KENDİNİZİ İYİLEŞTİRİN
Kıskançlık ve Takdir
Nasıl bakarsanız öyle görürsünüz.
Kalbinizi temiz tutunuz.
Meyve veren ağacı taşlamayınız.
Uzanamadığınız ciğere, murdar demeyiniz.
Ameller niyetlere göredir.
Niyet hayır, akıbet hayır.
Ne güzel sözler değil mi?
Bence de.
Peki, hep aynı düşünüyoruz da, niye düşündüğümüz gibi olamıyor, birbirimize sarılamıyor, birbirimizi sevemiyoruz.
Acaba; kıskançlık… Haset.
Evet, en önemli sebeplerdendir. Bu negatif duygular belki de tüm olumsuzlukların başta gelen çıkış noktalarıdır.
Şu kıskançlık var ya, öyle neme nem bir hastalıktır ki; önce hafif bir rüzgârdan üşütüp, sonra havale geçiren ve zatürre olarak, geri zekâlı, zekâ özürlü bir insan haline düşen insanın o ilk üşütmesi gibi; haset gibi belki de duyguların, en olumsuzuna taşır insanı.
Yani kıskançlık, haset hastalığının mikrobudur.
Allah korusun o mikrobu kıskançlık sırasında yok edemez isek tüm vücudumuzu sarar ve bizi haset bir insan yapar.
Nedir haset?
Haset; çekememezlik, kıskançlığın en ileri dozu.
Bu duyguyu Peygamberimiz bir hadisi şerifle ne güzel tanımlamış, açıklamış.
“Haset ateşin odunu yediği gibi iyilikleri yer.” (İbn-i Mace)
Kıskançlık insanın manevi gözlerini örttüğü gibi maddi gözlerini de kapatır.
Kıskanç insan, karşısındaki insanlar için iyi şeyler düşünemez.
Kıskanç insan, kendisini dev aynasında gören bir megalo manyaktır.
Kıskanç insan, karşısındaki insanın yazdığı iyi bir yazıyı, iyi bir şiiri, ona yakışan bir elbiseyi takdir edemez. Hatta bu kıskançlık hasede dönüştü ise bu durumu kendi içinde dahi kabullenemez.
Kıskanç insan kimseyi beğenmez. Hep olumsuz eleştirilerin üretim merkezidir. Takdir nedir bilmez.
Teşekkür edemez. Hele hele özür dilemek onun için ölümden de beter bir zillettir.
Kıskanç insan hiç kimsenin mutluluğunu paylaşamaz ve gördüğü mutluluklar onu mutsuz eder.
Hasede düşmüş insan, başka insanların mutsuzluğundan sadistçe bir haz duyar.
Kıskanç insan bundan dolayı karşısındaki iyi insanlarla arasını açar. Onların dostluğunu göremez. Buna inanamaz.
Kendisine yapılan iyiliklere katlanamaz ve nankörlükle onları yok, yapılmamış sayma alçaklığına düşer.
Kıskanç insanın hayatına yön veren, hareketlerini, diyaloglarını belirleyen tek bir kaynak vardır. Şeytanileşen nefsi.
Hiçbir eleştiriyi ki, bunlar olumlu dahi olsa asla kaldıramaz. Buna hiç dayanamaz ve bu üslubun kaynağına düşman olur.
Kıskanç insan, birilerinin mağduriyetinde ‘iyi insan’ rolünü oynamayı bir fırsat bilir ve bundan dolayı da kendini ‘özel adam’ olarak görür.
Ne kötü bir hastalıktır, kıskançlık. Hayatı yaşanmaz hale getirir. İyi ile kötüyü ayırt etme melekesini alır insanın elinden.
Kıskanç insan ne sevilir ne sever.
Nedir peki kıskançlık iletinin panzehiri?
Önce tespit, sonra tedavi tabi.
