PendikDüzenleme Tarihi : 16 Ağustos 2024 16:37Haber Girişi : 28 Eylül 2021 13:22

Pendik ve Prens Sabahattin

Pendik ve Prens Sabahattin
Prens Sabahattin’in çocukluğu ve bahar yıllan Boğaziçi’ndeki bu muhteşem yalıda, İlmî ve edebî sohbetler içerisinde geçti. İşte, Prens Sabahattin ve Pendik ilişkisi...

Türk Sosyoloji geleneğinde iz bırakan seçkin simalardan biridir.

O hem bir sosyolog hem de bir düşünce insanı olarak Türkiye’nin Nasıl Kurtarılacağına dair geliştirdiği tezlerle, hem sosyoloji kültürümüze hem de düşünce atlasımıza derin bir iz bırakmıştır.

Yaşadığı çalkantılı dönem itibariyle de Türkiye’nin yenileşme sürecine görüşleriyle katkıda bulunmuştur.

Paris’te Osmanlının kurtuluşu yolunda tezler geliştirmiş, toplumsal yapının dönüşmesi gereğinden söz ederek soruna toplumbilimsel bir nokta koymuştur.

Osmanlı toplum yapısının ihyası ve Anglosakson örneğinde olduğu gibi bireyci, hür teşebbüsçü bir eksende, merkezdışı bir yönetim anlayışı ile düzlüğe çıkabileceğini savunmuştur.

İttihatçı aydınlarla yöntemsel ayrılığa düşmüş olan Prens, fikirleriyle Osmanlı toplum yapısında köklü değişiklikler yapmak suretiyle, devlete yaslanmayan, özgür ve güçlü bireyler ve etkili bir sivil toplum arzulamıştır.






Prens Sabahattin Kimdir?

1879 yılında İstanbul’da doğdu. Annesi Osmanlı padişahı Abdülmecid’in kızı ve II. Abdülhamid’in üvey kız kardeşi Seniha Sultan, babası ise Kaptan-ı Derya Damat Gürcü Halil Rıfat Paşa’nın oğlu Damat Mahmud Celalettin Paşa’ydı. Prens Sabahattin iki evlilik yaptı. Kafkas kökenli Tabinak Hanım ile evliliğinden (Fethiye Kendi) adında bir kızı dünyaya geldi (1899 -1986)

Hanedanla anne tarafından gelen bağından ötürü bir ‘sultanzâde’idi ancak ‘prens’ unvanını kullanmıştır.

Sabahattin için Prens unvanı verilmesi doğru mu?

Bir gazete kupüründe yer alan bilgilendirme – açıklama şu şekildedir;

“Bu sıfatın, onun için kullanılması kesin olarak hatalıdır. Zira (PRENS) sözcüğü bir hanedanın erkek çocuklarına verilen sıfattır. Yani bir kimseye prens denilebilmesi için onun baba soyundan hanedandan gelmesi gerekir. Oysa Sabahattin Bey’in babası Mahmut Celalettin Paşa, Osman Hanedanı ’ndan gelen bir kişi değildir. O sadece padişahın damadıdır. Sabahattin’e yanlışlıkla prens denilmesi ve ömrü boyunca bu adla tanınması, annesi Seniha Sultan’ın padişah kızı olmasındandır. Sabahattin Bey’in baba tarafından değil, anne tarafından hanedanla ilgisi bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nda Sabahattin Bey gibi kız tarafından doğan çocukları (Sultanzade) denilir. Sabahattin Bey’e hanedanla ilişkisi yüzünden bir sıfat verilmek gerekirse, (prens) değil (sultanzade) denilmesi yerinde olur. Nitekim, Yıldız Sarayı’ndan arşivlere devredilen bazı resmî evrak arasında bu sıfat kullanılmıştır.”

Sabahaddin aynı zamanda Osmanlı padişahlarından Sultan Abdülmecid’in torunu, V. Murad, II. Abdülhamid, V. Mehmed, ve VI. Mehmed’in yeğenidir. İstanbul’da, kendi adıyla anılan Prens Sabahaddin Korusu’nun da sahibiydi.





Dönemin önde gelen entelektüellerinden evde özel eğitim gördü ve bir batılı gibi yetiştirildi. Sarayın damadı ve padişah II. Abdülhamid’in yakın arkadaşı olan babası, Adalet Bakanı olduğu sırada Çırağan Baskını’na adı karıştığı gerekçesiyle görevden alınınca yalısında gözaltında bulunduğu süre boyunca oğulları Sabahattin ve Lütfullah Efendilerin eğitimi ile ilgilenmişti. Sabahaddin Efendi, doğa bilimlerine büyük ilgi gösterdi ve Fransızcayı çok iyi düzeyde öğrendi.



Pendik ve Prens Sabahattin’in ilişkisi nedir?

