KARAGÜN 12 EYLÜL

12 Eylül 1980… Karanlık kara bir gün. Kadim tarihimizin hıyanet sayfalarından bir sayfa. Hafızalara kazınan acı izler. Anadolu’nun saf insanının üzerine çullanan bir karabasan. İdamlar, zalimlikler, işinden, aşından olanlar, işkence ile ölenler… Memleketin yağmalanması, kaynakların hortumlanması, özgürlüklerin kısıtlanması. Bin bir çeşit baskının icra edilmesi. Milletimizin üzerinden geçen bir silindir… Kan ve gözyaşı…

12 Eylülde Tanzimat ruhunun devamı olan gayrı milli bir güruh millete ayar vermek üzere tekrar iş başındaydı. Milletimiz onları elbette ki iyi tanıyordu. Çünkü onlar kazandığımız savaşı (Kurtuluş Savaşını) Lozan’da heba ettiler. Hemen yanı başımızdaki küçük adaları, Musul’u, Kerkük’ü, 12 Ada’yı, Batum’u, Halep’i ve daha nice toprağı gayrı ciddi müzakereler sonucunda masa başında kaybettiler. Onlar alimlerimizi idam ettiler, okuma ve yazma dilimizi bir gecede değiştirdiler ve köklerimizle olan tüm bağlarımızı kopardılar. İslam dünyasını temsil eden mekanizmaları kaldırdılar. Camiler, vakıflar, dini kurumlar garip bırakıldı. Yüce sultan Fatih’in emaneti Ayasofya bile müzeye çevrildi. Nice zulüm ve baskıyı köylere kadar uzatmışlardı. Sonra Müslüman milletimizin özgürlüğünü kısıtladılar. Faşizm ile özdeş olan laikliği keskin bir kılıç gibi kullanmaktan geri kalmadılar. Bağımsızlığımızın sembolü ezanı yasakladılar ve onu aslına uygun hale getiren bir başbakanı astılar. Bir iç düşman gibi davranmaktan geri durmadılar. Sözde çağdaş uygarlık ve demokrasi masalları ile milleti uyuttular. İstismara dayalı bir saadet düzeni kurdular. Memleketin hayrına tek bir çivi dahi çakmadılar. Üretmek isteyeni engellediler. Batıya ve batıla özentili yoğun bir iklime büründüler. Düşünmemize ve kendimize gelmemize hiçbir zaman fırsat vermediler. Her defasında millete balyozu indirdiler. Bitmek tükenmek bilmeyen kin ve nefretlerini icra etmekten geri durmadılar. Milletin kılık kıyafetine musallat oldular. Eğitim haklarını gasp ettiler. Maneviyatımıza düşman kesildiler.

Zalim darbeciler, milletin geleceğini ve hayallerini çaldılar. Memleketin tüm zenginliklerine kondular. En kıymetli yerler, sahiller, kıyı kenar çizgisi altındaki kamu alanları, konaklar, köşkler, tarihi mekanlar hep onların oldu. Ucu bucağı olmayan araziler, madenler, ticari değerler onlara bırakıldı. Bankalarla, kredilerle, vahşi faiz düzeni ile ve finansman oyunları ile zenginler sınıfı oluşturdular. Tam bir sömürü düzeni kurdular. Memleketin her şeyini yağmaladılar. Sonra da utanmadan millete demokrasi, insaniyet, medeniyet ve uygarlık dersi vermeye çalıştılar. Dürüstlüğün edebiyatını yaptılar. Bu durum aslında tam da bir trafik magandası örneğini andırmaktadır. Hırsızın ve arsızın biri son model teknolojik özellikleri olan pahalı bir arabayı çalar. Lüks modifiyeli bu arabayı çalan hırsız da kendini bu arabaya uydurur. Modern görünümlü olur. Kravatını takar, takım elbisesini giyer ve neticede şık bir adam olur ve çaldığı arabayla trafiğe çıkar. Yolda dolaşırken son derece nazik ve kibar olur. Kendine geçiş üstünlüğü sağlar ama trafik kurallarına da harfiyen uymuş gibi görünür. Kurallara uymayanları da sert bir şekilde uyarmayı ihmal etmez. Tam bir beyefendi ya da bir hanımefendi gibi olur. Yıllarca çalıntı araba ile sükse yapar, karizma taķılır, mağrur ve kibirli bir eda ile havasını basar. İnsanlara tepeden bakar. Tahakküm etmeye çalışır. Çalıntı lüks araba gösterisi ile saygınlık kazanır ve bu saygınlığının sefasını sürer. İşte zalim ve hırsız darbeciler de tıpkı bu araba hırsızı gibi hareket eder. Hiçbir şey onların olmadığı halde hırsızlıkla her şeyin sahibi olurlar ve diledikleri gibi hareket ederler. Araba çalan hırsızın trafik kurallarına uymuş görünerek sahtekarlık yapması gibi zalim darbeciler de memleketin her şeyini çaldıkları halde pişkince millet vatan sevdalısı görünürler, vaziyeti idare etmeye çalışırlar.

