GÖNÜL KÖPRÜLERİ

Kişilerin davranışlarına yön veren ve iç dünyasını dolduran duygular manzumesi gönül olarak kabul edilir. Ana gövde görevi üstlenen kalb ile tali uzuvları oluşturan akıl, zeka, duyular, bilgiler, idrak edilmiş tahayyüller ve düşüncelerin harmanlanması ile oluşan duygular topluluğu da gönül olarak telakki edilir. Gönlün istikameti irade ile ortaya çıkar. Zorba ve ceberrut iklimden gönül dünyasına giriş kapısı yoktur. Gönül dünyası; naif, nazik, zarif, latif, sevgi ile bezenmiş ve aşka en yakın duran bir alemdir. Bu alemin kendine has bir lisanı vardır. Bu alemde çoğu kez kelimelere ve cümlelere gerek duyulmaz. Hak ile hemhal olan gönüller aleminde sayısız gönül köprüsü vardır. Batıl ile bezenmiş gönüllerin iklimi kuraktır ve burada gönül köprüleri pek önemsenmez. Menfaate ve dürtülere dayalı duygulardan ancak en zayıf ve geçici olan köprüler elde edilir.

İletişimin en etkin ve etkili yolunun gönüller arasında köprü kurmak olduğunu herkes bilmektedir. Gönül köprülerinin inşa edildiği yerde fıtrata dayalı asli medeniyet kurulmuş demektir. Lakin burada bir parantez de açmak gerekmektedir. Her ne olursa olsun iki insan veya topluluk arasında uzak veya yakın mutlaka bir duvar vardır. Bu duvarlar gönüller arasındaki ilişkileri ortaya koyar. Samimiyeti ve dostluğu simgeleyen duvarlar vardır ve bunlar çok kolay geçişkenlidir. Düşmanlığı simgeleyen duvarlar vardır ve bunlar kalın ve yüksektir, gönüller arasında geçişkenlik sağlamaz. Resmiyeti ve hayatın olağan olan durumlarını simgeleyen duvarlar da vardır ve bunların gönül dünyasında önemli derecede ehemmiyeti vardır.

Gönül köprüleri inşa etmenin asli unsuru veya ana malzemesi sevgidir. Sevgi olmadan gönül köprüleri kurmak zordur. Sevginin heba olması demek, asli manasından ve güzelliğinden saparak heves ve tutkulara dönüşmesi demektir. Yani bir anlamda sevginin zehirlenmesi söz konusudur. Gerçek ve mutlak sevgi, Hak rızası temelinde, edep, haya, samimiyet, ilgi, beğeni, alaka, meşru istek ve arzular, aidiyetlere bağlılık, hüsnü kabul, helal ve haram hassasiyetler ile ahlak ve mahremiyetlerin gönüllerde bütün boyutları ile karşılıksız olarak temayüz etmesidir. Sevgi Allah’ın insanlara verdiği büyük bir nimettir ve en güzel duygulardan biridir. Sevgiye en yakın kavramlar; merhamet, paylaşmak, tahammül, şefkat, samimiyet, aşk, sevda ve hoşgörü gibi güzellikleri ve iyilikleri gösterebiliriz. Bu hali ile sevgi Allah’ın insanlara lütfettiği büyük bir emanettir.

Sevginin heves ve tutkulara dönüşmesi demek, tek kelime ile fıtrata aykırılık demektir. Sevginin fazlası, aşırılığı, eksikliği, zıtlık taşıması, karşıt olması, sahte olması, gayri meşruluğu, aidiyetlerden bağımsızlığı, edep ve hayasızlığa bulaşması, menfaate dayalı olması, içerisinde hayvani dürtülerin bulunması ve tüm mistik saplantılarla erozyona uğraması, heves ve tutku olarak karşımıza çıkar ve bunun sonucu olarak buralarda gönül köprülerinin kurulabilmesi oldukça zorlaşır. Zoraki gönül köprüleri her daim yıkılmaya mahkumdur. Çünkü heves ve tutku söz konusu olduğunda kısa ve uzun vadeli olarak insan olmanın gerçek özellikleri ve meziyetleri büyük yara alır. Asalet, haysiyet, irade, ahlak, özgürlük gibi değerler sarsılır ve insan, insan olmaktan uzaklaşır. İnsan kimliği heves ve tutkuları ile başka bir iklime meyleder. Heveslerin ve tutkuların olduğu yerde gözü karalık, kin, nefret, zulmet, şehvet, ihanet, bağımlılık, kölelik ve saplantı vardır. Heves ve tutkulara kapılan insanların kendine, muhatabına, en yakınlarına ve topluma bir faydası yoktur. Çünkü o adeta makineleşmiş bir kimliğe bürünmüş olur.

