SiyasetHaber Girişi : 02 Kasım 2021 15:39

Pendik’ten Türkiye’nin Zirvesine: Nihat Ergün

Pendik’ten Türkiye’nin Zirvesine: Nihat Ergün

Nihat Ergün, Erol Kaya yönetimindeki Pendik Belediyesi’nde uzun yıllar danışman olarak görev yaptı. Pendik’in gelişiminde önemli bir payı vardır.

Yaşamı

1962 yılında Kocaeli’nin Derince ilçesinde doğdu. Lise öğrenimini İzmit Teknik Lisesi’nde tamamladı. 1984 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı üniversitede yüksek lisansını bitirdi. Babasının adı İbrahim, annesinin adı Şahizer’dir.

Siyasal kariyeri

1994 yerel seçimleri’nde Refah Partisi’nden Derince belediye başkanı seçildi.

26 Eylül 2001 tarihinde AKP Kocaeli Kurucu İl Başkanı oldu. AKP’nin 1. ve 2. olağan kongrelerinde MKYK üyeliğine seçildi. 12 Nisan 2005’te AKP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirildi. 8 Ağustos 2007’de AKP Grup Başkanvekilliği’ne seçildi.

1 Mayıs 2009’da gerçekleştirilen kabine değişikliğinde Ankara milletvekili Zafer Çağlayan’ın yerine Sanayi ve Ticaret Bakanı olarak atandı. 2011 genel seçimleri’nin ardından kurulan 61. hükûmet’te yeni oluşturulan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na atandı. 25 Aralık 2013 tarihinde gerçekleşen kabine değişikliğinde görevini Kocaeli milletvekili Fikri Işık’a devretti.

13 Eylül 2019 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nden istifa etti.  9 Mart 2020 tarihinde Ali Babacan tarafından kurulan Demokrasi ve Atılım Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı.

Özel yaşamı

Serbest ticaret, muhasebe, müşavirlik, yönetim danışmanlığı alanlarında çalışan Ergün İngilizce bilmektedir. Evli ve dört çocuk babasıdır.

Pendik Belediyesi, evrakların fiziksel olarak dolaştırılması ve ıslak imza uygulamasından vazgeçerek e-imza uygulamasına geçmişti. Nihat Ergün’ün de törene katılmıştı.

Pendik Yunus Emre Kültür ve Sanat Merkezi’nde düzenlenen törende konuşan Ergün, bütün devlet kurumları, bütün diğer kurumlar dijital imzaya, dijital evrak kayıt sistemine geçince kağıt yapmak için ağaç kesmek mecburiyetinde kalınmayacağını belirtmişti.

3-3,5 yıl Pendik Belediyesi’nde görev yaptığını ve Pendik Belediyesi’nin halka hizmet konusunda ne kadar duyarlı olduğunu görme imkanına sahip olduğunu söyleyen Bakan Ergün,”Kağıtla, kağıt imzalamakla, kağıt doldurmakla, kağıt yazmakla uğraşmayacak Pendik Belediyesi. Halk da uğraşmayacak. Pendik Belediyesi’yle iş yapan kurumlar da uğraşmayacaklar. Süreç içerisinde bunların hepsi gerçekleşecek. Tabii ki ağaçlar da kurtulacak. Bütün devlet kurumları, bütün diğer kurumlar dijital imzaya, dijital evrak kayıt sistemine geçince kağıt yapmak için ağaç kesmek mecburiyetinde kalmayacağız. Bu, teknolojik ve çevreci bir iş olacak” dedi.

