İlçenin bilinen en eski adı “Pantikapion – Pantikapeun (Pantikape)dır. Roma İtinerariumlarında ”Panticio, Pantecio, Panticia (Pantikya)”olarak bilinir. Bizans dönemindeki adı “Pantichium-Pantichion(Pantiki) olup bu sözcük ‘her tarafı surla çevrili’ anlamına gelmektedir.
İstanbul Boğazı’nda bulunan Pantichion (Fil Burnu)’den ayırt edilebilmesi için Pendik’e Kadıköy-Pendik’i (Kadıköy’e ait Pendik) denildiğinde olmuştur. Bölge Doğu Roma İmparatorluğunun sınırları içinde kaldığı dönemde “Tayni-Tini” adıyla anılmıştır. Bizans döneminde “ Pantikion“ ya da “ Pentikion’’ adıyla anılmıştır.
Latin egemenliği döneminde Pendik’e “ Büyük Duvar “ anlamına gelen “ Peninda-Kot” ve “ Panli-hion” adları verilmiştir. Beş surlu bir mahallede bulunan beş burun ve beş çıkıntı anlamına gelen Pendik adının Pantiki’ni olup Türkler tarafından değişikliğe uğratılmış hali hazırda Osmanlılar döneminde kullanılmıştır ve halen de kullanılmaktadır.
Doğal liman özelliği taşıyan bir koyda kurulan Pendik, tarih öncesi yerleşmelerden önce Marmara denizindeki düzey düşüklüğü ve aşırı tuzlanma nedeniyle bir süre terk edilmiş, Marmara Denizinin durumu normale dönünce tekrar iskana sahne olmuştur.
Pendik’te yerleşen en eski insan topluluğunun “Makedonyalılar” olarak tanımlanmasına rağmen l961 yılında yapılan kazılarda 3000 – 4000 yıl öncesine ait olduğu belirlenen insan kalıntıları bulunmuştur. ( Pendik M.Ö.753 yıllarında itibaren Roma İmparatorluğunun sınırları içinde kalmış, M.S.395 yılında İmparatorluk ikiye bölünmüş ve Pendik, Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içinde kalmıştır.) 1080-1083 yılları arasında Selçuklular tarafından fethedilen bölge daha sonra tekrar Bizans hâkimiyetine girmiştir. Bölge 1203 -1204 yıllarında Bizans’ın parçalanması ile Latin hükümetinin egemenliğine geçmişse de, l306 yılında Osmanlı sınırına dâhil olmuş, daha sonra Pendik üzerinde Osmanlı İmparatorluğu ile Bizans arasındaki çekişmeler sonucunda l329-l330 tarihleri arasında Pelekanon Savaşı yapılmış ve bu savaşta Bizanslılar ağır bir yenilgi almış, savaş sonrası Pendik uzun bir süre terk edilmiştir. Pendik son olarak Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlı topraklarına dahil edilmiş, Umur Ağası Abdurrahman Gazi tarafından 1400’lü yıllardan Osmanlı topraklarına kalmıştır.
Osmanlı döneminde Gebze ilçesine bağlı bir köy iken daha sonra Üsküdar Mutasarrıflığına bağlı Kartal Sancağı bünyesinde bir nahiye olmuştur. Nihayet 04.07.1987 tarihinde 19507 sayılı Resmi Gazete de yayınlanan 3392 sayılı Kanun ile İlçe olmuş ve teşkilatlanmasını tamamlayarak 11.08.1988 tarihinde fiilen faaliyete geçmiştir.
1994 yılında yayınlanan “Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi” ve 1999’da Sadettin Güçlü tarafından yayınlanan “Pendik” kitabına göre ilçe, ilki 1798’de olmak üzere üç büyük yangın geçirdi. Son yangın olan 1889 yangınında Pendik tümüyle kül oldu, 1200 hane ve dükkan yandı, ilçe yaşanmaz hale geldi. Bazı kitaplar bu yangının 50 saat aralıksız devam ettiğini kaydetmektedirler. Yangından bir yıl sonra, Ayan Meclisi Senato Hariciye Encümen Reisliği görevini yürüten Pendikli Azaryan (Azerian) Efendi’nin Paris’ten getirttiği mimar ve mühendisler tarafından kasabanın ilk planları çizildi. Bugünkü Pendik merkezi de bu planlar doğrultusunda şekillendirilmiştir. Böylece Pendik Türkiye’nin ilk planlı kasabası olmuştur.
Azaryan Efendi planlar yapılırken Pendik’in orta yerine imzasını da atmayı ihmal etmemiştir. İsminin ilk harfi olan “A” harfi, ayakları sahile doğru uzanacak şekide planda yer almıştır.
Pendik yeni baştan imar edildikten sonra tamamen bir balıkçı-sayfiye köyü kimliğine bürünmüştür. Öyle ki 1 Dünya Savaşı öncesinde köyün 8 adet oteli bulunmaktadır. O dönemde nüfusu 1500 civarındadır.
Pendik’in nüfusundaki artışlardan sonra doğal merkezi olan Yel değirmeni,1950’deki bir düzenlemeyle ikiye ayrılarak Doğu ve Batı mahalleleri olarak adlandırıldı. Doğu mahallesi, İngilizlerin yoğunlukla oturdukları bir mahal olduğu için uzunca bir süre İngiliz Mahallesi olarak da bilindi. Keza, Batı Mahallesi de aynı şekilde Fransız Mahallesi olarak adlandırılmıştı.
