"İbret-i Alem"den Örnekler: Osmanlı'da Kadına Şiddet, Suç ve Ceza

İnanın ne ben böyle bir yazı yazmak isterdim ne de siz böyle bir yazı okumak isterdiniz. Geçtiğimiz günlerce akıl almaz bir şekilde öldürülen Narinimiz tekrar ve tekrar vicdanımızla merhametimizi sorgulattı. Bu olay ne ilk ne de maalesef ki son cinayet olacak gibi duruyor. Faillerinin en kısa sürede gerekli cezayı alması tüm Türkiye olarak en derin isteğimizdir.

Yazımızda da geçmişte kadınlara uygulanan suçlara Osmanlı Devleti ne gibi hükümler vermekte onları inceleyeceğiz.

Osmanlı’da halkın ulaşabileceği adalet kurumu olarak aslî memur kadılardı. Hemen hemen her bölgedeki davaları gören kadılar, her türlü mahkeme olaylarını karara bağlayan yegane kurumdu. Eğer ki kadı huzurunda olay çözümlenemezse mağdurlar Divan-ı Hümâyun'a kadar çıkarak taleplerini arz edebilmekteydiler. Elbetteki kentlerde mahkemelerin efektifliği ve işlevselliği taşraya göre çok daha kolay olunca taşrada haksızlığa uğramış kadınların gerek çevre baskısı gerekse taşradaki mahkemelerin işleyiş zorluğundan kimi zaman ne yazık ki haklarını arayamamışlardır. Haklarını arayabilme fırsatı bulabilenler ise aradıkları adaleti bulabilmişlerdir. Osmanlı da tıpkı her büyük devlet gibi geniş bir arşiv tutma alışkanlığını yaşadığı müddet boyu her geçen yıl pekiştirmiştir. Kadı sicilleri de bu tarz olayları gün yüzüne çıkarmak için en ideal başvuru noktasıdır. Bazı kesimlerce Osmanlı Devleti’nde tek bir kadın cinayetinin işlenmediği gibi iddialar ise asılsızdır. 600 yıldan fazla hüküm sürmüş bir devlette asla görülmeyecek neredeyse hiçbir olası durum mantıken bile olamaz.

Konumuza dönecek olursak öncelikle Osmanlı’da kadının konumundan kısaca bahsetmekte fayda var. Genel olarak Osmanlı’da kadının yeri Orta Asya’dan gelme geleneklerden ibaretti. II. Mehmed ile birlikte Fars-Bizans kültüründen etkileşimle ortaya çıkmış olan “Harem” uygulaması, “Osmanlı’da Kadının Yeri” konusu açılır açılmaz akıllara ilk olarak batılı oryantalistler tarafından oldukça saptırıcı bir şekilde lanse eden “Harem” kültürünü getirmekte. Saray içindeki aşağı yukarı 1500 kadın ile tüm Osmanlı toplumundaki kadınların konumunun tespitine yeltenmek epey ahmakça bir hamle olur. Kaldı ki “aşağı yukarı” 1500 kadının yaşantılarını da İstanbul’u dahi görmemiş yazarlardan “öğrenmek” kurak bir zihnin mahsulüdür. Osmanlı kırsalındaki kadınların aile rolleri, giyim kuşamları, tarımsal faaliyetlerde erkeklerle aynı şartlarda çalışmaları gibi konuları haremle açıklamaya çalışmaya kalkışan birisini görür iseniz lütfen yetkili bir tarihçiye ihbar edin. Kaldı ki harem, sanıldığı gibi padişahın kafasına göre davranışlarda bulunduğu bir yer olmayıp kimi zaman kimsesiz kalmış kadınların sığınağı olarak görev alırken kimi zaman Vâlide-i Muazzama Kösem Sultan, Hürrem Sultan, Hatice Turhan Sultan, Bezmiâlem Valide Sultan gibi güçlü kadınların devlet yönetiminde paha biçilemez roller oynadığı başmekan olmuştur.

