NE OLUYOR BİZE…
Düşünüyorum da…
Biz böyle miydik
Eskiden, öyle çok eskiden de değil hani.
Yani az eskiden, insanlar arasında bir başka muhabbet vardı. Sohbetler sık olurdu. İnsanlar birbirlerini daha çok tanırdı. Selamlaşma, tokalaşma, sarılmalar daha fazla idi. İnsanlar birbirlerine güvenirdi. Ziyaretler, günlük renklerdi.
Mahalleli şuuru vardı. Birinin yardıma mı ihtiyacı vardı. Hemen koşulurdu. Büyük bir zevkle yardım edilirdi. Yardımda, sadece lafla değildi. Hasta mı vardı; yemek getirilirdi, ziyaret edilirdi, doktora götürülürdü. Paraya mı ihtiyacı vardı; toparlanır verilirdi. Bu para ihtiyacının, esnaflar arasında giderilmesi bir esnaflık ahlakı olmuştu. Yardım etmek, bir haz verirdi insanlara.
Bir babamız çalışırdı, hepimiz geçinirdik.
Yani anlayacağınız, epey bir iyiydik.
Ne oldu o zamanlara, nereye gitti o insanlar. Zamanı mı geçti, biz mi değiştik. Bilemiyorum. Ama düşünüyorum da şimdilerde, durum eskiyi pek andırmıyor.
Artık insanlar, birbirini pek tanımıyorlar. Mesela, yok artık o eski mahalleler, para ister diye, eskisi gibi insanlar birbirlerine selam da vermiyorlar.
Apartmanın alt katı üstten, üst katı alttan habersiz.
Ölen ölüyor, o kadar.
Parasız kaldıysanız hele, kardeşiniz de sizden uzak. Zaten yardımda etse, o zaman o da yardıma muhtaç. Aşağısı da çıkmaz, yukarısı da öyle.
Ziyareti unuttuk artık.
Vazgeçtik dostluklardan, sohbete de yok zaten zaman.
Düşünüyorum:
“Her halde” diyorum; insanlar ana amaçlarından ve değerlerinden saptılar ki bu böyle sonuç vermiş. Mesela yardımlaşma unutulmuş. Yardım alınamayacağı için, yardım edilmemeye ve hep sahip olma dürtüsüne kapılınmış. Bu da beraberinde amansız bir meşguliyet, gereksiz bir hırs ve sevgisiz bir yaşamı beraberinde oluşturmuş. Öyle ya, kimse kimseye yardım etmezse, insan muhtaç olmamak için sahip olmak, güçlü olmak zorunda.
Ve böyle düşünenler çoğunluk olmaya başladığında acımasız bir yaşam ve açlar, sokak çocukları, dilenciler, hırsızlar, soyguncular, katiller, dullar, yetimler, düzenin acı meyveleri olmuştur birden bire.
Oysa insanlığın olgunlaşmasının yöntemi bu mu olmalıydı.
Madde uzaya çıkarken, mana mezara mı gömülmeliydi?
İşte bütün mesele bu bence.
Kuramadık dengeyi… Bulamadık ölçüyü.
Oysa o denge, o ölçü bize o kadar yakın ve fıtratımıza o kadar uygun ki…
İşte o denge, o ölçü; sevginin, adaletin, beşeri ilişkilerin, huzur ve refahın, mutluluğun zirveleştiği, yardımlaşmada yarışmaya, doğrulardan birleşmeye, hoşgörüde ummanlaşmaya davet eden, insanın ve insanlığın şereflendiği İSLAM’DIR.
Gelin fıtrata dönelim.
erolyazıcı / ABBEYT ♥️