Pendik merkezinin nüfus yapısını ekseriyetle oluşturan İngiliz, Fransız, Rum, Ermeni gibi gayrimüslimlerin yerlerini yavaş yavaş 24 mübadelesi sonrası gelen Müslüman nüfusun daha çok merkez çevresindeki yerleşimlerde ikamet etmeyi tercih ettikleri görülüyor.
Pendik nüfusundaki ilk belirgin büyük artış bu dönemdedir. Yine bu dönemde, nüfusun gittikçe kalabalıklaşması sonucu merkezden kuzeye ve doğuya doğru yerleşimler başlamış,1955-60’lı yıllarda Orta ve Yeni mahalleler teşkil edilerek buralara muhtarlık verilmiştir.1960 yılı, yerleşimlerin oldukça artmış olmasından dolayı Kaynarca’nın da mahalle olarak teşkil olunduğu yıldır.
Bu arada bugünkü Çarşı Cami’nin yerinde bulunan ve terk edildiği için tütün deposu olarak kullanılan kilise binası 1958’de yıkılarak yerine Çarşı Cami’nin temeli atılmıştır.
Nüfus bu tarihlerden sonra çok hızlı bir şekilde artmaya devam etmiştir. 1960’ta 15.000 civarındayken, 1965’te % 37.62’lik bir büyümeyle 25 binlere çıkmış; 1970’e girerken bu rakam yaklaşık 30.000i bulmuştur.
Bu tarihlere kadar, sahne olduğu kalabalıklaşma bozulmalara rağmen sahil şeridiyle, çay bahçeleri, gazino ve lokantalarıyla, zeytinlikleri, yeşil bahçeleri ve bostanlarıyla bakirliğini nispeten korumaktadır. Ancak, geniş bahçeler içindeki evlerin yerini tek tük çok katlı binalar almaya, sayfiye yapısı yavaş yavaş bozulmaya başlamıştır. Keza, kasaba nüfusu İstanbul genelinde olduğu gibi giderek kozmopolit bir hüviyet kazanmakta, artık ülkenin hemen her yerinden giderek Pendik’e yerleşen insanlara rastlanmaktadır.
Yine bu dönemler, kırsala doğru çok belirgin bir büyümeye ve Pendik’e bağlı yeni yeni mahallelerin süratle teşkiline sahne olduğu yıllardır. Gelen nüfus kasaba merkezinde kendine yer bulamadığı için çevre köylere kadar uzanan geniş arazilere gelişi güzel, kontrolsüz ve denetimsiz bir şekilde yerleşmeye başlamıştır.
1940 yılında yapılmış olan tapulama çalışmaları artan ihtiyaçlara cevap veremez duruma gelince, 1973 yılında bölgede yeniden bir tapulama çalışması başlamış, ancak şehir imar planları yeterince uygulanamamış; bu nedenle Pendik, İstanbul’un en büyük problemlerinden biri olan gecekondulaşma sorunuyla da yüz yüze gelmeye başlamıştır.
1967 de Bahçelievler, Yenimahalle’den; 1968 de Fevzi çakmak, yayalardan ayrılarak buralara mahalle statüsü verilip muhtarlık ihdas edilmiştir.
1969 yılında ordudan kitle halinde göç eden 70 ailelik bir gurup Göçbeyli köyüne yerleşmiştir.
1950’li yılların başında tek tük yerleşimlerin başladığı Dumlupınar, 1971 de kurtuluş mahallesi olarak organize edilmiş, 1981’de de bugünkü adını almıştır.
Keza , 70li yılların başında Çınardere’ye mahalle statüsüyle muhtarlık verilmiştir.
Kurnaköy, Emirli, Kurtdoğmuş, Göçbeyli, Ballıca köyleri de nüfus patlamasından nasiplerini almış, yaklaşık 500-600 yıldır iskana sahne olan bu köylerin de demografik yapıları bozulmaya başlamıştır.
Tüm bu hızlı gelişime rağmen Pendik’in yeşil, sakin ve turistik yapısını hala muhafaza etmekte olduğunu anlıyoruz. 1967 İstanbul il yıllığında Pendik’in 1965-67 yılları arasında ki genel görünümü ile ilgili bilgi verilirken şu ifadeler yer almaktadır:
“Pendik, Anadolu yakası Marmara sahilinde 620 hektarlık bir sahili kaplaya, 20600 nüfuslu, kartal ilçesine bağlı bir köydür. Yollarının onda ikisi asfalt, onda altısı adi kaldırım ve onda ikisi de stabilize malzemeli ham yoldur.
İkisi turistik olmak üzere 6 otel, motel ve 6 turistik gazinosu ile Temenye ayazma mevki ve Pendik karşısında ki Pavli Adası gibi gezme ve dinlenme yerleri vardır. İki kışlık ve yedi yazlık sineması mevcuttur.”
1071 Malazgirt Savaşı’nı müteakip Bizans’ta meydana gelen kargaşa ve isyanlar Türklerin işine yaramış, bu arada İznik yöresine kadar gelmiş olan Alpaslan’ın kuzeni Kutalmışoğlu Süleyman, taht peşinde koşan Nikophoros Batoneiates ve daha sonra bunun halefi Melissenos ile iş birliği yaparak Müslümanlara Anadolu’nun fethini kolaylaştırmıştır.
