KORKMA ALLAH BİZİMLEDİR

Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c),alem-i asgar (küçük alem) olan insanı ahsen-i takvim yani en güzel surette yarattı. İnsanı esmasına en azami derecede ayna olmaya mazhar kıldı. Böylece kendini bilen insan için Rabbini bilir denildi. Allah (c.c) insanı maddi manevi o kadar çok teçhizatla ve hissiyatla donattı ki bunlardan bazılarının (kalp, ruh gibi) hala mahiyetinin ne olduğu tam anlamıyla izah edilebilmiş ve anlaşılabilmiş değil. İnsan maddi teçhizatlarıyla birlikte aynı zamanda akıl, kalp, ruh, vicdan, cesaret, korku, endişe, merak, üzüntü, gam, inat, şehvet vs. gibi sahip olduğu onlarca fıtri hissiyata sahiptir. Pekala Allah (c.c) bu kadar hissiyatın tamamını sayısız mahlukatı içinde neden insana verdi. Allah (c.c) abes iş yapmayacağına göre bu kadar hissiyatın ve teçhizatın da insana verilmiş olması elbette boşuna değil. Allah’ın (c.c) insana verdiği saydığımız ve de sayamadığımız bütün teçhizatların ve hissiyatların mutlaka bir sebebi bir hikmeti olmalı. Düşünen ve akıl eden insanlar, insana verilen bütün bu nimetlerin mahiyetinin ve hikmetinin ne olduğunu tam olarak bilemeseler de Allah’ın (c.c) bir muradı olduğunu idrak ederler. İnsanın sahip olduğu Akıl teçhizatının asıl gayesi düşünüp tefekkür ederek, dünya ve ahiret hesabına kar ve zararını hesap etmek ve bu istikamette de Allah’ı (c.c) tanımak, bilmek ve aklı veren yüce kudrete teslim ile itaat edip iman etmektir. Kalp diye isimlendirilen teçhizat ise sadece bir et parçası olmayıp Allah’ın esmasına en azami derecede aynalık yapan iman nurunun mahalli, anahtarı Allah’ın (c.c) elinde olan çok kıymetli bir mücevher sandukası ve belki de ruhun ruhu hükmündedir. Zira imansız bir kalp manevi olarak ölü hükmündedir. Nasıl ki ölen bir insanın bedeninden ruh çıkınca o insan artık ceset hükmündedir. Eğer ki o kalbe iman nuru girse adeta ölmüş bir bedene ruh girip cesedin canlanması gibi o kalp dahi imanın nuru, ruhu ile canlanır ve böylece manen canlı bir ceset hükmünde olan insan dahi hakiki insan olur.  


O halde korku hissiyatının da mutlaka bir hikmeti olmalı. Ekser canlı mahlûkatın ortak hissiyatından olan korku hissiyatı olmaz ise o takdirde hayvanın ve insanın en kıymetli varlığı olan canını müdafaa etmek gibi bir refleksi gayreti olmayacaktı.  Aynı zamanda insanda korku hissiyatı olmasaydı bu takdirde Allah’ın insanların imansızlığının ve asiliğinin karşılığında insanları cehennem azabıyla korkutup ikaz etmesinin bir anlamı kalmayacaktı. Böylece korkusuz insanların korkutulmaya çalışılması gibi abes bir durum ortaya çıkacaktı. Halbuki Allah (c.c) abes iş yapmaz ve her türlü kusurdan münezzehtir. O halde bir yönüyle korku hissiyatının olması aklı olan insan için büyük nimet, büyük bir rahmettir.Ancak bu sözüm yanlış anlaşılmamalı. Her şeyden herkesten korkmak ise manevi bir hastalıktır. Bütün her şeyde olduğu gibi ifratlar ve tefritler daima insanı zora sokar hasta eder. Bu nedenle korku dahi ölçülü olmalı her şeyde olduğu gibi bunda da aşırılıktan kaçınılmalıdır. Korkunun muhalif manası yani zıddı olan cesaret dahi korkudan bütün bütün ayrı bir mana değildir. Zira cesaret korkuya rağmen harekete geçebilmenin adıdır. Bu sebepten dolayı korku hissiyatı bütün hayvanatta ve bütün insanlarda az ya da çok mutlaka vardır. Önemli olan ise o hissiyatı vakti, saati ve yeri geldiğinde yerli yerinde ve ölçülü bir şekilde kullanabilmektir.


