Her yeni gün yaşanılmaz oldu İstanbul’da; yollar çekilesi değil, Marmaranın eski güzelliği kalmadı. Oysa ne anılar batık durmaktadır Marmara da. Garipce’den Marmara boğazına süzülürken Karadeniz’in lacivert ve tuzlu suları,peşine hamsi balıklarını takarak tatlı bir hırçınlıkla akışırken boğazdan Beykoz’a doğru, Marmara koyları el sallar sanki Karadeniz esintilerine. Çengelköy de bostan sulamak, köpüklerini kanlıcaya bulamak istercesine.
Üsküdar dan yorgun yolcularını toplayıp iskeleler arasında ağır yorgun bedeniyle süzülür durur her gün Beykoz yolcu vapuru. Ne sirenler çalmıştır kaptan kim bilir, bu her gün yinelenen yolculuklarda. Halatçı her seferinde palamarı iskele babasına bağlarken, ne kadar telaşlı yüz görmüştür halatçı amca iskele sürerken Beykoz vapuruna. Bu yorgun bedenlerin eve kavuşma mutluluğu değil midir?
Oysa bu yedi tepeli şehir, üzerinde taşıdığı bunca insana huzur sunma telaşında iken bu insanların genci de, yaşlısı da; kulağını teknolojiyle kapamış kimi şarkı dinliyor, kimi nedensizce inliyor! Biri yere düşse, yardım istese “duyacak kimse!” kalmamış; herkes kendi hülyasına çekilmiş, İstanbul’un
sadece yollarını yürümekten başka bir şey yapamamakla kalmıştır.
Her yeni gün yaşanılmaz oldu İstanbul’da; yollar çekilesi değil Marmara’nın eski güzelliği kalmadı. Gencinde , yaşlısında; herkesin kulağı teknolojiyle kapanmış,kimi şarkı dinliyor, kimi nedensizce inliyor! Biri yere düşse, yardım istese “duyacak kimse!” kalmamış; herkes kendi hülyasına çekilmiş sanki.
Oysa Pierreloti den halice bakınca huzur bulurdu insan; teleferikle Eyüp’e inerken “Mavi boynuz”u izleyerek süzülmenin zevkine doyum olmazdı. Sonra; Unkapan’ın dan Galata’ya yol alıp orada balık ekmek yer Tünel’den o yüzyıllık “Tren” ile istiklalden yola koyulup, Taksim ATATÜRK hey keli önünde anılara iz düşüm için fotoğraf çeker, ardından Beşiktaş’a; “Kazan”da bira molaysıyla atlatırdık günün yorgunluğunu. Sonra ver elini Üsküdar vapuru. Vapurdan Üsküdar’da inince, o tarih izi düşmüş Üsküdar meydanı çeşmesi tüm ihtişamıya karşımıza çıkar, Şemsi paşa Camii “bana uğramadan geçmeyin” der gibi ihtişamla bizi süzerdi. Salacaktan boğazın karşı konulmaz güzelliğine dalıp Kız kulesine doğru yavaş adımlarla, mazideki aşkları usuna düşürerek küçük
Bir geziye çıkar; denizin ortasındaki o muhteşem “Tarih kokulu” yapı, karşında belirince; yüz yıllarca geriye gitmeye engel olamazdın. Nice insanı kim bilir hangi nedenlerle konuk etmiştir, bu dillere destan kız kulesi. Ne kadar çok sevgili ağırlamış, ne kadar küskünlüğü sonlandırmıştır. En güzel şiirlere dize olmuş fotoğraf sevdasına en güzel esin olmuştur. (Zaten kız kulesine şiir yazamayan
birine “Şair” demenin bir anlamı olmamalı.) Sahil boyu yürürken Dolmabahçe gelir gözlerinin önüne; o muhteşem yapıyı izlerken on Kasım’a gider aklım istemsizce; saat “dokuzu beş geçe”de donar kalır, Mustafa Kemal’ime ağlarım.