İznik’i kendisine başkent yapan Süleyman Şah’ın kuvvetleri 1079 yılında yürüyüşe başlayıp Üsküdar’a kadar gelerek burayı zapt etmiş; İstanbul Boğaz’ı Bizans ile Türkler arasında hudut olmuştur. Bir süre sonra İmparator Aleksi Komnenos’un külliyetli miktarda para ve hediye vermek suretiyle Süleyman Şah ile anlaşması üzerine, iki devlet arasındaki hudut Dragon Suyu olarak kabul edilmiştir.(1081)
Bu anlaşmayla Pendik ve çevresini içeren bölge,ilk defa resmen Müslümanların egemenliğine girmiştir.
Süleyman Şah’ın Antakya Seferi’ne çıkarken yerine bıraktığı çok akıllı ve cesur bir insan olan Sultan Ebu’l-Kasım, 1081 Anlaşması’nı bozarak İstanbul Boğazı’na ve Marmara sahillerine akıncılar göndermiştir.
Bu arada Turasan Bey (Ebu’l-Kasım’ın kardeşi olduğu kabul edilir) Alem Dağı’nı ele geçirerek üzerinde bir kale inşa etmiş ve bölge hakimiyetini korumak için çaba sarfetmiştir.
Turasan Bey,Abbasi Halifelerinden aldığı tabl, alem ve menşur ile Bizans’a karşı savaşmıştır.Fakat, Danişmentliler iç kavgalarından dolayı Alemdağı’nın tepesine yaptırdığı kalesinde savaşırken şehit olmuştur.Burada bir türbe yapılmış, zamanla harap olan türbe,yakın tarihlerde bölgedeki askeri yetkililerce onartılmıştır.
1086 yılında İmparator Aleksios tarafından İstanbul’a davet edilen Ebu’l-Kasım’ın burada uzunca bir zaman misafir kaldığı anlaşılmaktadır. Ebu’l-Kasım’ın bu ziyareti esnasında Bizanslılar’ın acele ile Civitot(Hersek) Kalesi’ni inşa ettikleri bilinir.
Pendik, ilki 1978’de olmak üzere üç büyük yangın geçirmiş ve son yangın olan 1889 yangınından sonra tamamen yanarak kül olmuştur. İstanbul’da, özellikle 1800’lü yılların sonlarında ard arda yaşanan büyük yangınlarda şehrin pek çok yeri yanmış, yangınlar halk için büyük bir felaket haline gelmiştir. Sultan 2.Abdülhamit bu yangınlardan sonra orduda bir itfaiye teşkilatı kurdurmuş ve İstanbul’un tamamen yanmasının önüne ancak bu şekilde geçilebilmiştir.
1889 büyük yangınında Pendik’te bulunan 1200 hane ve dükkân toptan yanmış ve yerleşme ikamet edilemeyecek hale gelmiştir.
O.Nuri Ergin’in,Mecelle-i Umur-i Belediye isimli çalışmasında İstanbul’daki büyük yangınların o dönemlerde tutulmuş olan zabıtları arasında bulduğumuz Pendik yangınına ilişkin bilgiler,yangının büyüklüğünü ve Pendik için vahametini teyit eder niteliktedir.
Tutanağın tasnif ve sıralamaları ile birlikte transkribi şöyledir;
Sene :1306
Adet :144
Harik Mahallin İsmi :Pendik
Semt-i Meşhuru :Anadolu Şimendüfer Güzergahı
Tarih :16 Temmuz 1306
Yanan Ebniye Adedi: 1200”
Yangından bir süre sonra 1900 yılında, Ayan Meclisi Senato Hariciye Encümen Reisliği görevini yürüten Azerian Efendi, padişahın bir irade iseniyesi ile Pendik’in yeniden kurulmasına memur edilmiştir. Azerian Efendi Paris’ten Mimar ve mühendisler getirterek kasabanın ilk planlarını çizdirtmiş, kasabanın bu plan doğrultusunda yeniden yapımı için ilk çalışmaları da başlatmıştır. Şimdiki Pendik merkezi Azerian Efendi’nin çizdirttiği o planlar doğrultusunda oluşturulmuştur.
Böylece Pendik Türkiye’nin ilk planlı kasabası olmak durumunu ve şerefini kazanmıştır.
Azerian Efendi planı çizdirirken, Pendik’in orta yerine imzasını atmayı da ihmal etmemiştir. İsminin ilk harfi olan “A” harfi, ayakları sahile doğru uzanacak şekilde planda yer almıştır.
Eski Belediye Binası’nın önündeki parkta birleşen Gazi Paşa ve İsmet Paşa caddeleri “A” harfinin iki ayağını, Orhan Maltepe Caddesi de orta çizgisini teşkil etmektedir.
Pendik’in planı yapılırken kanalizasyon sistemi de düşünülmüş, ancak arazinin düz olması o günün koşullarında kanalizasyon planını tatbike imkân vermemiştir.
Ayrıca, Pendik planında bugünkü Atatürk Heykeli civarından başlayarak deniz kenarından Pendik Burnu’na doğru uzanan ve burnu dolaşarak Palmiye civarında son bulan Ayovani Caddesi ismi verilen bir sahil gezi yolu da yer alıyordu. Fakat yapımına başlanan ve Pendik Burnu sivriliğine kadar da devam edilen yol, özel mülkiyeti tecavüz iddiaları ile karşılaşmış, prosedür aşılamadığından yarım bırakılmıştır.