(21 Ekim 2012) Bursa Bilim ve Teknoloji Merkezi açılışında Nihat Ergün’ün konuşması:

“Çocuklarımızı bilim adamı olmaya, bilim ve teknolojiyle onları geliştirmekle ilgilenmeye sevk etmeliyiz. Şimdi teşvikler var. Türkiye’de aileler, çocuklar ya popçu olsun ya topçu olsun diye uğraşıyorlar. Niye? Para orada. Ya popçu olacaksın ya topçu. Memlekete popçu da lazım topçu da lazım. Ama bilim adamı, teknoloji lazım değil mi? Ne olacak? Bu bilim işlerini kim yapacak? Teknolojiyi kim geliştirecek? Hep başkasının buluşlarını, hep başkasının icatlarını yüksek paralar verip kullanmakla mı meşgul olacağız? Bilim adamı olmaya, teknoloji geliştirmeye de teşvik etmemiz, destek vermemiz, cesaretlendirmemiz lazım.”

(22 Kasım 2012) Üniversite-Sanayi İşbirliği Zirvesinde yapmış olduğu bir konuşma:

“Mesela adam Facebook’tan zengin oldu. Twitter’dan olabilir. Ama insanlar sonunda arabaya, uçağa binerler. Sonunda birtakım araçlar kullanırlar. Onların da üretilmesi gerekir. Hep Twitter, Twitter, hep Facebook, Facebook olmaz. Onlardan da çok para kazanılabilir. Ama ekonomimizin temelinde sanayi üretimi olmak mecburiyetindedir. Yoksa sadece denizi, kumu, havayı satarak ya da twit atarak, facebook yaparak gerçek ve kalıcı bir zenginlik elde etmek mümkün değildir. Modası geçmeyen şey sanayi üretimidir. Onun da bilgiye dayanması lazım. ”

Otomotiv Distribütörleri Derneği’nin Eski Bakan Nihat Ergün ile yapmış olduğu söyleşiyi aktarıyoruz:

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın görev ve sorumluluklarından bahsedebilir misiniz?

Hükümet olarak Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına denk gelen 2023 yılı için iddialı hedefler ortaya koyduk. 2 trilyon dolar milli gelire ulaşarak dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmek,

İhracatımızı 500 milyar dolara çıkarmak, Orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya’nın üretim üssü olmak, Üretim ve ihracatımız içindeki yüksek teknolojili ürünlerin payını % 20’lere çıkarmak, Ar-Ge harcamalarının milli gelir içindeki payını yüzde 3’lere çıkarmak, ortaya koyduğumuz hedeflerden bazılarıdır.

2023 hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla, başta ekonomi ile ilgili bakanlıklar olmak üzere, bakanlıklar yeniden yapılandırılmıştır. 635 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bu yeni dönemde Bakanlığımıza; Sanayi politika ve stratejilerini hazırlama ve uygulama, Sanayi ürünlerine yönelik idari ve teknik düzenlemeleri hazırlama ve uygulama, Sanayi işletmelerinin sicilini tutma, sanayi istatistikleri üretme ve analizler yapma, Bilim, teknoloji ve yenilikçilik politikalarını belirleme ve uygulama, Sanayiye yönelik araştırma, geliştirme ve yenilikçilik program ve projelerini hazırlama ve bu kapsamda yapılacak faaliyet ve yatırımları destekleme, Sanayi bölgelerinin planlanma, kuruluş, yapılaşma ve işleyişine ilişkin görevleri yapma, Ekonominin verimlilik esaslarına uygun olarak gelişmesi amacıyla verimlilik politika ve stratejilerini hazırlamak, sanayi işletmelerinin verimliliğini artırma, geliştirme ve temiz üretim projelerini destekleme, Metroloji ve standardizasyon politikalarını hazırlama ve uygulama, Bakanlığın görev alanına giren konularda uluslararası kuruluşlar, AB ve diğer ülkelerle ilişkileri yürütme görevleri verilmiştir.