Prens Sabahattin’in çocukluğu ve bahar yıllan Boğaziçi’ndeki bu muhteşem yalıda, İlmî ve edebî sohbetler içerisinde geçti. Pendik’teki köşklerinde de biyoloji, kimya ve tıpla ilgili laboratuar çalışmaları, hatta radyografi denemeleri yaptı.

Prens Sabahattin’in annesi  Seniha Sultan Pendik’i Mesken Kabul Etti

Türk Tarih Kurumu’nun yayınladığı;  Nahid Sırrı ÖRİK’in – İstanbul Yazıları kitabından alıntıdır.Bir Pendik Seyahatnamesi 2 başlığı ile yer almaktadır.


“Abdülmecit kızlarından ve Prens Sabahattin Bey’in annesi, Seniha Sultan’ın Pendik’te nerede oturmuş olduğunu soramadım. Hatırlıyorum ki,Kuruçeşme’deki şimdi arsasında ve söylemek zait kömür yığınları yükselen sarayı yandıktan sonra bu sultan,Pendik’te ikameti ihtiyar etmiş ve bir gün atla seyran ettiği sırada, seyisinin beygiri ürküp kendisine bir çifte havale ettiğinden, bacağından yaralanıp topal kalmıştı. Halbuki Vahdettin’den on yaş büyük ve Sultan Reşat’tan yedi yaş küçük olduğuna göre bazı garipçe hallerinden de bir iki kez bahsettiğim-Seniha Sultan böyle beygire binip seyran ve sefaya çıktığı esnada,bir hayli yaşlı idi ve hanedanın ondan yaşça genç bazı erkek azası pelte haline gelmiş bulunuyorlardı. Nitekim İngiltere Kralı ve şimdiki hükümdarın dedesi, 6. Edouard’ın cenaze merasiminde Osmanlı İmparatorluğu’nu temsil etmek üzere,aşağı yukarı aynı tarihlerde Londra’ya giden Veliaht Yusuf İzzettin Efendi’nin,Seniha Sultan’dan altı yaş kadar küçük bulunmasına ve galiba 17 yaşında Müşir üniformasını giymiş olmasına rağmen,süvarilikle o derece münasebeti yoktu ki,ta o zaman duyduğuma göre,cenazede bulunan bütün hükümdarlar ve prensler gibi tabutu at üstünde takip edeceğini öğrenince,müthiş bir korku içinde kalacak ve kraliçeler ve prensesler gibi muamele görmek,yani arabaya binmek isteyerek ata binmeyi çaresiz kabul edince de,fevkalâde sessiz bir hayvan bulunup,yanında da icabında, attan düşer gibi olduğu takdirde,kendisini tutacak bir seyis yürümesi için ısrarları bitmek bilmeyecekti.

Daha hür yaşamak arzusuyla, galiba birkaç yıl Pendik’i kendine mekan eden bu Seniha Sultan,erkek doğup 5.Mehmet’e halef olabilse ve Vahdettin tahta çıkmasaydı,son Osmanlı padişahı belki bir ecnebi gemisinde ve bir firari şeklinde memleketten ayrılmazdı.”






Paris’e kaçış

Bir suikast girişiminden çekinen babası 1899’da onu ve diğer oğlu Ahmed Lütfullah Bey’i yanına alarak Paris’e yerleşti. Prens Mehmed Sabahaddin, Damad Mahmud Celalettin Paşa’nın oğlu olmasının verdiği avantajla Fransa’daki Jön Türkler arasında hızla yükseldi. Abdülhamid’e karşı Avrupa’da muhalefet edenler arasında bir lider durumuna geldi. Bir ara, babası ile birlikte Mısır’a kaçtı ancak sonra tekrar Paris’e döndü. Ecole des Roches adlı okulun kurucusu Edmond Demolins ile tanıştı ve onun toplum ve siyaset hakkındaki görüşlerinden etkilendi.  Osmanlı toplumunun ilerleyebilmesi için özel girişim ve yerinden yönetimin gerekliliğine inandı.

Birinci Jön Türk Kongresi

1900’de ‘Umum Osmanlı Vatandaşlara’ hitaplı bir beyanname ile Jön Türkler’in bir kongre düzenlemesi fikrini ortaya attı. Bu ilk girişim gerçekleşmedi ancak 4 Şubat 1902’de Paris’te ‘Birinci Osmanlı Liberaller Kongresi’ adıyla bir kongre toplamayı başardı (kongre, sonradan Birinci Jön Türk Kongresi olarak anılmıştır). Kongrede, Jön Türkler arasındaki ideolojik ve siyasi farklar ortaya çıktı. Prens Sabahaddin, II. Abdülhamid’in İngilizler yardımıyla düşürülmesi fikrini savundu. Yabancı müdahaleye karşı olan Ahmed Rıza ve grubuyla fikir ayrılığına düştü. Bir ihtilal sonucu yıkılması istenen Abdülhamid yönetiminin yerine hangi yönetim modelinin geleceği sorusunu ise Prens Sabahaddin ve taraftarları “yerli ve yabancı burjuvazinin işbirliğine dayanan, merkezi olmayan ve bireysel girişimleri destekleyen bir yönetim” olarak yanıtlarken, Ahmed Rıza Bey taraftarları ‘Merkeziyetçi bir Meşrutiyet’i savunuyordu. Bu bölünmenin, günümüzde Türkiye’de merkez sağ ve merkez solun temelini oluşturduğu kabul edilir.