Pendik yeni baştan imar edildikten sonra tamamen bir balıkçı-sayfiye köyü kimliğine bürünmüş; 1.Dünya Savaşı öncesinde, sahip olduğu otellerin sayısının 8’e çıkmasıyla daha o zamanlardan sayfiye köyü görünümünü almıştır. O dönemde nüfusu 1500 kişi civarındadır.
İstanbul nazım plan bürosu tarafından alınana kararlar doğrultusunda kartal’ın e-5 üzerinde kalan bölümünün sanayi yerleşmesi niteliği kazanması ve Pendik’in de dahil olduğu kartal bölgesinin 1.derece sanayi yerleşmesi konumuna gelmesi, 1970 sonrasında Pendik’e göç akınını hızlandıran etkilerin başında gelmiştir. Göçler aynı ağırlıkla artmaya devam ederken, nüfus 1975 ‘de 40 bini, 80 de 55 bini aşmıştır. Bu rakam 1990 da 235 bine yaklaşırken, 1997 de 350 bin civarına yükselmiştir.
1975 yılında yapılan Ömerli Barajı, Pendik ve çevresine ayrı bir önem kazandırmıştır. Barajın tamamlanmasıyla birlikte İstanbul’un en önemli enerji kaynaklarından biri Pendik’te yerini almıştır.
1980 de onaylanan ve İstanbul’daki sanayinin gelişimine düzen getirilmeye çalışılan 1/50000’lik büyük İstanbul nazım planında, bazı sanayi alanları ile beraber Pendik- Kurtköy’e, Şeyhli’nin de dâhil olduğu 400 ha alana ile yer verilmiştir.
Yine sınırlarımı içinde yer alan Pendik tersanesi ve ağır sanayi tesisleri, işletme açıldığı 1982 yılından beri ilçe ekonomisine önemli katkılar sağlamanın yanı sıra, çektiği nüfus ile de Pendik’in dönüşmesinde büyük rol oynamıştır.
Bu olaylar, gerek Pendik’in doğal yapısını değiştirmek ve dönüştürmek; gerekse nüfus yapısının her geçen gün daha kozmopolitleşmesini sonuçlamış olmak açısından ilçemiz tarihinin birer önemli kilometre taşıdırlar.
Hızlı büyüme-sanayileşme-kentleşme, Pendik’i yavaş yavaş yeşil-mavi görünüşünden ve şirin balıkçı kasabası kimliğinden koparmış; bir zamanların küçük sayfiye kasabasını giderek bir sanayi, ticaret ve kültür merkezine dönüştürmeye başlamıştır. Bu hızlı dönüşüm içinde bir zamanlar Pendik’in alamet-i farikaları olan balıkçı tekneleri, faytonlar, martılar, at arabaları, kasaplar, tahta iskele, sebze bahçeleri birer birer yok olmuş, bazıları çoktan unutulup gitmiştir bile.
Pendik, bir yandan geniş ve yeşil bahçeler içindeki 2-3 katlı evlerinin yerini dizi dizi modern binaların aldığı; mavi sahillerin kirlendiği, bozulduğu, sonra doldurulduğu; bahçe ve bostanlarının yerinde sıra sıra mahallelerin yer aldığı bugünkü şekli ile, doğadan kopmanın ve kendine yabancılaşmanın kent ölçeğinde net bir prototipini oluşturur.
Öte yandan da parkları, rekreasyon alanları, yolları, geçitleri, iş merkezleri, yeni sahil şeridi, spor tesisleri ile modernliği ve modern kentlilik bilincini yakalamaya çalışan; rakam 21 inci yüzyıla umrana ulaşmış bir kültür, sanat ve ticaret merkezi olarak girmenin kavgasını veren çağdaş bir kent görünümü serdetmektedir.
Osmanlı hâkimiyetinde küçük bir balıkçı kasabası durumunda bulunan Pendik, geçirdiği büyük bir yangınla tamamen kül olmuştur kaynaklara göre 1200 hane ve dükkânı kül eden 50 saatlik yangından sonra Ayan Meclisi Senato Hariciye Encümen Reisi Azaryan Efendi Paris’ten mühendis ve mimarlar getirterek yeni yerleşimin planlarını çizdirmiştir. Planlara da şehir merkezine adının ilk harfini koydurtarak imzasını atmıştır. Günümüzde Gazipaşa-İsmetpaşa ve Orhan Maltepe Caddelerinin oluşturduğu çizgiler hala ilçenin en işlek merkezi durumundadır.
Osmanlı döneminden Gebze ilçesine bağlı bir köy iken daha sonra Üsküdar Mutasarrıflığına bağlı Kartal Sancağı bünyesinde bir nahiye olmuştur. Nihayet 04.07.1987 tarihinde 19507 sayılı Resmî Gazete de yayınlanan 3392 sayılı kanun ile ilçe olmuş ve teşkilatlanmasını tamamlayarak 11.08.1988 tarihinde fiilen faaliyete geçmiştir.
Tarihî kaynaklara göre Pendik MÖ 5000’lerden beri yerleşim alanıdır. İstanbul Boğazı ile Sakarya nehri arasındaki bölgenin jeopolitik ve jeostratejik özelliği sebebiyle çok sık el değiştirmesi dolayısıyla, bu bölgede bulunan Pendik de çok farklı milletler tarafından ele geçirildi.
