İMDAT VE OTTMAR LİEBERT

İkisinin de öyküsü aynı gece başladı.

Bir kazan dolusu su ısıtılmıştı. Şeyhmuz Efendi, banyodan sonra üşümemek için tekrar koynuna girip kendisine sıkı sıkı sarılan eşine: “Bu sefer de tutmuşsa; kız olsun erkek olsun, adını ‘İmdat’ koyacağım. yedi çocuktan sonra bize bu yakışır” dedi.

Ottmar Liebert’in varlığından ise, haftalar sonra yapılan bir hamilelik testi sonucu haberdar olmuştu anne babası. En önemli varlıklarının müjdeli haberi, o gece şampanyalarla kutlandı. Daha sonra bakılan ultrasonda ‘erkek’ olduğu anlaşılınca, günlerce düşünülüp taşınılıp, hep beraber adı böyle kondu.

İmdat doğduğunda, ebesine otuz lira bahşiş verildi.

Annesi Ottmar Liebert’i sezeryanla dünyaya getirdiği için hastanede bir hafta gözetim altında kaldı. Ottmar’ın yatağı çiçeklerle donatılmıştı. Süt annesi, bakıcısı hastaneden çıkana kadar bir an olsun gözlerini ayırmadılar ondan.

Ottmar Liebert’in annesi hamilelikten hemen sonraki dönemini tatilde, İmdat’ın annesi de tarlada çalışarak geçirdi.

İmdat üç yaşına kadar kendisinden evvel doğan kız kardeşinin elbiselerini giydi. Erkek olduğunu pipisine bakıp anlıyorlardı…

Anne ve babası Ottmar’ın bebekliğini gün gün videoya kaydettiler. 1 yaşına basınca da muhteşem bir doğum günü partisi düzenleyip, bir sürü şeyin yanında oyuncak bir gitar da hediye ettiler.

Bu olup bitenler, seneler önce sevgili şair arkadaşım Kenan Çelik ile çay bahçesinde sohbet ederken dinlediğim ‘Maraton’ adlı şiirinden bir bölüm getirdi aklıma:

“Doğmuşsun / İsim bulmak için yarışmışlar sana / Onur olmuşsun gece gündüz / Gurur olmuşsun / Bir gün, zamanın terkisinde / Issızlaşmışsın…

Doğmuşum / Sinekler üşüşmüş göz bebeklerime / Kışkışlamışlar / Gaz lambasının ölgün ışığında / Başımı okşamışlar…”

Babası ilkokuldan sonra okula gönderememiş İmdat’ı. O da askere kadar tarlada annesine yardım etmiş, çobanlık yapmış.

Askerden sonra da doğru dürüst bir iş bulamadığı için çobanlığa devam etmiş. ” Vanlıyam, şanlıyam” türküleri ile hayvan otlatmış.

Akşamları köy kahvesinde arkadaşları ile pişti oynarken, korucuların iyi para kazandıklarını duyup, korucu olmak sevdası düşmüş aklına. Olmazsa, bir yolunu bulup, birçok arkadaşı gibi İstanbul’a giderek inşaatlarda filan çalışmayı düşünmüş. Olmamış.

Ottmar Liebert liseyi bitirdikten sonra, çocukluğundan beri ilgi duyduğu müziğe yönelmiş. Henüz 18 yaşında iken Avrupa ve Asya ülkelerini kapsayan gezilere çıkıp, geleneksel müzikleri incelemiş. Sonunda kendi alanında o kadar ilerlemiş ki; dünyanın en tanınmış gitarist ve kompozitörlerinden biri olmuş.

Öykü de adı geçen İmdat; Van’ın Erciş ilçesine bağlı bir köyde doğan ve yaşamını halen köyünde çobanlık yaparak sürdüren evli ve 6 çocuk babası gerçek bir şahıstır.

Ottmar Liebert ise Çin – Alman asıllı bir baba ile Macar asıllı bir annenin oğlu olan ve yıllar önce Roche firmasının davetlisi olarak, Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda bir konser veren ünlü virtüözdür.

İhtimal ki:

Ottmar’ın konser verdiği gece, İmdat köy kahvesinde bulunan tek gazeteye göz atıyor; kaza, cinayet haberlerini politikadaki son gelişmeleri yarım yamalak okuduktan sonra, gazeteyi katlayıp eşli pişti oynayabilmek için arkadaşlarını bekliyordu.

Gazete haberinde yer alan; ne Ottmar Liebert ismi, ne kompozitör – Roche – virtüöz kelimeleri ne de Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre Sergi Sarayı kelimeleri ilgisini dahi çekmemişti.

Kaldı ki, öyküleri aynı gece başlamış olsa bile; Liebert’in de İmdat’tan haberi yoktu.

Aslında çok isterdim birbirleriyle tanışmalarını.

Karşılaşmalarında neler yaşanacağını görmek isterdim.

Ama söz konusu halleri ile değil!

Ottmar Liebert’i, Van Erciş’e bağlı bir köyde, 8 çocuklu bir ailenin son ferdi olarak dünyaya gelmiş, İmdat’ı da Çin – Alman asıllı bir baba ve Macar asıllı bir annenin oğlu olarak…

Fakat öykünün nihai çerçevesini, Kenan Çelik’in şiirinin devamını dinledikten sonra göz önüne getirmemiş olsaydım…

“Bir de bakmışım / Zaman dehlizinden geçiyorum / Sıcak bir yaz günü / Kavuruyor beni güneş / Tandır ekmeği kokuyorum / Çökelek kokuyorum / Van Gölü kokuyorum / Çıplak tabanlarımı yaralıyor taşlar / Oturup ağlıyorum

Yıkılmışım yüzü koyun / Yaşam denen alana / Taşımış çam kokusunu / Rüzgarlar saçlarıma

Şu zaman dehlizinde / Sen de çok şeyler gördün şüphesiz / Dadılar eşliğinde / Yürüdün geleceğe

Şu zaman dehlizinde / Kulaçlamışım yaşamı / Çırpınmışız beraber

Yıkılmışım yüzü koyun / Yaşam denen alana / Yerleşmiş ölüm türküsü / Savrulan saçlarıma

Doğmuşsun / Takvim yaprakları her gün eksilmiş / Doğmuşum / Her gün eksilmiş takvim yaprakları…”

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.