi 36 takla atıyor,bu camdan fırlıyor,yolun kenarındaki bir ağacın gövdesine kafasını çarpıyor.
— Ulan ne beddua etmişsin be!..Sonra?
— Kendine geliyo,ayağa kalkıyo,hava yağmurlu gök gürlüyo şimşek çakıyo falan,bunun üzerine yıldırım düşüyo.
— Oha!..Ölüyo mu?
— Yok.Orda ölmüyo.
— Nerde ölüyo?
— Ambulans geliyo bunu alıyo,hastaneye giderken ambulans bi virajı alamıyo denize uçuyo..
— Yok artık!..Oğlum sen nasıl sevdin?.Nasıl bi beddua bu?..Öldü mü kız?
— Yok..Çıkarıyorlar bunu,suni teneffüs falan,o sırada beş tane yabani köpek saldırıyor,bunu parçalıyorlar,ordan geçen bir uçak da bunun üzerine düşüyo..
— Uçak?
— Evet.
— Yabani köpekler??
— Evet..
— Oğlum sen benle kafa mı buluyorsun?
— Niye?
— Baştan beri palavra sıkıyorsun değil mi?..Kıza hiçbişey olmadı..Seni reddetti diye çok kızdın,kendini rahatlatmak için böyle hayaller kuruyorsun?..
— ……..
— Pavyon mavyon hepsi yalan?
— ………
— Beddua falan da etmedin?..
— ……….
— Etmedin di mi?
— Etmedim.
— Niye?
— Kıyamadım..
— Ulan ne adamsın..İki bira daha söyleyelim.
— Tamam.Patates de söyleyelim…..