Despotik düzenler kuran darbeciler Anadolu insanını hep aşağıladılar. Devletin tüm makamları ve tahakküm etme hakkı sadece onlara ait oldu. Milleti sağcı ve solcu diye kategorilere ayırdılar. İnançlı insanlara gerici yobaz dediler. Amerika’daki McCarthy dönemini (korkuya dayalı dönem) hatırlatan bir korku imparatorluğu inşa ettiler. Böylece sarsılmaz ve yıkılmaz bir vesayet düzeni kurdular. Fakat SİNELERDE OLANI YIKAMADILAR…

“Onlar böyle bir tuzak kurdular, biz de kendileri farkında olmadan onların planlarını altüst ettik.” (Neml Suresi 50. Ayet)

Her şekle giren darbeciler kendilerine yakın olanlara ve aynı yerden emir alanlara ses çıkarmadılar. Şeytanın bile aklına gelmeyen sinsi hareketlerle Müslümanlığı, milli ve manevi değerleri istismar ettiler. En ultra yalanları milletimize tam doğru diye yutturmayı başardılar. Tüm gizli ve sinsi yıkım hareketlerini masumlaştırıp meşru hale getirdiler. Ailelere sızmayı başardılar. Mahremiyetleri korunaksız hale getirdiler. Tüm aidiyetleri, ahlak ve maneviyatı yerle yeksan ettiler. Yani toplum mühendisliği için ne gerekiyorsa yapmış oldular. Planları tam tutmayınca her seferinde darbelere teşebbüs ettiler. Her darbe teşebbüsünde Siyonistlerle ve Haçlılarla işbirliği yaptılar. Her şeyi onlarla birlikte kurguladılar. Adeta iç işgal kuvveti rolüne büründüler. Küresel aktörlerle tam bir şer ittifakı kurdular. Lakin son neticeyi hiçbir zaman alamadılar. Salyalarının akması, saldırgan ve son derece kuduruk olmaları bu başarısızlıktan kaynaklanmaktadır.

“Onlar hileye başvurdular, Allah da onların tuzağını boşa çıkardı. Allah hileleri boşa çıkaranların en hayırlısıdır.” (Ali İmran Suresi 54. Ayet)

