İletişim ‘inje’ bir sanat.
Değme köşe yazarlarının uzun uzadıya yazıları; bu sanatı katletmeye yönelik darbe girişiminden başka bir şey değil!
Zaten bu türden yazıları kimse okumuyor, okusalar da anlamıyorlar.
Aslında halk, günlük yaşamda kullandığı iletişim biçimi ile de, işin uzmanlarına (!) gereken mesajları veriyor…
Buradan hareketle; ‘Kısa kes, Aydın Havası olsun’ sözünün, biz Türklere mahsus bir söz olmakla birlikte; dünya kültürü ile entegre bir yapıya sahip olduğu söylenebilir.
Uzun konuşmaları dinlemekten, uzun yazıları okumaktan sıkılan yalnız biz Türkler değiliz elbet.
Farklılığımız; belki de bu konudaki şikâyetimizi ‘manidar’ bir şekilde ifade edebilmiş olmamızdır.
Kullandığımız korna dilini, çarpıcı bir örnek olarak gösterebiliriz.
Mesela bir kısa Dıt! Karşımızdakine “teşekkür ederim, çok naziksiniz” demektir.
Kısa kısa Dıt!, Dıt! “dikkat et, hata yapacaksın, bu düşüncenden vazgeç” anlamını taşır.
İki kısa Dıt!, Dıt! ve bir uzun Dııııt! “Sana kızdım. Ne yaptığının farkında mısın?! Biraz saygılı olsana be adam!” demektir.
Bir uzun Dıııııııııt! “Sana çok sinirlendiğimden haberin olsun. Bu yaptığını eşek bile yapmaz. Sana ehliyet verenin…”
Sürekli Dııııııııııııııııııııt!.. “Sinir krizi geçiriyorum. Yettin artık. Aşağı inersem senin yedi sülaleni…” anlamındadır.
Dı, dı, dı, dı, dıtt ise “Arabamla aşağıda bekliyorum, pencereden bak” demektir.
Bu “Aydın Havası olsun!” hikayesi inje bir sanat gerektiriyor yani!
Kısa kesebilmek, derdini dermanını eveleyip gevelemeden net bir şekilde anlatabilmek, aynı zamanda birikim gerektiren, zor bir iştir…
Bazen ustaca – zekice kullanılan bir cümle, bir ansiklopedi dolusu yazı ya da sözden çok daha fazla anlam ve kıymet taşır.
İngiliz yazar Bernard Shaw’un yayımlanan yazıları için hatırı sayılır paralar talep etmesine sinirlenen yayınevi sahibi, ona bir mektup gönderir.
Zarfın içinde sadece 1 dolar vardır ve mektupta Bernard Shaw’dan kendilerine “1 dolarlık bir yazı” postalaması rica edilmektedir.
Shaw, yayın evinin isteğini yerine getirir.
Gönderdiği mektupta yazdığı şey ise şudur: “Teşekkürler!”
Yine ünlü Fransız yazar Victor Hugo’nun bir yayınevine yazdığı mektup ve aldığı cevap, “dünyanın en kısa mektuplaşması” sayılır.
Hugo, yeni satışa çıkardığı son kitabının satılıp satılmadığını öğrenmek ister. Yayınevine bir mektup gönderir. Zarfın içindeki kağıtta (?) işaretinden başka bir ibare yer almaz. Aldığı cevapta da sadece (!) işareti vardır.
Anlayacağınız Aydın Aydın olalı bu kadar kısa bir hava görmemiş, ama mesajlar tastamam yerini bulmuştur!
İş dünyasında, insan ilişkilerinde, dolayısıyla yaşamda başarılı olabilmenin sırlarını açığa vuran İngiliz iş adamı RW Woodruff kendi dillerindeki en önemli sözcükleri şöyle sıralar:
En önemli 5 sözcük: I am proud of you (Seninle gurur duyuyorum)
En önemli 4 sözcük: What is your opinion? (Senin fikrin nedir?)
En önemli 3 sözcük: If you plase (Lütfen)
En önemli 2 sözcük: Thank you (Teşekkür ederim)
En önemsiz 1 sözcük: I (Ben)
Size akıllara zarar bir bilgi daha aktarıyorum sıkı durun:
Peru’da bir kabilenin lisanı sadece iki hecelik 1 kelimeden oluşuyor. İki hecelik bu kelime “İnje” dir.
Zaten kabilenin adı da inje inje. Kabilenin bütün insanları konuşurken sadece “İnje” derler. Onların anlaşmasına bu tek kelime yeter. Nasıl mı? İki hecelik bu kelimeyi değişik tonlamalarla ve hareketlerle süslerler. Kelimenin birkaç kere tekrarı da ayrı anlamlar ifade eder. Ancak dilsizlerin anlaşmasına benzer bu duruma konuşma denir mi, denmez mi o ayrı bir konu. Ama bunun neden böyle olduğu kendilerine sorulduğunda, sadece “inje…” diye cevap vermişlerdir.
Bu yazıya başlamadan önce epeyce düşünmüştüm:
Ne yazsam? Nasıl bir başlık koysam ve konuyu nasıl bir mesaj vererek bitirsem diye?
Sonunda malumunuz üzere her şeyi kapsayacak o şeyi buldum:
İnje inje…