MÖ 1200’lerde bu bölgede Makedonyalıların olduğu, M.Ö. 8. yüzyılda Roma İmparatorluğunun, daha sonra da Bizanslıların egemenliği ele geçirdiği biliniyor.
Medeniyetlerin yerleşim ve uğrak yeri Pendik, tarih öncesi çağa kadar uzanan eski bir tarihe sahip. Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinin çok öncesinde de birçok medeniyete beşiklik yapmış olan Pendik eski bir yerleşim ve uğrak yeri.
Frigler’in Anadolu’ya yerleşmeleri ve Frigya Devleti kurma sürecinde İstanbul Boğazı ile Sakarya nehri arasındaki bölgeye yerleştiklerinde, Friglerin bir kolu olan Bebrikler bu bölgeye Bebrikya dediler. MÖ. 650 yılında bu bölgeye yerleşen ve buraya Bitinia adını veren Bitinler, MÖ. 6. yüzyıl ortalarında Anadolu’ya hakim olmak isteyen Perslerin egemenliğini tanıdılar.
Roma ancak MÖ. 85 yılında Anadolu’ya Kalkhedon’a (Kadıköy) ayak basarak, MÖ. 74 yılında Pendik’in de bağlı olduğu Bitinya’yı hakimiyetine geçirdi. Bizans hakimiyeti döneminde Bizans’ın dünyaca askeri bir deha olarak kabul gören generali Belisarios Pendik’te yaptırdığı villasında yaşadı.
1071 Malazgirt Savaşı’nın ardından Alparslan’ın kuzeni Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın kuvvetleri 1079 yılında Üsküdar’a kadar olan bölgeyi ele geçirdi ve Boğaz, Bizans ile Türkler arasında sınır oldu. Bu dönemde Pendik ve çevresini içeren bölge ilk defa resmen Müslümanların hakimiyetine girdi. Ancak 1204 yılında Haçlı Ordusu’nun istilası ile bu bölgede Latin Devleti kurulduğunda, Pendik de bu yıkımdan payını aldı. Pendik’te Osmanlı hakimiyeti Pendik 1328 yılında Orhan Bey döneminde Aydos Kalesi’nin alınması sonucu Osmanlı yönetimine geçti.
Aydos Kalesi, Konur Alp ile Kara Gazi Abdurrahman tarafından fethedilmiştir. Adı Aydos Kalesi’nin fatihi olarak nam salan Kara Gazi Abdurrahman, fetihten sonra Aydos tekfurunu ve tekfurun kızını rehin alarak Orhan Gazi’ye götürdü daha sonra,
Müslüman olarak Kutlu Hatun adını alan tekfurun kızıyla evlendi. Kara Gazi Abdurrahman ve Kutlu Hatun’un bu evliliği ve kalenin alınışı ile ilgili pek çok rivayet gerek Türkler gerekse Rumlar arasında yıllar boyu bir efsane gibi anlatılıp durdu.
Yıldırım Bayezıd döneminde doğuya yapılan seferler sırasında Bizans tarafından bir kaç kez İstanbul’un Anadolu yakası alınmış ve Pendik el değiştirmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle birlikte Pendik de Osmanlı’nın hakimiyetine bir daha el değiştirmemek üzere girdi. Pendik’te yapılan kazılarda Roma ve Bizans hakimiyetini teyit eder mahiyette İonik stilde bir kolon, çok sayıda mezar ve Roma döneminde yapılmış hisar temelleri bulundu.
24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile savaş sona ermiş, 2 Ekim 1923 günü işgal kuvvetlerinin İstanbul’u terk etmesiyle, Pendik’teki karakol da boşaltılmıştır. 6 Ekim 1923 tarihinde Türk Ordusu İstanbul’a girmiştir. Pendik Mübadillerin Yeni Yuvası OluyorTürk ve Yunan heyetleri arasında 30 Ocak 1923’te imzalanan bir anlaşma ile Yunanistan’da kalan Türkler ile Türkiye’de kalan Rumların mübadelesi kararı alınmıştır.
Preveze ve Yanya ahalisinden 15 bini çiftçi ve 40 bini zeytinci olmak üzere toplam 55 bin kişinin Antalya ve Silifke bölgesine nakilleri düşünülmüş ancak daha sonra yüksek bir eğitim seviyesine sahip mübadillerin çocuklarını üniversiteye göndermek için yüksek okullara yakın bir yere gitmek istemeleri üzerine mübadillerin bir kısmının Pendik’e yerleştirilmelerine karar verilmiştir.
Preveze Limanı’ndan kalkan Sulh adlı bir gemi ile Pendik’e gelen 2.200 Yanyalı mübadil içlerinde devlet erkanından Abdülhalik Renda ve İzzetin Çalışlar’ın da bulunduğu bir heyetçe karşılanmış ve önceden tespit edilen evlere görevlilerce yerleştirilmiştir.
Mübadillerin gelmesiyle Pendik’in demografik yapısı büyk oranda değişime uğramıştır. Gayrimüslimlerin ayrılması ile Müslüman nüfus artmış, mübadiller demografik yapı içinde en büyük topluluk haline gelmiştir. 1930’lü yıllarda Anadolu’dan Pendik’e göçler de başlamıştır. 1935 senesinde nüfus 3.500’ü aşmıştır.