Sevginin tezahürü sonucu sırasına göre oluşan en kuvvetli gönül bağları; kul ile Allah arasındaki bağ, kul ile Allah’ın Resulü arasındaki bağ, anne ve baba ile çocukları arasındaki bağ, eşler ve aile bireyleri arasındaki bağ, arkadaşlar ve dostlar arasındaki bağ, insanlar ile alim, mürşit ve üstadlar arasındaki bağ ve insanların tüm aidiyetlerini kapsayan bağlar olarak telakki edebiliriz. Tabii ki burada önceliklerin sıralanmasının hayati bir önemi vardır. Sevgilerin tarumar olmasının en büyük nedenlerinden biri bu önceliklerin ve sıralamaların bozulmasıdır. Sevmede ana kural, tüm sevgilerin Allah rızası için olmasıdır. Sıralamayı ve sevginin gayesini heves ve tutkulara feda ettiğimizde aslında büyük bir felaketi de satın almış oluruz. Mesela Allah’ı sevmeden önce alim ve üstadları sevmek asla doğru olmaz. Bilerek ya da bilmeyerek bu yola tevessül edenlerin akıbetlerinin hayırlı olamayacağı aşikar bir durumdur. Bu meselenin günümüzde sayısız örneği vardır. Böyle bir olasılığın tüm toplumu nasıl felaketlere sürüklediğini bilmeyen yoktur. Zira mutlak sevgide amaç, Rabbimizi sevmektir.

“İnsanlar içinde Allah’tan başkasını eş ve ortak tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allaha olan sevgileri daha güçlüdür.” (Bakara Suresi 165. Ayet)

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe Suresi 24. Ayet)

“Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri de onların analarıdır.” (Ahzab Suresi 6. Ayet)

Rabbimiz emrettiği için ve alemlerin efendisi olduğu için Peygamber Efendimizi (sav) de canımızdan çok sevmeliyiz. Allah sevgisinden ve onun Resulünün sevgisinden sonra geride kalanları ise tali sevgiler olarak kabul edebiliriz. Hayatın içerisinde elbette ki bunların hepsinin bir anlamı ve etkinliği vardır. Sıralama yapacak olursak, önce Rabbimizi, sonra Peygamberimizi, sonra anne babayı ve sonra da diğer sevmemiz gerekenleri sevmeliyiz. Sevmeyi de ancak Allah için yapmalıyız. Sevgi sıralamasında asla bir zafiyet, düzensizlik ve yanlışlık içerisinde olmamamız gerekmektedir. Tali sevgiler kapsamına baktığımızda, insanlar arasında beğeni, sevgi ve aşk etkileşimi söz konusudur. Özellikle gençler arasındaki veya kişilerdeki aşk oluşumlarını da geçici heves niteliğinde değerlendirebiliriz. Ya da biraz daha ileri düşünce olarak ilahi aşkın çok küçük bir safhası ve yansıması olarak da telakki edebiliriz. Geçici heves ve tutkular bir süre sonra mutlak gerçeklikle yüzleşir ve aslına rücu eder. Yani doğru yola geri döner. Lakin bu heves ve tutkular derinleşirse eğer o zaman sapkınlık veya sapıklık bile söz konusu olur. Bu da sevginin felakete dönüşmüş hali olur ve bütün gönül köprüleri yıkılmış olur.

Bir insan; Allah’ı aklı ve ruhu ile sever, Peygamberimizi kalbi ve gönlü ile sever, ebeveynini hürmet ve merhamet ile sever, eşini nefsi ile sever, çocuklarını şefkat ile sever ve bu sıralama böyle devam eder gider. Kurulan gönül köprüleri bu eksende şekil alır. Bu anlayışın olmaması durumunda sevgide gözü karalık, delicesine sevmek, aşırı değer vermek, aşrı mana vermek, sevgide aşırılığa kaçmak, sevdiğine tapınma seviyesine ulaşmak, sınırları zorlamak asla sağlıklı bir davranış olamaz. Bu davranışlar sonunda hevesler, tutkular ve aşırı tutuculuğun öne çıkması söz konusu olur ve Kur’an, sünnet, akıl, beyin, kalb, irade, sezgi gibi emanetler de kullanılmamış olur. Yani asli fonksiyonlar işlerliğini kaybeder. Bu durumda insan kişiliğinde büyük bir savrulma söz konusu olur ve insanın tüm erdemleri eğrilerek tarumar olur, yerle yeksan olur.

Allah için ve O’nun rızası için, katıksız, saf ve temiz olarak, karşılıksız olarak, şefkat ile, samimiyet ile ve muhabbet ile aşırılığa bulaşmadan orta bir yol takip ederek heveslerin ve tutkuların kölesi olmaksızın gönül köprüleri inşa ettiğimizde ve bu köprülerden yol yürüdüğümüzde huzuru ve saadeti yakalamış oluruz. Umulur ki, her türlü sanat ile inşa edilen gönül köprüleri kurulsun ve beşeriyet saadete ve selamete ulaşsın…

Ali Dama

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.