2. Bölüm
Aradan bir hafta geçmiş, ancak Fransız arkadaşından hala haber gelmemişti.
Her akşam olduğu gibi Pavilio, yine sahildeki gazinolardan birine gitmiş ve her zamanki masasında oturuyordu. Sıklıkla gözlediği kapı her açıldığında; “Ya o hiç gelmezse… Ya gelir de beklediğim müjdeyi getirmezse…” diye yüreği ağzına geliyordu. Bu düşünce günlerdir içini kemirdiği gibi şimdi de yediklerini boğazına diziyordu.
Neyse ki korktuğu olmadı. Hışımla açılan kapının eşiğinde arkadaşının ışıldayan yüzünü görünce, onun da gözleri parladı.
“Hey gidi dostum! Sana ne söylemiştim. Oldu bu iş…” diyerek, Danniell hızlı adımlarla yanına gelip, masaya oturdu.
“Gerçekten mi? Senden ses çıkmayınca ben de ümitsizliğe kapılmıştım. Bu habere çok sevindim. Benim gibi birine kızı vermeye nasıl ikna oldular? Kız da istiyor mu? Onunla evlenebilecek miyim? Anlatsana, neler oldu?”
“İkna yöntemim bana kalsın. Yarın akşam bizi yemeğe bekliyorlar. Seninle tanışıp, niyetinin ne derce ciddi olduğunu kendi gözleriyle görmek istiyorlar.”
“Çok ciddiyim… Demek oldu bu iş… Dile benden ne dilersen.”
“Dur! Öyle hemen sevinme… Önce bana bir söz vermeni istiyorum. O kız benim elimde büyüdü, evladım gibi. Onu asla üzmeyeceğine söz ver. Ve şunu unutma! Ben sadece sizin yuva kurmanız için aracı oluyorum. Bunun böyle olmasını da Tanrı istedi. Biliyorsun; kaderimizi Tanrı belirler, eğer O isterse her şey olur.”
“Biliyorum arkadaşım. Zaten ben de her ne istersem, Tanrı’dan istiyorum. O her şeyin mutlak sahibidir. O istemediği sürece yer yüzünde hiçbir şey hareket edemez… Fayette’yi mutlu edeceğime, onu üzmeyeceğime dair sana söz veriyorum.”
Cümlesini bitirdiğinde gözlerini tavanda bir süre gezdirdi. Ardından garsonu yanına çağırıp, masayı donatmasını söyledi. Heyecandan ne yapacağını bilemeyen, içine sığdıramadığı sevinciyle yerinde duramayan bir çocuk gibi görünüyordu.
Cebinden çıkarttığı deftere birkaç satır yazdıktan sonra arkadaşına bakıp, bütün gelişmeleri anlatmasını istedi.
Gecenin ilerleyen saatlerine kadar arkadaşı; onun İtalyan ve hatırı sayılır bir servete sahip olmasından başlayıp, orta yaşlarda, kıvırcık saçlı, orta boylu, efendi, saygılı, yakışıklı olduğunu, buralarda hiç akrabasının bulunmadığı gibi her bir özelliğini aileye aktardığını ayrıntısıyla anlattı.
Ziyarete gitmeden önce nerede buluşacakları, ne götürecekleri, nasıl gidecekleri, ne giyeceği, nasıl davranması gerektiği gibi konular üzerinde de uzun uzun konuştular. Bazı konularda düşünceleri uyuşmasa da sonunda orta noktayı buldular. Vakit gece yarısına geldiğinde hesabı ödeyip gazinodan ayrıldılar.
Kumsala vuran küçük dalgalar eşliğinde sahil boyunca yürürken, her ikisinin de yüreğinde huzurun ayak sesleri işitiliyordu. Uzaktan gelen manolya kokusu da buna eşlik ediyor gibiydi.
İçi içine sığmayan damat adayı, arkadaşının evinin önüne kadar hiç susmadı. Ertesi günün hayatının en önemli günü olduğunun bilinciyle oteline geldiğinde bile kendi kendine konuşuyordu.
Gaz lambasının ışığı gölgesinde cebinden çıkarttığı deftere,
“Ah, o güzelim pembe yanakların,
Yıldızlar gibi parlak, huzur dolu gözlerin
Gür saçların çevrelediği yüzün
Baharı yaşarım, seni her gördüğüm gün.” gibi şeyler karalamaya başladı.
Yazmaktan kendini bir türlü alamıyordu. Duygularını dışa vurmazsa sanki mutluluktan kocaman olan yüreği vücuduna sığmayacaktı. Sabaha kadar gözüne bir gram uyku girmedi. Bazen yatağa uzanıp, elleri başının altında tavanı seyrederken hayal kurdu, bazen de ince uzun parmaklarıyla tuttuğu kalemi defterin yaprakları arasında gezdirdi. Sonunda günün ışıyacağını haber veren kuşların seslerini duyarken, göz kapaklarının ağırlığına daha fazla dayanamadı.
Devam edecek > 23 Şubat > 3. Bölüm