Tarihin ve Medeniyetin İzleri Pendik Höyüğü
Pendik Höyüğü; Pendik’in 1 km doğusunda yer alan, tarih öncesi döneme ait bir yerleşmedir. Höyüğün güney ucunda; Temenye Burnu ve Koyu, kuzey ucunda Sosyal Sigortalar Hastanesi bahçesi, doğu sınırında ise bugün kurumuş olan bir dere bulunmaktadır.
Bölgedeki ilk bilimsel kazı çalışması 1961 yılında Şevket Aziz Kansu başkanlığında yapılmıştır. Höyükten; geometrik desenli kadeh, küp, testi, iğne, olta, kemikten yapılmış eşyalar, kaşık, ıspatula ve cilalı balta gibi pek çok eser çıkarılmıştır. 1981’de Savaş Harmankaya, 1992’de ise Alpay Pasinli başkanlığında yürütülen çeşitli arkeolojik kazı ve araştırmalara sahne olan höyükte; kulübelere, deniz kabuklarına, çok sayıda mezar ve çöp çukurlarına ve son kazılarda da birbirinin aynı olan yapı izlerine rastlanmıştır.
Bunlar, toprağın içine açılmış 1-1.5 m çapındaki oval veya yuvarlak kulübelerdi. Ele geçen buluntular içinde en küçük grup pişmiş topraktan yapılmış eserlerdir. Bunlar; Anadolu ve Balkan özelliklerini taşıyan bir kadın heykelciği, az sayıda hayvan heykelciği parçaları, saplı damgalı mühür atma taşları ve balıkçılıkta kullanıldığı anlaşılan taş ağırlıklardır.
Tüm bu bulgular ışığında, K. Bittel isimli araştırmacının düşüncesinin aksine, bölgede geçici-mevsimlik değil kalıcı-devamlı bir yerleşme olduğu, burada yaşayanların da balıkçı-avcı oldukları tespit edilmiştir. Höyüğün denizde sonlandığı yerdeki küçük koyun ise balıkçıların dalgalardan koruma amacıyla kayıklarını çektikleri koy olduğu sanılmaktadır.
Pendik Höyüğü Fikirtepe, Erenköy, Tuzla, İznik Ovası hatta Göztepe yerleşme yerleriyle birlikte Kuzey Batı Anadolu’nun en eski (çanak-çömlekli) Neolitik Çağ yerleşim yeriydi. Pendik Höyüğü, Anıtlar Yüksek Kurulunca II. ve III. Derece arkeolojik sit alanı ilan edilmiştir.Temenye Bulgular, Pendik’in 1 km doğusunda bulunan ve Temenye ismini almış bu yerleşim alanının Pendik’ten daha eski bir tarihi olduğunu işaret etmektedir. Bizans döneminde “Kasilaos” diye adlandırılan Temenye’de; Hz. Yahya Kilisesi olarak da bilinen Saint Jean Babtist Kilisesi, Ayios İoanis Prodromos Ayazması ve kilisenin arkasında Yunan ve Rum dönemlerine ait mezarlıklar bulunmaktadır.
Bu kilise ve ayazmanın hikayesi oldukça ilginçtir. Bizans İmparatoru Valens, Hz. Yahya’nın kesik kafası ve kollarının Suriye’de olduğunu öğrenmiş ve bu kutsal emanetlerin İstanbul’a getirilmesini emretmiştir. Emir yerine getirilmek üzere yola çıkılmış, Temenye’ye gelindiğinde kutsal emanetleri taşıyan katırlar ilerlemek istememiştir. Bu durum üzerine çok şaşıran Valens ve kurmayları kasabada Hz. Yahya adına bir kilise ve ayazma yaptırdıktan sonra yollarına devam etmiştir. Hz. Yahya’nın başı ve kol kemikleri bugün Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler Bölümü’ndedir.
1924 yılına kadar her yıl 29 Ağustos’ta Temenye Ayazması, Hz. Yahya anısına yapılan ayinlere sahne olmuştur.
Pavli Burnu
Pendik / Büyükdere sola alınmak suretiyle ilerlendiğinde, denize uzanan bir yarımadayla karşılaşılır. Bugün “Pavli Burnu” olarak bilinen ve eski adı “Paulo Petriocene” olan yarımada da Pier ve Paul isimli havariler için yapılmış bir manastır ve bir de kilise vardı. Günümüzde bu eserlerin yalnızca duvar kalıntılarını görmek mümkündür.
Pendik Tersanesi’ni güneyden gelen dalgalardan koruma amacıyla bir mendirek yapılmış ve yapımında da Pavli Burnu’ndan çıkarılan taşlar kullanılmıştı. Burun daha sonra “Aydınlı Burnu” ismini aldı.
Pavli Adası
Eski adı Mavronisi olan ve halk arasında Pavli Adası olarak bilinen ada Pavli Burnu’nun yakınında yer alır. Günümüzde “Aydınbey Yarımadası” olarak da bilinir.Ada, Bizans döneminde aristokratların oldukça ilgi gösterdikleri bir yazlık dinlenme yeriydi. Yakın zamana kadar Pendik halkının yaz aylarında çokça rağbet ettikleri bir piknik yeridir. Daha sonra burası denizin doldurulmasıyla sahille birleştirilerek Pendik Tersanesi’ni koruyan bir mendireğe dönüştürüldü.