Bakanlığımızın yeni yapısı, Hükümetimizin 2023 yılı hedeflerini karşılamak amacıyla ülkemizde ilk kez bilimin, teknolojinin ve sanayinin birbiri ile olan ilişkilerini ve entegrasyonunu daha da derinleştirmek üzere şekillendirildi. Bu yeni yapıda, görevleri itibarıyla Bakanlığımız faaliyetleri ile ilişkili olan TÜBA ve TÜBİTAK gibi kurumlar da Bakanlığımız bağlı ve ilgili kuruluşları arasında yerini almıştır. Böylece, ülkemizde bilim ve teknoloji alanında faaliyet gösteren kurumlar tek bir çatı altında toplanmış oldu.

İnanıyorum ki Bakanlığımız bu yeni yapısıyla, Türkiye’nin bilim ve teknoloji alanında ilerlemesini daha ileri bir noktaya taşıyacak ve bu alanlardaki gelişmelerle sanayimizin rekabet gücünün artırılmasında etkin bir rol üstlenecektir. Bilginin üretilmesi, üretilen bilginin teknolojiye ve bu teknolojinin de sanayi ile buluşturularak ileri teknolojili ürünlere dönüştürülmesi bu yeni yapılanmayla mümkün olacaktır.

Üzerinde en fazla durmamız gereken alan: Bilim ve teknoloji

Bakanlığınızın yürütmekte olduğu ve hayata geçirmeyi planladığı projeler nelerdir?

Türkiye, 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmak ve dünyada her alanda lider bir ülke olmak gibi büyük hedeflere sahiptir. Bu hedeflere ulaşılması açıdan değerlendirildiğinde, üzerinde en fazla durmamız gereken alan bilim ve teknoloji alanıdır.

Türkiye, bilim, teknoloji ve yenilikçilik alanında köklü bir dönüşüm süreci yaşıyor. Geçmişte Ar-Ge faaliyeti yürüten firma sayısı oldukça sınırlı iken, bugün Anadolu’daki mütevazı şirketlerimiz Ar-Ge’ye, tasarıma, yenilikçiliğe ve markalaşmaya yöneliyor. Ülkemizde her geçen gün girişimcilik, Ar-Ge ve inovasyon iklimi süratle değişmekte. Bu süreci en iyi şekilde yönetmek için, Bakanlık ve ilgili kuruluşlarımızla birlikte, Ar-Ge etkinliklerini artırmak için yoğun bir şekilde çalışıyoruz.

Bakanlık olarak Ar-Ge çalışmaları açısından önemli bir yeri olan üniversitelerimizin daha nitelikli bir kimliğe kavuşmaları ve sanayimizle daha yakın bir temas sağlamaları için çalışmalar yapıyoruz. İlk sonuçlarını açıkladığımız Yenilikçi ve Girişimci Üniversite Endeksi ile üniversitelerimizi bu konulara teşvik edecek önemli, somut ve nicel bir gösterge hazırlamış olduk.

Ülkemizde 2002 yılına kadar sadece 2 tane teknopark var iken, bugün 34 tanesi faal olmak üzere 49 teknopark kurulmuştur. Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu ile teknoparklarda kurulan yönetici şirketlere, firmalara ve akademisyenlere çok önemli destek, teşvik ve muafiyetler sağlıyoruz. Yine Bakanlık bünyesinde Teknogirişim Sermayesi Desteği ve San-Tez gibi önemli programlar yürütüyoruz. Yeni Patent Kanunu ile de üniversite-sanayi işbirliği adına önemli düzenlemeler getiriyoruz. Böylece üniversiteler kurumsal olarak patent sahibi olabilecekler ve lisans sahibi olduklarında gelir elde edebilecekler. Buluşu yapan öğretim üyelerimiz de patent haklarından pay alacaklar. Bizim bu konuda bir hedefimiz var: Üniversiteler, teknolojiye dayalı üretim hedefimizde yardımcı rolde değil, başrolde olacaklardır.

