Gözün iradesiz, serbest şekildeki seyrini bakmak olarak tanımlayabiliriz. Gözün var olanlara yönelmesi “bakmak” olarak ifade edilebilir. Bir seçicilik olmaksızın gözün uzanabildiği tüm ufuklar, bakış alanları olarak telakki edilir. Bakmak fiilinin etkinlik alanı oldukça fazladır ve hayvanlar alemi ile insanların ortak özelliklerinden sayılmaktadır. Göz, önüne gelen ne varsa bir mana vermeksizin seyran ediyorsa bakma fiilini icra etmiş olur. Göz ve ilgili organlar marifeti ile varlıkların bazı özelliklerini, renklerini, şekil ve biçimlerini ayırt etmemizi sağlayan fizyolojik olaya “görmek” denilebilir. Bakma fiilinin sıfat kazanmış halini de görme hadisesi olarak telakki edebiliriz. Yani maddi varlıkları gerçek haliyle idrak etmemizi sağlayan mekanizmayı veya etkileşim sistemini “görmek” olarak kabullenmeliyiz. Görmenin hem maddi boyutu ve hem manevi boyutu vardır. Görme hadisesi sonucunda varlıkları anlamamıza ve onlara mana vermemizi sağlayan realiteye veya hakikate de “görünme” diyebiliriz. Görme olayı irade kullanan insanın en ulvi özelliklerinden biridir. Genel olarak bütün insanlar, maddeyi ve cisimleri bakarak görebilme ve onları temaşa edebilme kabiliyetine sahiptirler. Gerçekte var olmadığı halde var olduğu zannedilen veya var olanların varmış gibi görünmesine görüntü dendiğini de bilmiş olmalıyız. Hem maddi ve hem manevi hakikatler acısından bakıp da göremeyenlere ise kör denmektedir.
O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz (Müminun Suresi 78. Ayet)
Elbette ki her bakan görmez. Görmek için temayül, istek veya irade gerekir. Bakmak, sadece gözün icra ettiği bir fiildir. Lakin görmek için akıl, kalp ve duyular da devrede olur. Bakmak, seyirlik bir hadisedir, görmek ise seçicilik ekseninde idrak edilmiş, şuurlu bir hadisedir. Bakmak var oluşu tespit eder ve ona şahitlik eder, görmek ise varoluşu tescil eder. Bakmak anlık ve geçici bir hadisedir, görmek ise kalıcı bir karakter gösterir. Bakmak, kaba ve genel bir hadisedir, görmek ise özel ve deruni bir haslettir. Bakmakla tanımak zuhur eder lakin görmekle anlayış ve kavrayış zuhur eder. Bakmak, daha çok maddi alanda etkinlik gösterir, görmek ise hem maddi ve hem manevi deryalarda etkinlik gösterir. Bakmak, daha somut ve niteliklidir, görmek ise çok daha somut, soyut ve niceliklidir. İşte bu nedenlerden dolayı herkesin bakabilmesi demek, herkesin görebilmesi manasına gelmez. Bakmak, görmek üzere şekil değiştirince önüne sayısız kapı açılır ama eğer bu bakışlar ibreti nazarla görmeye dönüşürse yedi iklime bedel bir durum ortaya çıkar. Baktıkça görebilmek elbette makbuldür, elzemdir lakin bakmadan da görebilmek çok daha güzel, çok daha makbuldür. Görmek isteyen görünmeyeni de görür. Çünkü görünen köy kılavuz istemez.
Bakma, görme ve görünmenin oluşabilmesi için çok sayıda bileşene ihtiyaç vardır. Güneşe ve ışık kaynaklarına, bunların uzay ortamından yol almasına, çeşitli evrelerden, yapısal ortamlardan ve tabakalardan geçmesine, atmosfere ve onun içerisindeki katmanlardan geçerek en nihayetinde bizlere kadar yani gözümüze kadar ulaşmasına ihtiyaç vardır. Ayrıca bu ışığın doğrultu değiştirerek kırılması, ultraviyole Güneş ışığının (mor ötesi) menzile kadar olan yolculuğunda absorbe olarak zararsız bir şekilde Kürrei Arza ulaşması ve daha nice optik hadiselerin cereyan etmesi de dikkate alınmalıdır. Mutlak sanatın en güzel tezahürlerinden biri olan göz yapısındaki olağanüstü güzellik ve tasarımı da tahayyül etmemiz gerekmektedir. Bunun yanında beynin, sinirlerin ve hatta kalbin dahi devrede olması ile görme olayının ne kadar çok boyutlu olduğunu ve ne kadar çok hikmetlerle donatıldığını da ayrıca bilmiş olmalıyız. Şimdi bütün bunlara tesadüf demek mümkün müdür? Materyalist zihniyetin, ateist zihniyetin, evrimci dedikoducuların ve mutlak realitelere gözleri kör olanların bütün bunları izah edebilmesi, anlayabilmesi mümkün müdür?
“Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (Araf Suresi 179. Ayet)
Görme hadisesi, fıtratı anlatan bir gerçekliktir. Bir göz, bakış ekseninde anlık zaman diliminde sonsuz adet resim çeker ve bu resimler birleştirilerek (harmanlanarak) bir film şeridi gibi olur. Eğer bu resimler yüksek çözünürlüklü kaliteli resim olursa bundan oluşan filmlerdeki görme olayının özellikleri ve görmenin kalitesi de çok daha farklı olur. Ne kadar zumlama yaparsak yapalım görüntülerin kalitesi olağanüstü güzelliktedir. Velev ki sonsuz küçük bir parçacığa kadar ulaşabilmiş olalım… Bu fotoğraflarda öylesine bir sanat, öylesine bir tasarım var ki hayranlık duymamak mümkün değildir. Gözün takıldığı her noktada yer alan sonsuz adet varlık resminin her biri sırlarla, hikmetlerle ve gizemlerle doludur. Sınırsız kuvvet ve kudretin muayyen bir seviyede eşyaya tezahür ederek bu fotoğraflara yansıması ilahi görsel bir şölen olarak idrak edilmelidir. İşte böyle bir durumda analitik düşüncenin önündeki engeller de kalkmış olur. Tahayyül ve tefekkürün kapıları da sonuna kadar açılmış olur. Böylece görme hadisesi asli kimliğine kavuşur, manasına ve gayesine erişir. Çünkü iman tahkimatına giden ana yoldaki bütün görünenlerde mutlak hakikatin tüm tezahürlerini bulmak gayet mümkün görülmektedir.
Her bakış hakikate giden yolu görmemize yardım eder. Görmeyi, ibreti nazarla irade ettiğimizde sonsuz büyüklüklü ummanlara dalmış oluruz. Fıtratın ihtişamını müşahede ederiz. Hayranlıklarımıza hayranlık katarız. Yüce Allah’ın kudret ve azametine tanıklık ederiz. Tevhide tüm benliğimizle şahitlik ederiz. Görünen ve görünmeyen her yaratılanın sahibine şükretmiş oluruz. Eğer aklımızla, kalbimizle ve başta göz olmak üzere tüm duyularımızla Hak penceresinden bakıp kainatın en sonsuz büyüklüğünden kuantum parçacıklarının en küçüğüne kadar tüm mevcudatın mükemmeliyetini en yakından görmeye başlarsak işte o zaman imanın gerçek hazzına varmış olacağız. Kem gözlerden, kör gözlerden, görmeyen gözlerden kurtulmuş olacağız…
Aklın, kalbin ve duyuların gözü ile görenler, varlıklar aleminin her hareketini, her hikmetini, onların döngülerini, dengelerini, enerjilerini, uyumlarını ve ahenklerini rahatlıkla görür, temaşa eder ve tefekkür eder. Sonsuz genişlikli uzayda, galaksilerde, kendi Samanyolu galaksimizde, Güneşin içerisinde, yıldızlarda, gezegenlerde, Yedi Kat Gökte, Kerrei Arzı çevreleyen burçlarda, atomlarda, hücrelerde, kuarklarda, atomun içerisindeki uzaylarda ve daha sayısız birçok yerde dolaşmasını bilir. Sonra da Rabbinin büyüklüğünü, sınırsız vasıflarını, esmasını ve hükümranlığını tasdik eder. Bunun olabilmesi için elbette ki görmesini bilmek gerek… Görmesini bilirsen eğer en çok gören ve en çok bilen olmanın kapıları ardına kadar açılmış olur. En büyük seyyahlar alemlerde dolaşanlardır. Çünkü onlar görmesini en iyi bilenlerdendir. Peygamber Efendimiz (sav), varlık sınırlarının son noktası sayılan Sidre’deki Kabe Kavseyn makamında neler gördü neler… Yüce Rabbimiz onun için adeta bütün perdeleri kaldırdı. Kutlu Resul gördüklerini gördü…
“Onu, çok güçlü, üstün niteliklerle donatılmış biri (Cebrâil) öğretti. O, ufkun en yüce noktasındayken asıl şekliyle göründü. Sonra yaklaştıkça yaklaştı. Öyle ki, iki yay kadar hatta daha yakın oldu. Böylece Allah, kuluna vahyini iletti. Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı. Şimdi siz şüpheye düşüp gördükleri hakkında onunla tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Andolsun ki onu (meleği) iniş esnasında en sondaki Sidretü’l Müntehânın yanında bir daha gördü. Ki onun yanında huzur içinde kalınacak cennet vardır. O an Sidreyi bürüyen bürümüştü. Göz ne kaydı ne de hedefinden şaştı. Hiç kuşkusuz o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü görmüştü” (Necm Suresi 5 – 18. Ayetler)
Kainatı ve dünyamızı dolduran her şey hakikatleri resmeder. Hiçbir şey yoktur ki hakikatlerden beri olsun. İnsan yeter ki baktığını görsün, görmesini bilsin. En büyük gafiller görmesini bilmeyenlerdir. En büyük zavallılar onlardır. Her şey bir delil ve bir belge niteliği taşıdığı halde hiçbir şey görmeyenler ve göremeyenler kördür, sağırdır, dilsizdir. Onlar için her şey boştur, onlar için her şey sadece bir oyalanmadır. Şeytan ve beşeri sistem gözlüğü takanlar hiçbir şeye nazar etmez. Varlık gayesini ve yaratılışın nedenini düşünmez, irdelemez. Her şeye düz mantıkla bakar. Mevcudatın mutlak sahibinden habersiz gibi davranır. Kuru bir ağaçtan hiçbir farkı olmaz. Her yönü ile zilleti ve delaleti yaşar. Yani aslında aval aval bakar lakin bir türlü görmesini bilmez…
Ali Dama