Bizans Devrine Ait Manastır 1974 yılında, Pendik-Çınardere bölgesinde Ahmed Cengiz isimli vatandaşa ait arazi dozerle düzeltilirken çeşitli duvar kalıntılarına rastlanmış, bunun üzerine 1974-1975 yıllarında İstanbul Üniversitesi’nde görevli Cihat Soyman başkanlığında kazı çalışmaları yapılmıştır.Araştırma sonucu, kalıntıların Bizans döneminde var olan bir manastıra ait olduğu tespit edilmiştir. Kazıda Büyük Kilise, Şapel, Mezarodası, iki oda ve Atrium (avlu,giriş) ortaya çıkarılmıştır.
Manastırın yapım tarihine ulaşabilmek için dini yapıların tiplerinden ve çevrenin tarihinden faydalanılmıştır. Büyük Kilise’nin “kapalı Yunan haçı” tipinde inşa edilmiş olması araştırmacıları manastırın 842-1204 yılları arasında Orta Bizans döneminde inşa edilmiş olduğu sonucuna götürmüştür. Buradaki dini yapıların duvar işçiliklerinin aynı olması, dini yapıların aynı dönemde sosyal yapıların ise daha sonraki devirlerde yapılmış olabileceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
1203-1204 yıllarında, IV. Haçlı Seferi ordularının Bizans İmparatorluğu’nu işgali sırasında bu manastırın oldukça zarar görüp terk edildiği ve imparatorluk 1261’de tekrar canlanınca manastırın yeniden önem kazandığı ve ek binalarla genişletildiği, savaşlar sonrasında terk edilerek zamanla toprak altında kaldığı, 1329 Palekanon Savaşı’nda Osmanlı himayesine girmesiyle manastırın üzerinde bulunduğu toprakların da önemini yitirerek terk edildiği düşünülmektedir.
Fransız Katolik Kilisesi (Chapel)
1907 yılında içinde bulunduğu Batı Mahallesi’nde yaşayan Fransızlarca yaptırılan bu küçük kilise, Burla Biraderler Korusu içerisinde yer almaktadır.
Yazlık kilise (chapel) olarak inşa edilen yapı, Kadıköy Moda da bulunan Saint Josef Koleji öğretmenlerinden Papaz Charles Bethaz’ın idaresinde II. Dünya Savaşı’na kadar Katolik Kilisesi olarak hizmet vermiş, 1945 yılında papazın Fransa’ya dönmesiyle ilgilenen kimse kalmadığı için kapatılmıştır.
1940’lı yılların sonlarından 1960’ların sonlarına kadar Pendik’teki Ortodokslarca kullanılan kilise, 1970’lerin başında terkedilmiştir ve o tarihten bu yana kullanılmamaktadır.Bizans Mezarlığı (Nekropol) Eski ismiyle “Pantichion”un Doğu Mahallesi’nde, Aydınlı yolu ile sahildeki tarihi yol arasında Gelincik Sokak’ın sağında ve solunda olmak üzere genişçe bir alanda yeniden yapılanma döneminde sayıca çok fazla mezara rastlanmıştır. Arazide 0.5-1.5 metre derinliklerde ortaya çıkan mezarların Bizans devrine ait olduğu belirlenmiştir.Kubbeli Sarnıç Eski adı “Çopani” olan Kubbeli Sarnıç, Kurfalı eteklerinde ve Çınardere yakınında yer alıyordu. 4.80×4.70 metre ebatlarında olup kubbesi 6 adet kolon üzerinde durmaktaydı.
Silindirik Sarnıç
Hisar Sokak ’ta pek çok seyyahın ve araştırmacının dikkatini çeken, tuğladan yapılmış silindirik bir su sarnıcının kalıntıları bulmaktadır. Richard Pococke adlı araştırmacıya göre, toprak içinde yer alan bu sarnıç bahçe sulama işlerinde kullanılmıştır.Sarnıcın silindirik olması sebebiyle yanılgılara sebep olduğu ve uzunca bir dönem ‘büyük bir hisar burcu’ olduğu sanılmıştır. Günümüzde sarnıç kalıntılarının yer aldığı sokağa “Hisar Sokak” adının verilmiş olması da bu yanılgının bir sonucudur.
Pendik Rum Yetimhanesi Yetimhane hakkında bilinenler, buranın denize ve çam korusuna yakın bir bina olduğu bilgisi ile sınırlıdır. Eldeki verilere göre 1920 yılında 300 çocuğu barındırmaktadır. Deniz banyosu olanağına da sahip olan yetimhanenin oldukça temiz ve çocuklara büyük alaka gösterilen bir yer olduğu söylenilmektedir.
Sultan Kasrı
Halk arasında Sultan Konağı ve Aynalı Konak olarak anılan Sultan Kasrı, Sultan Abdülmecid (1839 – 1861) tarafından Çamlık mevkiinde yaptırıldı.
Kasrın yapılması, Pendik’in İstanbul’daki itibarını arttırmış, bazı hanedan mensupları ve vezirlerin burada ikamet etmelerine vesile olmuştur. Sultan Abdülaziz dönemi vezirlerinden Hacı Vesim Paşa bunlardan biridir.
1929 yılında yıktırılıp enkazı satılan Sultan Kasrı’nın kapılarının yakın tarihe kadar Pendik’in ünlü doktorlarından olan Kapamacıyan’a ait evde bulunduğu rivayet edilmektedir.