Yine bir ihtisas teknoparkı olan Bilişim Vadisi’nin yönetici şirketini kurduk ve yapım çalışmalarına hızla devam ediyoruz. Bu yıl içerisinde Bilişim Vadisi’nin altyapı çalışmalarına başlamış olacağız, en kısa sürede de firmalara tahsis işlemlerini gerçekleştireceğiz. Sonuç olarak bütün bu çalışmalarımızla görmek istediğimiz Türkiye tablosu, çok daha fazla üretim kadar, nitelikli üretim yapısını da gerçekleştirmektir.

“Rekabeti; Ar-Ge, teknoloji, markalaşma, tasarım gibi alanlarda aramamız gerekiyor”

Türkiye’nin 2023 hedeflerinde, Bakanlığınız nasıl bir rol üstleniyor? Ayrıca, hep vurguladığınız Üniversite-Sanayi İşbirliği konusunda bilgi alabilir miyiz?Daha önceki sorularda da ifade ettiğimiz gibi, Türkiye, 2023 yılında yıllık 500 milyar dolar ihracat yapmayı ve 2 trilyon dolar milli gelire ulaşmayı hedefliyor. Bu hedefe ulaşmak için, daha fazla pazara daha fazla ürün ihraç etmekle yetinemeyiz. Bizim daha nitelikli, katma değerli, ileri teknolojiye dayanan bir üretim yapısına geçmemiz gerekiyor. Küçük olsun büyük olsun bütün firmaların, sektörlerin kendini buna göre hazırlaması, değiştirmesi, dönüştürmesi gerekiyor. Bunun da ötesinde birçok yeni sektörde, yenilikçi firmaların kurulmasına uygun bir zemin hazırlamak gerekiyor. Türkiye, rekabet gücünü ucuz hammadde, ucuz işgücü veya ucuz enerjide bulamaz. Bizim rekabeti, Ar-Ge, teknoloji, markalaşma, tasarım gibi alanlarda aramamız, bulmamız gerekiyor.

Biz 2023 yılında, üretim ve ihracatımızın içinde ileri teknoloji ve yüksek katma değerli ürünlerin payını yüzde 20’lerin üzerine çıkarmayı ve Ar-Ge harcamalarının milli gelir içindeki payını yüzde 3’ler seviyesine yükseltmeyi hedefliyoruz. Şu an eğitim, üniversite, Ar-Ge, teknoloji ve sanayi politikalarımızın ana eksenini de bu hedeflere ulaşmak oluşturuyor.

Sanayideki üretim yapımızı, düşük katma değerli ürünlerden yüksek katma değerli ürünlere dönüştürme noktasında karşımıza çok önemli bir işbirliği platformu çıkıyor. Bu işbirliği platformu üniversite-sanayi işbirliğidir. Biz artık üniversitelerimizde üretilen bilginin, teknolojinin kütüphane raflarında, kampüs alanı içerisinde kalmasını istemiyoruz. Üniversitelerimizde üretilen bilgi ve teknolojinin, kampüs dışına çıkmasını, sanayi ile buluşmasını istiyoruz.

Biz gelişmiş ülkelerde görülen üniversite-sanayi işbirliğini sağlama konusunda geç kaldık, bu nedenle bundan sonra bu konuya daha fazla önem vermeliyiz. Ülkemizde sanayici ile akademisyen arasında bir kopukluk var. Bizim bu kopukluğu giderecek köprüleri kurmamız gerekiyor. Uzun bir zaman süresince, sanayiciler üniversitenin hayattan ve pratikten kopuk olduğunu düşünmüşler, üniversiteler de sanayicilere hiçbir şeyden anlamayan adam gözüyle bakmışlar. Burada bir orta yol bulmak gerektiği açıktır, zira sanayinin bilgi olmadan, üniversitenin desteğini almadan, el yordamıyla, deneme yanılma yöntemleriyle gidebileceği mesafe sınırlıdır. Aynı şekilde, sanayi tecrübesinden istifade etmeyen, kendine gerçek hayattan sorular ve sorunlar devşirmeyen bir üniversitenin de gelişmesi, ilerlemesi pek mümkün olamayacaktır. Sanayiden kopuk bir üniversite, akademisyenlerimiz için de cazip şartlar oluşturamaz.