Sosyolojik olarak doğru analiz için toplumun geneline göz atacak olursak Osmanlı kadını anne olduğu vakit çocukları üzerinde hak sahibi olup maddi durumu her ne olursa olsun nafakası kocası tarafından ödenmelidir. Bu hususun ihmali ise aile içi şiddet olarak değerlendirilirdi.[1]  Osmanlıların Taaddüt-ü Zevcat dedikleri çok eşlilik durumu ise neredeyse tamamen yönetici kadrodan veya refah seviyesi yüksek kişilerce uygulanmakla birlikte nadiren de olsa bazı erkeklerin erkek evlat sahibi olabilmek için ikinci veya üçüncü bir eş aldıkları görülmektedir. Boşanma hususunda İslâm hukukunu benimseyen Osmanlı’da boşanma hakkı sadece erkeğe verilmişti. Kadın nadir durumlarda ancak tüm haklarından vazgeçerek kocasından boşanabiliyordu. Karısını boşamak istemeyen kocaya ise mahkeme herhangi bir yaptırım yapamamaktaydı.[2] Osmanlı kadınının sıkça mahkemeye başvurduğu konulardan birisi ise miras davalarıydı. Miras konularında da yine İslâm hukukunu benimseyen Osmanlılar, kadının miras payını erkeğin payının yarısı kadar tutmuştur. Ancak bu durum tanzimatla birlikte örfi hukukun iyice irdelenmesinden gitgide azalarak 1913’te Emval-i Gayr-ı Menkulenin İmalatı Hakkındaki Kanun ile cinsiyetler arasındaki fark ortadan kaldırılmıştır.[3]

Yaşam koşullarında ise günümüzün aksine kırsal kesimdeki kadınlar hayvancılık, tarım gibi işlerle daha “özgür” olarak nitelendirilebilecek bir hayata sahipken şehirli kadınlar evlerinde imal ettikleri tekstil ve benzeri ürünleri pazarlarda satabilmekteydi. Örneğin 1850 yılında Bursa İpek Fabrikası’nın açılmasıyla birçok kadın işçi fabrikaya istihdam edilmiştir. Bunların yanı sıra maddi durumu aileden iyi olma kadınlar ise vakıf veya ticaret gibi daha serbest işlerde boy gösterebilmişlerdir.

Kadınların konumunu kısaca anlatmaya çalıştıktan sonra Osmanlı’da kadınlara karşı ne gibi davranışlar suç teşkil etmekte olup cezalarına göz atalım.

Arşiv belgelerinde yansıyan cinayet haricindeki şiddet türleri psikolojik şiddet{(şetm(küfür etme),kazf(iffete iftira),nafakadan mahrum bırakma)}, fiziksel şiddet{(darp etme, cebren kaçırma/nikahlama)}ve cinsel şiddet{(hetk-i ırz(ırza tecavüz),zina gerekçesiyle öldürme)}gibi suçlar cezasız kalmamıştır. Ceza yöntemleri ise kürek cezası, sürgün, kale hapsi, pranga cezası ve idam cezası şeklinde icra edilmiştir.

Ceza yöntemleri yıllara ve mekanlara göre değişiklik gösterse de sizleri birkaç örnekten mahrum bırakmayacağım.

Kürek cezalarından örneğimiz Hicri 1281 (M. 1864) yılına aittir. Aydos kazasına bağlı Göçenler köyünden Osman isimli zanlı Yakup’un kızı Hanife’ye tecavüz etmesinden dolayı üç yıl kürek cezasına mahkum edilmiştir.[4] Açıkçası kürek cezasını hor görmemenizi tavsiye ederim. Üç yıl boyunca sokak hayvanlarının bile burun kıvıracağı türden bir beslenme ile yoğun kas kuvveti gerektiren kürek çekme işi hiç de kolay değildir. Buna bazı Osmanlı gemilerindeki küreklerin senkronizasyon sıkıntısını gibi nüansları da eklerse işin içinden çıkamayız. Osmanlılar bile kendi ağızlarıyla kürek cezasının hapis cezasından daha kötü olduğunu belirtmiştir. Tersane-i Amire ve maden ocaklarındaki insan gücüne de böylelikle dönemin bazı devletleri gibi pragmatik bir istihdam sağlamışlardır.