Aydos Kalesi
İstanbul’un ve Pendik’in en yüksek tepesi olan Aydos Dağı’nın denizden yüksekliği 537 metredir. Aydos Dağı’nın bir diğer önemli özelliği de zirvesinde manastır kalıntıları ve kuzeydoğusunda Aydos Kalesi’nin bulunmasıdır.
Bizans’ın son döneminde Aetos (Kartal) olarak adlandırılan bu dağın kuzeydoğuya uzanan yamaçlarında, 328 metrelik bir yükselti üzerinde, halk arasında “Keçi Kalesi” de denilen Aydos Kalesi yer almaktadır. Kalenin Bizanslılar tarafından, İstanbul-İzmit arasındaki tarihi sahil yolu dışında, Üsküdar-Samandıra-Mollafenari-İzmit yolunun uzunca bir bölümünü denetim ve gözetim altında bulundurabilmek için yapıldığı anlaşılmıştır.
İnşaat malzemesi olarak taş ve kireç harcı kullanılan kale, en geniş yeri 50 metre civarında ve uzunluğu 120 metreyi bulan bir elips şeklindedir. Kale içinde 7.5 metre genişliğe ve 12 metre uzunluğa sahip bir de sarnıç bulunmaktadır. Bu sarnıç günümüzde, içinde yüzen balıklarla ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir.
Aydos Kalesi’nin kalıntıları da diğer tarihi eserlerimiz gibi iyi korunamadığından kaybolmaya yüz tutmuş, günümüze ancak küçük bir kısmı ulaşmıştır. Yangınlar hasarı hızlandırmış, sadece 6 kule ve kalenin batı kıyısında yer alan 2 gizli geçidin giriş yerleri ayakta kalmıştır. Bölgede, kaleden 100 metre kadar yüksekte, gözlem kulesi olarak kullanıldığı sanılan kare şeklinde bir kulenin de kalıntılarına rastlamak mümkündür.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü
Bazı kaynaklara göre köprünün yapılış hikayesi şöyledir: Yavuz Sultan Selim Bağdat Seferi’ne giderken Pendik’in içinden geçer; hâlâ Bağdat Caddesi olarak anılan şimdiki Ankara Caddesi’ni, cadde üzerinde yer alan Kemiklidere üzerindeki köprüyü ve köprüye yaklaşık 300 metre mesafedeki çeşmeyi yaptırır.Köprünün bir kısmı ve çeşme 1945’li yıllarda tahrip edilmiştir. Günümüzde bu bölgede bahsi geçen köprünün kalıntılarından başka hiçbir şey kalmamıştır. Bu kalıntılar; köprü kemerlerinden ibaret olup sağlamlığını koruduğu için üzerinden demiryolu hattı geçmektedir.
Surlar
16. yüzyılda bu bölgede araştırmalar yapmış batılı bilim adamı Piyer Gilles’e göre, 1750’li yıllarda kasaba son derece kalın surlarla çevrilidir. Asırlarca devam eden işgal ve ayaklanmalara karşı bölgeyi koruma maksadıyla inşa edilen bu surlar, Pendik’in batısında bulunup duvar uzunlukları 4000 metre civarındadır. 1889 yangınından sonra yeniden yapılanan semtte, sur kalıntıları kaldırıldığı ve yol-bina yapımında bu kalıntılardan faydalanıldığı sanılmaktadır.
Ayazmalar*:
Ayios İoanis Prodromos Ayazması
Tuzla yolu üzerinde Temenye mevkiinde yer alan fakat günümüze ulaşamamış bu ayazmanın, etrafı ağaçlarla bezeli, iki yanı ve üstü kabataş ile örülü bir su yolu olduğu bilinmektedir. 1924 yılına kadar, 29 Ağustos günleri burada ayinler yapıldığı söylenmektedir.
Ayios Pandeleimon Ayazması Pendik merkezde eski Motor İskelesi’nin karşısına denk gelen Balıkçı Sokak’ta bulunan Ayios Pandeleimon Ayazması, bir kuyudan ibaret olup 1940-1941 yılları arasında belediye tarafından kapatılmıştır.
Ayios Stefanos Ayazması Kartal-Pendik arasında, Yunus mevkiindeki çimento fabrikasının karşısında yer alan bu ayazma, halk arasında “Meşeli Ayazma” adıyla meşhurdur. Bu isimle anılmasının sebebi iki ulu meşe ağacının yanında yer almasıydı. Etrafı duvarla çevrelenmiş olan bu ayazma, yer altında bir tonozdan ibaretti.Günümüzde hâlâ yıkıntıları görülebilen ayazmanın 1947 yılında dahi harap bir halde olduğu, duvarlarının ve taş merdivenlerinin yıkılmaya yüz tuttuğu, bu tarihte yazılmış bir yazıdan öğrenilmektedir.
*Ayazma, Yunanca “kutsal” anlamındaki “hagaizma” kelimesinden gelir. Hz. İsa’ya adanan su ve su kaynaklarına (kuyu, pınar, çeşme gibi) “ayazma” adı verilir. Ayazmalara bir aziz veya azizenin ismi verilir. Ortodokslar ayazma suyunun şifalı olduğuna inanırlar. Çoğunlukla, bir kilisenin içinde ya da yakınında yer alan ayazmalarda, özel günlerde kilise papazı önderliğinde ayin yapma geleneği vardır.