İnsanın en büyük korkusu olan ölüm, insanı canından daha aziz bildiği Allah (c.c),Kur’an bayrak vatan yolunda savaşmaya ve gerektiğinde can vermeye mani oluyorsa o takdirde o korku insanın başında beladır. Aynı zamanda insan anne, baba, evlat, eş gibi sevdiklerinin de hayatları mevzubahis olduğunda korkularına rağmen neticeyi düşünmeden en kıymetli varlığı olan canını tehlikeye atarak harekete geçer. Tıpkı korkaklığı temsil eden bir tavuğun yavrusunun canını tehlikede gördüğünde köpeğe saldırması gibi.


Korku hissiyatının da bir gayesi var, şayet o gaye istikametinde kullanılmaz ise korku insana muvazeneyi bozdurur ve bu dünyayı başına bela, zindan eder. Ölümden korktuğu halde maalesef intihara meyleden insanların olduğu malumdur. Korku fıtri bir hissiyattır ve her insanda az ya da çok mutlaka vardır. Mesela büyük sahabe Hz Ebubekir (ra) Alemlerin Efendisi (sav) ile birlikte saklandıkları mağarada müşriklerin efendimize zarar vereceğinden korktuğunda Rasulullah (sav) “korkma Allah bizimledir” (Tevbe 40) diyerek onu teselli etmiş ve Allah (c.c.) onun endişesini korkusunu gidermişti. Allah’ın peygamberlerinden Hz Zekeriyya kendisine zarar vermek isteyen Yahudi katillerden kaçıp korkuyla bir ağacın gövdesine saklanmış daha sonra ağacın testereyle ikiye bölünmesiyle şehid edilmişti.


Hendek savaşında Ahzab gecesinin dehşetli anlarında sahabeler çetin bir imtihandan geçmişler, yaşanan ağır şartlar ve o gecenin dehşetinden bir kısmının Kur’anın ifadesiyle korkudan “gözleri kaymış, yürekler ağıza gelmişti” (Ahzab 10). Ancak gerçek iman edenler korkularına rağmen sebat etmiş ve İslam düşmanı kafirlere mukavemet etmişlerdi.


Çanakkale’de dünyanın en güçlü ordularının İslam’ın müdafii ve kalesi olan Osmanlı ordusunu ve İslam’ı imha etmek kastıyla saldırdığı ve ölümün kaçınılmaz olduğu hengâmda şehit namzetleri korkularına rağmen imanın verdiği cesaretle İslam’ın izzetini, şerefini ve vatanı bayrağı Allah düşmanlarının çizmeleri altında çiğnenmekten korumak için Allah Allah zikirleriyle şehadete koşmuşlardı.


Aynı burada olduğu gibi korku, insanın kutsallarını, değerlerini muhafaza etmek içindir. En önemlisi de korku insanın kalbinde ki imanın muhafaza edilmesi içindir. Zira insan hayatı boyunca imanını kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıyadır. O halde insan hayatı boyunca imanını kaybetmekten korkmalı ve imanın mahalli mekânı kalesi olan kalbini küfür tehlikesinden ve insanı küfre sevk edecek düşmanlara karşı korumak için her türlü tedbiri almalı ve kalp kalesini korumak için o kaleyi daima sağlam tutmalı düşman saldırılarına karşı yığınak yaparak ahir zamanın en dehşetli fitnelerine karşı daima teyakkuz halinde olmalıdır.


İnsan korkularından, korktuğundan uzak olduğunca mutludur. İnsanın en büyük korkusu ise sevdiğinden uzak olmak, sevdiğini ve onun muhabbetini sevgisini kaybetme korkusudur. Zira sevmek iddiasında olan insan en çok sevdiğini kaybetmekten korkar. Bir mü’minin en büyük korkusu da Allah’tan uzaklaşmak, O’nun sevgisini muhabbetini kaybetmek korkusudur. Konuyu bir Hadis-i Kudsi ile bağlayalım; İzzetime yemin olsun ki, ben kuluma iki emniyeti birlikte vermem. Eğer kulum dünyada benden emin (korkusuz) yaşarsa, onu kıyamet günü korku içinde terk ederim. Şayet (kulum) dünyada benden korkarsa, ben de onu kıyamet gününde korkularından emin kılarım.” (1)

"Allah her türlü noksan ve kusurdan münezzehtir. Mutlak ilim ve hikmet sahibi, Alîm ve Hakîm olan ancak O’dur" 

1- (Beyhaki, Şuabu’l-İman,  İbnu’l-Mübarek, ez-Zuhd)

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.