Gelişmiş ülke tecrübelerine baktığımızda, ekonomik ve sosyal kalkınmanın hep üniversite ekseninde gerçekleştiğini görüyoruz. Özellikle ABD, bu konuda gerçekten de önemli tecrübelerle doludur. Bugün ABD’nin hangi bölgesinde bir sektör ağırlık kazandıysa, üniversitelerin de o sektörlerle ilgili çalışmalarda öne çıktıklarını görüyoruz. San Francisco’da bilişimin, Teksas eyaletinde enerjinin veya Boston’da tıp sektörünün öne çıkması bir tesadüf değildir.

İşte biz her şehrimize üniversite kazandırmaya karar verdiğimizde, üniversitelerin şehirlerimizde sosyal ve ekonomik kalkınmayı hızlandıracağını dikkate almıştık. Gerçekten de bu üniversiteler, kısa süre içerisinde, şehirlerimizin potansiyellerini açığa çıkarma noktasında katkı vermeye başladılar. Bakanlık olarak, üniversitelerimizin daha nitelikli bir yapıya bürünmeleri ve sanayimizle daha yakın bir temas sağlamaları için yoğun bir gayret içindeyiz.

Tüm bu önemli gelişmelerle birlikte, daha yapmamız gereken çok önemli işler olduğunu biliyoruz. İşte biz Bakanlık olarak Türkiye’nin 2023 yılı vizyonu ve hedefleri çerçevesinde iş planları oluşturuyor, stratejiler geliştiriyor, yeni yapılanmalara gidiyor ve en önemlisi de sanayideki nitelikli üretim yapısına geçiş için gerekli yapısal reformları hayata geçirmek için büyük çaba harcıyoruz. Tüm bunları da Avrupa başta olmak üzere, en gelişmiş ekonomilerdeki yavaşlamaya rağmen, Ortadoğu ve komşularımızda yaşanan gelişmelere rağmen gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bizim yaşadığımız coğrafya, zorlu bir coğrafya. Yaşadığımız bu coğrafyada “azıcık aşım, ağrısız başım” diye bir durum söz konusu olamaz. Biz bu zorlu coğrafyada aşımızı çoğaltmaya, başımızın ağrısını da azaltmaya çalışıyoruz.

 “Biz 2023 yılında, üretim ve ihracatımızın içinde ileri teknoloji ve yüksek katma değerli ürünlerin payını yüzde 20’lerin üzerine çıkarmayı ve Ar-Ge harcamalarının milli gelir içindeki payını yüzde 3’ler seviyesine yükseltmeyi hedefliyoruz. Şu an eğitim, üniversite, Ar-Ge, teknoloji ve sanayi politikalarımızın ana eksenini de bu hedeflere ulaştırmak oluşturuyor.”

“2023’te küresel çapta en az 10 marka oluşturacağız”

Türkiye dünya ile kıyasladığında, bilim, sanayi ve teknoloji üçgeninde nasıl bir konumda yer alıyor? Bu alanda nasıl bir ilerleme kaydettik, gücümüzü artırmak için hangi çalışmalara yönelmeliyiz?

Ekonomik kalkınmanın, gelişmenin yolu üretimden geçmektedir. Türkiye, son yıllarda gerçekten de çok daha fazla üreten, çok daha fazla katma değer oluşturan bir yapıya kavuştu. Yüzde 95’inden fazlası sanayi ürünlerinden oluşan yıllık ihracatımız 152,5 milyar dolar seviyesine ulaştı. Evet, Türkiye için en önemli konulardan biri üretmektir. Ancak artık kendimize daha fazla sormamız gereken bir soru var: Türkiye ne üretecek ve nasıl üretecek?