Osmanlı Ahrar Fırkası

Prens Sabahaddin, İttihat ve Terakki Cemiyeti  1908’deki ayaklanmayı hazırlayıp gerçekleştirdikten ve II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra liberal görüşleri savunan Jön Türkler’in kurduğu Osmanlı Ahrar Fırkası’nı destekledi ve perde arkasından yönetti. 1903’te kaybettiği babasının cenazesini de beraberinde getirerek 1908’de İstanbul’a döndü. Ahrar Fırkası, 1908 seçimlerine katıldı ancak meclise giremedi. Fırka, çok geçmeden, 31 Mart Olayı’nda payı olmakla suçlandı ve kapatıldı. Prens Sabahaddin tutuklandı ancak Mahmut Şevket Paşa ve Hurşit Paşa’nın aracılığı ile serbest bırakıldı. Daha sonra bu olayla ilişkisi olmak suçuyla gıyabında yargılanıp idama mahkûm edilince yeniden yurtdışına kaçtı.

Mahmut Şevket Paşa Suikastı

1913’te İstanbul’daki  Prens Sabahaddin taraftarları, Bâb-ı Âli Baskını’nın bir benzerini yaparak hükûmeti devirmek ve Prens Sabahaddin’i lider yapmak üzere plan yaptılar. İlk hareketleri sadrazam Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesi olarak kararlaştırıldı. 11 Haziran 1913’te suikast gerçekleştirildi. Ancak suikastçılar yakalanıp idam edildi ve Prens Sabahaddin Paris’ten kaçmak zorunda kaldı. Dünya Savaşı yıllarında yaşamını Avrupa’nın değişik kentlerinde sürdürdü.

Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?

Milli Mücadele Yılları:

Prens Sabahattin, I. Dünya Savaşı yenilgisinden ve İttihat ve Terakki yönetiminin sona ermesinden sonra yurda dönebildi. Türkiye’ye döner dönmez İttihat ve Terakki döneminde yasaklanan “Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?” adlı eserini yayınladı. Ayrıca çeşitli yazılarıyla Anadolu’daki Milli Mücadele’yi destekledi. Cumhuriyetin İlanından sonra 1924 yılında hanedan üyelerinin sürgüne gönderilmesine ilişkin kanun gereği ülkeden ayrılmak zorunda kaldı.

“Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?” adlı eserinde;  Science Sociale Mektebinin yöntemlerini Türkiye’de uyarlayarak ülkenin ıslahına ve kurtuluşuna çözüm olarak yazdı. Sosyolojik bir yönde olan eseri Muzaffer Sencer tarafından sadeleştirilerek yayımlandı. Eserde kişisel disiplini ortaya koymadan önce Emile Durkheim ve diğer sosyoloji disiplinlerine yönelik eleştirel bir giriş yapar. Sonrasında yapılacak ıslahat hareketlerinin planlı bir şekilde belirli bir disipline dayalı olarak gerçekleştirilmesi gerektiğini ortaya koyar.

Sabahhattin’den yeni bir eğitim anlayışı: “Bireysel yeteneklerin gelişmesi sağlanacak”

Demolins’in görüşlerinden etkilenerek Osmanlı Devleti’nin de bir memur devleti olduğu düşüncesine varan Prens Sabahattin; Osmanlı’yı memur zulmünden kurtaracak, özel girişimciliğe yer verecek, bireysel yeteneklerin gelişmesini sağlayacak bir eğitim sisteminin gerçekleştirilmesini devletin kurtuluş yolu olarak sundu. İngiltere örneğinden yola çıkarak burjuva sınıfının önemini vurguladı ve Avrupa’daki gibi özel teşebbüsün desteklenmesi ile burjuva sınıfının geliştirilebileceğini öngördü. İmparatorluğun geniş ve hantal yapısı nedeniyle gereğince gerçekleştirilmeyen yerel yönetimin bölgenin yaşayanları tarafından üstlenilmesi gerektiği fikrini savundu. ‘Adem-i merkeziyetçilik’ olarak adlandırılan bu görüşü etnik unsurlara prim verme olarak algılandı.

Ölümü

1948 yılında İsviçre’nin Neuchâtel kentinde öldü. Cenazesi, 1952 yılında Türkiye’ye getirildi; İstanbul’un Eyüpsultan semtinde babasının ve dedesinin mezarlarının bulunduğu Halil Rıfat Paşa Türbesi’ne defnedildi.

Hazırlayan: Elif Kırnak

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.