Bir başka kürek cezası ise Hicri 1275 (M. 1858) tarihli Ankara Valiliği’ne hitaben yazılan belgede Mustafa isimli zanlı öz kızı Rukiye’yi kasten öldürmek suçundan beş yıl kürek cezasına çarptırılmıştır.[5]

Kürek cezalarından devam edelim. Hicri 1277 (M. 1860) yılında Rumeli’de Ohri eyaletine bağlı Tiran kazası Herak köyü sakinelerinden Şeker isimli nişanlı genç kız, zina gerekçesiyle öz abisi tarafından tüfekle canice katledilmiştir. Zanlı Bekir ise mahkemede Şeker’in nişanlı olduğu halde kendisine koca aradığını ve uygunsuz davrandığından köyün dışına götürüp tüfekle öldürdüğünü itiraf etmesi üzerine mahkeme kısas cezası yerine zanlının diyet bedeli olarak beş bin dirhem ödeyip tamı tamına on beş yıl kürek cezasına çarptırılmasına karar vermiştir.[6]

 

Sürgün cezaları ise genelde politik suçlardan dolayı mahkûm edilirken diğer suçlardan da ihtiva edildiği görülmektedir.

1832 yılına ait bir belgede muhtemelen Eski Bursa Sarayı’nın kapıcıbaşılarından ve aynı zamanda İnegöl kazası voyvodası olup kereste nazırı olan Mustafa Bey, Yenice-i Müsellem köyünde yaşayan Altun Taşlı Veli İbrahim ismindeki aklî melekeleri yerinde olmayan zanlının köy sakinlerinden Kırmızıoğlu İbrahim’in kızına tecavüz ettiği gerekçesiyle silahlı muhafızlar eşliğinde Seddü’l-bahr Kalesi’ne sürgün ettiği bilgisi yine arşivlerde yer almaktadır.[7]

Kale Hapsi uygulaması ise Osmanlı’da 18. yüzyılla iyice yaygın hale geldi. Kaleye hapsedilen suçlunun, yaşam standartları azami şekilde kısıtlanarak kişinin ıslah olması amaçlanmıştır. Genellikle eşkıyalık, fitne çıkarmak, ırza saldırı, fuhuş, ekmeğin gramajıyla oynamak, uygunsuz ağır sözler söylemek ve iffete iftira gibi suçların sonucu kale hapsi olmuştur. Osmanlı arşivlerinde Kalebend Defterleri geniş incelemeyle çoğu zanlının suçları da günyüzüne çıkarılmıştır.

Bazen bazı suçların birleşik görüldüğünü görmekteyiz. Yukarıda katledilen Şeker Hatun’un zanlısı olan Bekir’e uygulanan para ve kürek cezası gibi hapis ve pranga gibi cezalar bir arada verilmekteydi. Hicri 1262 (M. 1846) yılına ait bir belgede Bolu’nun Mudurnu kazasına bağlı Kocababası köyündeki vakada Mehmet isimli zanlı, kız kardeşi Hatice’yi Hüseyin isimli birisiyle zina ettiği gerekçesiyle döverek öldürmüştür. Daha sonra maktulenin şah damarına darbeler alması dolayısıyla öldüğü belli olmuştur. Hatice’nin oğlu dayısından davacı olunca zanlıya kasten öldürme nedeniye hapis ve bir yıl pranga cezası verilmiştir.[8]

Cezaların en keskin ve en ağırı olan idam ise Osmanlı’da çok titizlikle uygulanmıştır. Geri dönüşü olmadığından genellikle yol kesme, vatana ihanet, dinden çıkma ve kasten öldürme suçları idamla sonuçlanmıştır.

Hicri 1285 (M. 1868) yılına ait bir kadın cinayeti vakasına göz gezdireceğiz. Aksaray’da Alembay mahallesinde yaşanan olayda Arnavud Hasan isimli bahçıvan, Nuri Efendi’nin zevcesi ve sevdiği kadının annesi olan Ayşe Hatun’u kızı ile görüşmesine müsaade etmediğinden önce bıçakla tehdit edip ardından öldürmesi üzerine Arnavud Hasan, ibret-i alem için Aksaray’ın kalabalık bir yerinde idam edilmiştir.[9]