27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz, muhtıralar, tehditler ve diğerleri… Ara vermek yok. Boş durdukları yok. Hepsi birbirinin benzeri. İşte en sonuncusu 15 Temmuz… Piyonlar, ahmaklar, canavarlar, şeytanlar, iç ve dış tüm melanet mihrakları ve batıl güruh bir sırtlan edası ile pusulardan çıkmaya karar verdi. Her şey hazırdı çünkü… Kendi uçaklarımız ve tanklarımız üzerimize çullanıp ateş etmeye başladılar. Zalimler ve istilacılar iş başındaydı. Tarih böyle bir ihanete hiç tanıklık etmemişti. Lakin ihanetin çok ötesine geçiş yapan içimizdeki gafil tayfası milletimiz tarafından perişan edildi. Haçlılar, Siyonistler, Evanjelistler ve tüm şer şebekelerinin topyekun istila girişimi Allah’ın yardımı ile sonuçsuz kaldı. Yüzlerce şehit, binlerce gazi ve milyonlarca gönlü yaralı din ve vatan sevdalısı, bu amansız saldırıyı Allah’ın izni ve yardımı ile püskürtmüş oldu. Gövdesini siper eden ve tank paletlerine meydan okuyan diriliş ruhu yeniden ortaya çıktı. Hesaplar bozuldu. Allah’ın dediği oldu. Hak Taala milletimizi korudu. Batıl dünya şoka girdi. Asırlık planlar çöpe gitti. Sınırlarımızda bekleşen şebekeler sükutu hayale uğradı. Vatan ve ümmet toprakları kurtuldu, son kale dimdik ayakta kaldı. Neticede hiçbir darbe kesin sonuca ulaşamadı. Şimdi 12 Eylül’ün ve 28 Şubatın korku salan kudretli paşalarının bazılarının apoletleri söküldü. Nereden nereye…

Emperyalist güçlerle ve batıl zihniyetlerle bir şekilde gaye birliği kuran sefil darbeci zihniyetler, tüm İslam topraklarına da musallat olmaya devam etmektedirler. İnancımızı, imanımızı, kutsal değerlerimizi, ailemizi, milletimizi ve ümmetimizi sarsmak isteyen, yok etmek isteyen küresel şebekeler ve her türlü hıyanete bulaşmış iç uzantıları pes etmişe benzememektedir. Yeni oyunlar, bitmek tükenmek bilmeyen namertlikler ve hileli yöntemler onların karakter yapılarına işlenmiştir. Onları bazen sapkın bir şekilde büstlerin önünde secde ederken görürsün, bazen sözde din alimi gibi vaaz ederken görürsün, bazen terör baronları ile iş tutarken görürsün, bazen fonlandıkları zihniyetlerin borazanı olurken görürsün, bazen de çarşafa zincir vurmaya çalışırken… Milli şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy’un “Hangi Çılgın Bana Zincir Vuracakmış Şaşarım” milli marşımızdaki nidasından bir asır sonra bile Anadolu’nun ortasındaki bir kasabada cahiliye devrindeki gibi kadınlarımızın çarşafına, kıyafetine, onuruna zincir vurulmak istenmesi iç ve dış düşmanların hala son derece aktif olduğunu bize hatırlatmıştır. “Su uyur düşman uyumaz”… Vesayetçi, gerici, azgın, vahşi, sapkın, sapık, sözde laik, sözde çağdaş ve gayrı milli olan bu iç cephenin tüm uğraşları elbette ki boşunadır. Ne yapsalar boş… Çünkü onların iki cihanı da zail ve zelil olmuştur. Tüm uğraşları boşunadır.

“Sonra o zulmetmekte olanlara: “Sürekli azabı tadın” denilecek. Kazandıklarınız dışında, bir başka şeyle mi cezalandırılacaktınız?” (Yunus Suresi 52. Ayet)

And olsun ki; kafirlere, münafıklara, sırtlanlara, yalancılara, sahtekarlara, darbecilere, haramilere, hayasızlara, kem gözlere, dahili ve harici bedbahtlara, azgınlara, din ve vatan düşmanlarına, sahte kahramanlara ve tüm şer şebekelerine her tarafı şehit kanı ile sulanmış memleketimizi asla yem etmeyeceğiz, yar etmeyeceğiz, onlara fırsat vermeyeceğiz. Devran döndü… Oyun bitti…

Ali Dama

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.