KALDIRAMADIĞIM GERÇEKLER
Haykırmak istiyorum.
Ama haykıramıyorum. Bazen bağrımı yırtmak istiyorum. Ama nafile.
Çok sevdiğim arkadaşlarıma “yapma” “yanarsın” diye uyarmak istiyorum ama “ya yanlış anlarsa” ”ya kırılırsa” “ya”, “ya”, “ya” diye diye hiçbir şey söyleyemiyorum ve içim içim eriyorum.
Gördüğüm, tanıdığım hiçbir varlığı şeytana teslim etmek istemiyorum ve kahroluyorum.
çoğu zaman – kırmamak için – dolaylı olarak anlatıyorum. Ama hiç alınmadıklarını görüyorum. Oysa ben bizzat ona anlatıyorum. Ne garip ki, o ise ”vay be” diyor. Anlatılanları hiç üzerine alınmıyor, hep teğet geçiyor. Iskalıyor.
Bakıyorum, izliyorum da; kimsenin yaptığı yanına kar kalmıyor.
Ve ben bunu en yakınlarımda çok açık bir biçimde görüyorum. Üzülüyor ve uyarma, uyandırma ihtiyacı duyuyor ve karşılıksız bir mücadeleye giriyorum. Söylediklerim sanki duyulmuyor. Duyulanlara inanılmıyor. İnanılanlar yaşanmıyor. Sanki tam bir kâbus.
Mesela, biri, en yakınını aldatıyor, kandırıyor, yalanı sermaye yapıp bunu işini yürütmenin bir tabii yolu olarak görüyor. Yapılan dolaylı – dolaysız tüm uyarıları kesin bir dille ve bazen bayağıda bir sinirlenerek reddediyor. Ve sonuçta öyle kötü durumlara düşüyor ki içinde bulunduğu o utanç verici hali dahi hissedemiyor.
Hasta oluyor, kaza geçiriyor, parasının bereketini göremiyor. Haramla dost, helalle düşman oluyor. Ölüyor ölüyor da bir türlü uyanamıyor.
Ben de bu korku filmini seyrediyor ve figürana acıyorum. Ama ne sana, o’na ulaşamıyor, sesimi duyuramıyor, o’nu tutamıyorum.
Bir başka film de, senaryo farklı, ama sonuç aynı.
Adam evladını çok seviyor. Ve sevgisi ona hata üzerine hata yaptırıyor. Tavizler çorap söküğü misali tel tel çözülüyor, veriliyor. Çocuk her an elden avuçtan kayıyor. Geri dönüşü çok zor bir yolculuğa mecburi seyahat başlıyor. Sonra geri dönmek yolu değiştirmek imkânsız değilse de çok zor. Alışkanlıklar, hoş gibi görünen şeyler, yaldızlar, sonu karanlık tünel. Oysa baba böyle istemiyordu. O, mutlu olsun diyordu. Oysa sonuç öyle olmayacaktı. Çünkü bal diye zehir içirilip, şifa bekleniyordu.
Ama tüm bunlar, yine onlarca sebebin sonucuydu. Kazanırken, gelsin de nasıl gelirse gelsin mantığı, fırsatçılık, gevşeklik, keyifçilik, adaletsizlik tüm bu ilişkileri besliyordu
Bunlar öyle hemen terk edilebilecek şeyler değildi. Ciddi şeylerdi. Zor terk edilirdi. Ama terk edilmeliydi. Aslında bahaneydi. Ama öyle olmuyordu.
Bir başka durum anneye/babaya hürmetsizlik. Kaba davranmalar,”Anne bir ihtiyacın var mı?” yı asla ve asla soramayanlar, alaya alanlar, hor görmeler, parası varsa ya da var zannediyorsa adice yüklenmeler, profesyonel stratejiler üretilerek çöreklenmeler, kalp kırmalar, bazen küfürler, bazen üzerine yürümeler, kendi ihtiyaçlarını, özellikle pisliklerini anaya yıkmalar.
Sonuç zillet.
Ne hayatı hayat. Ne mutluluktan haberdar, ne düzenden. Ne iki yaka bir araya geliyor, ne de bir baltaya sap olabiliyor.
Vücut ahengi bozulur. Ne bir eş bulur. Ne bir dost.
Sonu ise hepsinden acı ve korkunç. Ektiğini biçiyor, biçecek. Ve hayat, bu yanlışlarla lanetli ve acı bir ölümle – dramatik bir biçimde bitecek.
Bunu gör, gör de. Rahat ol. Rahatsan sen de bozuksun.
Ve bu durum; uzanabildiğin, ramak kaldığın bir pozisyonda ise.
İş işten geçmeden çözüm üretmelisin.
Kendin ve sevdiklerin için;
Düzel ve kurtul.
erolyazıcı / ABBEYT ♥️