Bir başka idam vakası ise Cebel-i Lübnan’da vuku bulmakta. Cezin? kazasına bağlı Bunvana köyünden Halid Hamod’un hanımı olan Zeybe Hatun’un katili Hasan ismindeki şahıs, Zeybe Hatun evde tek iken haneye girerek elindeki şiş ile boynundan, sol göğsünün altından ve sol kolundan olmak suretiyle defalarca şişlemiştir. Zeybe Hatun’un feryatlarından olay mahaline gelen ahali ise zanlıyı zor da olsa yakalayarak muhafızlara teslim etse de Zeybe Hanım feryatlarından sonra maalesef ki yaşamını yitirmiştir. Katil Hasan ise başta suçunu inkar etse de olay mahalindeki şahitlerin çokluğundan ifadesinde Ahmet Saleme ismindeki kardeşinin Zeybe Hatun yüzünden on ay önce intihar ettiğini ve kardeşi aklına geldikçe kendisini kaybetmesi üzerine Zeybe Hatun’u öldürmek amacıyla Cuma günü Beyrut’tan köye gelerek cinayeti işlediğini itiraf etmiştir. Mahkeme de katile usüle uygun olacak şekilde idam cezasına çarptırmıştır.[10]

 

Kadın cinayetleri konusunda adaletin çarkı sadece müslüman tebaaya değil Osmanlı coğrafyasındaki bütün kadınlara eşit işliyordu. Hicri 1272 (M. 1855) tarihli belgedeki olaya göre İşkodralı Haydar isimli bir zanlı, Hıristiyan bir kızı kaçırması üzerine merkezden olayı soruşturması için memur tayin edilerek dağa kaçan Haydar yakalanmış kız kurtarılmıştır.[11]

 

Çeşitli belgelerle kadınlara yapılan zulümlere karşı ne gibi cezalar verildiğini anlatmaya çalıştım. Fakat şu da unutulmamalıdır ki ilkel şekilde kanıt toplayabilen her devlette olduğu gibi Osmanlı Devleti de her işlenen cinayeti cezalandırmıştır hatta “cezalandırabilmiştir” diye bir yanılgıya düşülmemelidir. Faili belli olmayan belki binlerce vakanın olması gayet doğal bir husustur. 600 yılın çok uzun olup her türlü olayın yaşanabileceğini unutmamakla birlikte sürekli genişleyen topraklarla da hakimiyet zorluğu hatırlanmalıdır. Fakat gelişen teknolojiyle birlikte suçluların hızlı tespiti ile adalet yerini bulmalı ve kişinin başta yaşamak olmak üzere her türlü hakkını gasp eden canilerin hak ettikleri cezayı almalı. Narin Güran, Özgecan Aslan, Aleyna Çakır, Betül Kurt, Ebru Erdem, Elif Ceren Arslan[12] ve daha nice ismini sayamadığımız hatta bilmediğimiz Türk kadınlarımıza yapılan kabul edilemez vahşetlerin acilen durmasını yürekten temenni ediyorum.

 

 

Dipnotlar

[1]Nevin Ünal, İslam Hukukunda ve Osmanlı Uygulamasında Koca Şiddetine Karşı Kadının Başvurabileceği Hukuk Yolları, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 65 (1),231-248.

[2]Nevin Ünal, a.g.e., 236.

[3]Sevgi Gül Akyılmaz, Osmanlı Miras Hukukunda Kadının Statüsü. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 11(1),471-502.

[4]Başbakanlık Osmanlı Arşivi, A.MVL.992/11.

[5]Başbakanlık Osmanlı Arşivi, A.MKT.MVL.102/49.

[6]Başbakanlık Osmanlı Arşivi, A.MKT.MVL.124/36

[7]Aksın Ahmet & Maral Emrah, Osmanlı Devletinde Irza ve Namusa Yönelik İşlenen Suçlar ve Uygulanan Cezalar (1789-1850) II. Türk Hukuku Tarihi Kongresi Bildirileri.

[8]Başbakanlık Osmanlı Arşivi, A.MKT.MVL.2/94.

[9]Başbakanlık Osmanlı Arşivi, I.DA.04/57.

[10]Başbakanlık Osmanlı Arşivi, IDA.13/488.

[11]Başbakanlık Osmanlı Arşivi, HR.MKT.136/99.

[12]anitsayac.com

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Yeşim mola 19 Eylül 2024 23:17

    Kalemine sağlık. Elbette belki konuya senin gibi hakim değilim ama bu konuda karşılıklı konuşup tartışabileceğimi de düşünüyorum. Umarım bir gün bunu yaparız erencim

  • Yeşim mola 19 Eylül 2024 23:16

    Kalemine sağlık. Elbette belki konuya senin gibi hakim değilim ama bu konuda karşılıklı konuşup tartışabileceğimi de düşünüyorum. Umarım bir gün bunu yaparız erencim