Zerresi bile varsa, yani pasif bir taşıyıcı iseniz dahi dikkatli olmanız gerekir daima. Tedbirli yaşamalısınız. Yok, saymamalı hatta ciddi anlamda var kabulüyle, üzerine üzerine gitmeli ve yok etmelisiniz.
Çünkü bu zafer, sizin için mutluluğun olduğu gibi daha birçok faziletin anahtarı da olacaktır.
Maddi gözünüzü hatta mana gözünüzü açar ve tüm güzellikleri temasa edebilirsiniz. Dostlarınızı tanıyabilir ve onlara teşekkür edebilirsiniz.
Herhangi bir biçimde hata yaptıysanız rahatlıkla özür dileyebilirsiniz. Ruhunuzda huzur, bedeninizde bir rahatlık yakalarsınız.
Seversiniz, sevilirsiniz. Ararsınız, sorarsınız. Aranırsınız, sorulursunuz.
Evet, kıskançlığın düşmanı, panzehiri ve birçok güzelliğin yapıtaşı anahtarı; takdir etme melekesidir.
Dil ile hal ile bakış ile seviş ile içtenlikle takdir etme büyüklüğü.
Güzel bir hareketi, bir yazıyı, bir şiiri tebrik ve takdir etme.
Hoşgörü ile yaklaşıp, takdir ile muamele etme güzelliği her iyiliğin tohumudur.
İnsanların dostluğunu kazanmak ve dostlarımızın dostluğunu anlamak ancak ve ancak kıskançlıktan arınıp, takdir duygusuyla tanışmakla mümkündür.
Size yapılan bir iyiliği unutmamak, dostça bir tokalaşmanın sıcaklığını yakalamak, başarınızın; tebrik edilmesini yaşamak yazınızın; okunmasını görmek, dinlenmesini duymak, düşünüldüğünüzü, düşünebilmek hep takdir iledir.
Ne zaman ki, sizden başka bir insanın, herhangi bir sebeple duyduğu, yaşadığı büyük bir sevinç anında; dönüp kendi yüreğinize baktığınızda o insanın o sevinci, size onun aldığı hazdan, daha fazla bir haz veriyorsa; işte o zaman size şunu kesin söyleyebilirim. Siz dostsunuz. Artık sizin gönlünüz kıskançlığın mezarlığı, sevgi ve takdir duygusunu sarayı olmuştur.
Bu hali şöyle açıklamak isterim:
Bir annenin evladını bir başarısını gördüğünde, sanki o başarıyı evladı değil de, kendi yapmışçasına, evladından fersah fersah çok sevinen, mutluluk duyan, gururlanan hali gibi, yani çok özeldir takdir duygusu, çok özeldir sevgi.
Gönül zenginliğinin en açık özelliği de bu duygulardır.
Mesela siz hiç elinizi açıp da Yüce Allah’tan bizzat isim zikrederek, hangi arkadaşınız için Allah’a dua ettiniz? Onun için iyi şeyler talep ettiniz? Bu sevgini, takdirin, dostluğun, kâmil insan anlayışının zirve boyutudur.
Keşke anlatabilsem…
Kelimelerimin kifayetsizliğini görüyorum – bu özel duygular ifade etmekteki eksikliğimi, aczimi, yaşıyorum.
Belki çok dolaştım yazımda; oralarda, buralarda. Sözün özüne döneyim:
Eğer etrafımızdaki gerçek dostlarımızı görmek veya yeniden keşfetmek istiyorsak,
Bizim onları, onların bizi sevmesine bizzat biz engel olmak istemiyorsak,
Rahmetin bize özel kapısından oluk oluk akmasını bekliyorsak,
Sevgiye yol vermek, mutluluğu, huzuru, dostluğu yakalamaya arzuluysak;
Müslüman olmak, Müslüman kalmak, Müslüman ölmekse, hayatta tek arzumuz kıskançlıktan arınmalı – takdir etmeyi öğrenmeliyiz.
erolyazıcı / ABBEYT ♥️