Beşeriyet nankör bir eda ile sahip olduğu nimetlerin kadrini bilememektedir. Zira her insan hayata gözlerini açtığında Rabbinin sayısız nimetleri ile karşılaşır ve hayatının tamamında bu nimetlerden istifade eder. Lakin insan bir nimete kavuştuğunda her zaman daha fazlasını talep eder. Var olan nimetlerle yetinmesinde ve idare etmesinde her zaman büyük zafiyetler gösterir. Yani insan çoğu kez ihtiyaç sınırının ötesine taşarak daha fazlasını ister. Daha çok olana kavuşunca da yeniden daha çok ister. İstekler birbiri ardına zincirleme devam eder. Bu öyle bir hastalık ki istekler hiçbir zaman dur durak bilmez. Böylece insan haddini hududunu aşar ve bir şekilde ihtiyaçtan fazlasına tamah ettiği için israfın kapılarını da sonuna kadar açmış olur.
İnsanın malı ve mülkü biriktirme ve stoklama hastalığının yanında kullandığı her şeyi gösterişle bezenmiş yenileme hastalığını da eklediğimizde ortaya tam bir müsriflik çıkmaktadır. Bu durum israf zafiyeti olarak telakki edilir. İsraf, gereğinden fazla yapılan harcamaların bütünüdür. Telafisi olmayan bir karakter taşır ve bu haliyle optimal dengenin bozulmasını sağlar. Başka bir deyişle, nimet alanında meşruiyet sınırlarının aşılması olarak da tanımlanabilir. Burada bir parantez açalım ve bilelim ki, variyet sahibi olmak, emek ve nasip meselesidir, ilim sahibi olmak ise sadece istek ve emek meselesidir. Bunların doğru ve faydalı kullanılabilmesi ise bilinç, hazmetme ve irade meselesidir.
İsraf denince aklımıza kabarık bir liste gelmiş olur. Sınırsız ve gereksiz harcamalar, sorumsuzca icra edilen keyfiyetler, varlıkların ve nimetlerin ziyan edilmesi, boşa harcanan zamanlar, hem dünya ve hem ahiret için tüketilen fırsatlar büyük bir israf olarak karşımıza çıkar. Her israf aynı zamanda bir vebaldir ve aynı zamanda fıtrata meydan okumadır. Bir nimete kavuşmak uzun zaman ve büyük emek ister lakin bir nimeti heba etmek ise çok kolay ve çok hızlıdır. Nimetleri gerektiği gibi korumamak, muhafaza etmemek ve faydaya tahvil etmemek harama giden kapıları açar.
Genel olarak bir değerlendirme yapacak olursak; sofralarımızda israf edilen ekmekleri ve yiyecekleri, ihtiyaç harici gösteriş amaçlı giyimlerimizi ve kuşamlarımızı, şatafatlı aşırı lüks konutları ve arabaları, gösteriş ve muhtelif niyet amaçlı mal ve mülk yığıntılarını ve toplum faydasına tahvil edilemeyen zenginlikleri israf kapsamında değerlendirmeliyiz. Yine aynı şekilde gençliği zayi etmek, vakitlerimizi ve ömrümüzü boşa harcamak israfın alasından sayılır. Çevreyi kirletmek, enerji, su, ısı gibi nimetleri hoyratça kullanmak israf dahilindedir. Bunun gibi sayısız örnekleme yapılabilir. Aklımızı, kalbimizi ve duyularımızı fıtrat ekseninde kullanamadığımız her saniye büyük bir israftır. Hak olandan bizi uzaklaştıran her ne varsa bu aynı zamanda bir israf mantığının da sonucudur.
Tıpkı maddi nimetlerde olduğu gibi manevi nitelik arz eden nimetlerin de israf edilebileceğini bilmemiz gerekir. Sevgilerin heba olması, birlik ve beraberliğin bozulması, ana gayenin Allah rızası dışına taşması, ilmin zayi olması, iyiliklerin ve faydalı olanın kötü olan ve zararlı olan ile yer değiştirmesi, inanç ve imanın yara alması en büyük israf olarak ortaya çıkar. Allah cc. kulluk yolundaki imtihan için gerekli olan her ne varsa insana verdiğine göre bunları kullanamamak, değerlendirememek, doğru olan ve hak olan bir iklimle sahiplenememek israf zihniyetinin egemenliğini ortaya koyar. En büyük nimet İslam’dır. Lakin Kur’anı ve sünneti yaşayamamak bir ömrü zail ve ziyan etmekte ve ebedi hayatı mahvetmektedir.
İsraf, haram bir davranış olarak emeklerin, kaynakların ve nimetlerin en büyük düşmanıdır. Eğer bu uğurda doğru bir istikamet yakalanmış olursa, burada muhakkak tasarruf vardır, haddi aşmamak vardır, iktisat etmek vardır, gereği kadar harcama ile yetinmek vardır. Mütevazilik vardır. Tasarruf eden, iktisat eden zengindir, israf eden mutlak manada fakir olandır. Var olduğu halde gereği kadar harcamamak veya kullanmamak ise cimrilik olarak ortaya çıkar. Cimrilik etmeyen ve tasarruf ya da iktisat eden asla sıkıntı çekmez. İktisat ya da tasarruf geçimin yarısı olarak telakki edilmiştir. Nimetlerin kullanımında tedbirli olmak da geçimin yarısı sayılmıştır. Günümüz sıkıntılarının temelinde büyük oranda “ayağını yorganına göre uzatmamak” vardır. Bir nimete kavuştuğunda mütemadiyen başka bir nimeti istemek insan doyumsuzluğu olarak kabul edilir. Her doyumsuzluğun ise büyük bir sorun olarak karşımıza çıkma olasılığı vardır. Oysa doyumsuzluk ve ihtiraslar insanı kontrolsüz ve sorumsuz bir yolun yolcusu yapar. Karanlık meçhul bir yola sürükler.
İsraf aynı zamanda kibrin de bir tezahürüdür. Şükrün zıttı olarak da anlaşılabilir. İsraf eden kimse, mal, mülk ve nimetlerin mutlak sahibini düşünmeksizin sorumsuz bir keyfiyetle hareket eder. Her şeyi kendinden menkul zanneder. Hal böyle olunca da bu kişiliklerde israf ve cimrilik bir karakter olarak temayüz eder. Oysa bu alandaki davranış şekillerini yüce Rabbimiz Kur’an’da bize bildirmiştir ve Peygamber efendimiz (sav.) de bu alandaki uygulamaları bize öğretmiştir.
“Yiyin, için, fakat israf etmeyin! Allahü Teâlâ israf edenleri elbette sevmez.” (Araf Suresi 31. Ayet)
“İsraf etme! İsraf edenler, şeytanların kardeşleridir.” (İsra Suresi 26, 27. Ayetler)
“Müsrifleri helak ettik.” (Enbiya Suresi 9. Ayet)
“Cimri olma, israf da etme!” (İsra Suresi 29. Ayet)
“Onlar sarf ettikleri zaman ne israf ederler, ne de cimrilik. İkisi arasında orta bir yol tutarlar.” (Furkan Suresi 67. Ayet)
Kainat hem maddi varlıklar açısından hem manevi varlıklar açısından tam teşekküllü bir denge halindedir. Bu dengeye elbette ki ilahi mutlak nizam denilmektedir. İşte bu ilahi mutlak nizamı bozmaya çalışan hasletlerden biri israf olarak ortaya çıkmaktadır. Tüm bereketlerin, yoklukların, fukaralıķların, kuraklıkların, hastalıkların ve tüm verimsiz hasletlerin temelinde israf hastalığı vardır. İsraf hastalığı aynı zamanda da toplum sosyal dengelerinin bozulmasının en büyük müsebbibidir. İsrafın yakın arkadaşı olan cimriliği de elbette ki bu kapsama dahil etmemiz gerekir.
İhtiyaç fazlası olarak mal ve mülk yığıntısı yapmak israfın başka bir boyutu olarak karşımıza çıkar. Sermaye birikimlerinin üretim dışı atıl alanlara yatırılması sosyal düzen acısından sermaye faydasının israfı olarak değerlendirilir. Atıl durumdaki mal ve mülk yığıntılarının elbette ki topluma bir faydası olmaz. Mesela yatırımlık gibi düşünülerek alınan ama boş olan ve kullanılmayan fazla konutları bu kategoride değerlendirebiliriz. Aynı şekilde döviz, altın, faize para yatırma, ihtiyaç fazlası araç satın alma gibi buna benzer daha birçok ihtiyaç harici mal ve mülk yığıntısını da israfa yol açan varlıklar olarak düşünmeliyiz. Var olan parayı artırmak gayesi ile faizlere bulaştırmanın sermayeyi kirletmek manasına geldiğini de bilmemiz gerekir.
“Ey iman edenler! Bilin ki Yahudi din bilginlerinin ve Hıristiyan din adamlarının birçoğu halkın mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan alıkoyarlar. Altın gümüş biriktirip Allah yolunda harcamayanları elem veren bir azapla müjdele! O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınları, böğürleri ve sırtları dağlanacak: İşte yalnız kendiniz için toplayıp sakladıklarınız; tadın şimdi biriktirip sakladıklarınızı!”(Tevbe Suresi 34, 35. Ayetler)
Sermaye birikimlerinin üretime yönlendirilmesi ve bu sayede işgücünün sağlanması İslam ekonomi anlayışının temelini oluşturur. Çünkü sermaye birikimlerinin üretime yönlendirilmesi demek iş demek, aş demek, emek demek, ekmek demek, fayda demektir. Çalışan, üreten ve ticaret yapan dinamik bir toplum demektir. Yani aslında sermaye birikimleri, olması gereken doğru bir zeminde bulunmuş olur. Bunun aksi demek olası bir çeşit sermaye israfı manasına gelir. Çünkü böyle bir durumda toplumun iş hayatındaki üretim ve ticaret aktivasyonları eksik kalır. İste bu nedenle bir kısım sermaye birikintileri ve yığıntıları israf kapsamında değerlendirilir. Yani faydasız mal, mülk ve tüm variyetler büyük bir israf olarak karşımıza çıkar.
Mallarının, mülklerinin, gümüşlerinin, altınlarının, dövizlerinin, gayrimenkullerinin ve diğer nimetlerinin kıymetini bilmeden onları stoklayan, onları iş alemine ve üretime dahil etmeyen ve onlardan gerektiği gibi Hak yolunda tasadduk etmeyene yazıklar olsun. Onlara ebediyen sahip olacakmış gibi davranan gafillere yazıklar olsun. Mazlum ve mağdurların bol olduğu bir dünyada “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” buyuran yüce Peygamberimizin (sav) nidasını duymayanlara yazıklar olsun… Nimetleri zayi eden bedbahtlara yazıklar olsun…
Ali Dama