Bundan 10 sene önce, Türkiye yüzde 47 oranında düşük teknolojili ürünler üretiyor ve ihraç ediyordu. 10 yıllık süreçte, düşük teknolojili ürünlerin payı yüzde 25 seviyesine gerilerken, orta seviye teknolojiye sahip ürünlerin payı yüzde 70’ler seviyesine yaklaştı. 2023 yılına kadar ise üretim içinde yüksek teknolojili ürünlerin payını yüzde 20’lerin üzerine çıkaracağız ve küresel çapta en az 10 marka oluşturacağız.

Hükümetimiz ve Bakanlığımız, ülkemizin bilim ve teknoloji kapasitesini artırmak adına çok önemli faaliyetler yürütüyor. Şu hususa dikkatinizi çekmek istiyorum: 1983’te kurulan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun 25. Toplantısını bu yıl içerisinde gerçekleştirdik. 30 yılda yapılan bu 25 toplantının 16 tanesine Sayın Başbakanımızın başkanlık etmiş olması, Hükümetimizin bu konulara yaklaşımını ortaya koymak için yeterlidir. Bu Kurulun aldığı kararları da sıkı bir şekilde takip ediyor ve büyük bir başarıyla gerçekleştiriyoruz.

Biz Bakanlık olarak, 2011 yılının başında Türkiye’nin uzun yıllardır ihtiyaç duyduğu Sanayi Strateji Belgesini uygulamaya başladık. Vizyonu, orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya’nın üretim üssü olmak olan bu belgedeki 72 eylemden 23 tanesi firmaların teknolojik gelişimi başlığı altında gerçekleştirilmektedir.

Bakanlık olarak bundan sonraki dönemde ajandamızda yer alacak konuların başında Ar-Ge, markalaşma, tasarım, yenilikçilik ve verimlilik konuları gelecektir. Ancak ve ancak bu alanlarda hedeflediğimiz sonuçlara ulaşabilirsek, gelişmiş ülkelerdeki başarıyı yakalayabiliriz. Görüyorsunuz işte Almanya’nın bir birim mal ihracatından elde ettiği ciroyu, biz ancak 3 birim mal ihracatı yaparak elde ediyoruz.

“Girişimcilerimizin hayallerini gerçekleştirmek için her türlü desteği vereceğiz”

Ar-Ge ve inovasyon başta otomotiv olmak üzere birçok sektörün belkemiğini oluşturmuş durumda. Bu alanda Türkiye’de yapılan çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Ar-Ge ve inovasyonda Türkiye’nin istenilen konuma gelmesi için Bakanlık olarak ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz?

Bütün sektörlerde ileri teknolojili ve yüksek katma değerli bir üretim yapısına geçmek için, üzerinde en fazla üzerinde durmamız gereken alan bilim ve teknoloji alanıdır. Zira bilim ve teknoloji alanında attığınız her bir adım, sizi birkaç adım birden ileriye taşıyacaktır. İşte biz bu gerçekten hareketle, ülkemizi bir yandan bilgi üretim merkezine dönüştürecek, diğer yandan ürettiğimiz bilgileri nihai ürünlere dönüştüren mekanizmaları kuruyoruz. Özellikle ilaç, havacılık, bilişim, nanoteknoloji, biyoteknoloji gibi alanlarda bir atılım gerçekleştirmemiz gerekiyor. Önümüzdeki dönemde hem mevcut politika araçlarımızı geliştirecek hem de yeni enstrümanlar üreterek bu alanlarda lider bir ülke inşa edeceğiz. Türkiye’yi dünyanın bir üretim merkezine dönüştürdüğümüz gibi aynı zamanda bir teknoloji üssüne de dönüştüreceğiz.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, 2023 yılında Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranını yüzde 3’e çıkarmayı hedefliyoruz. Bu da 40 milyar doları özel sektör, 20 milyar doları ise kamuya ait olmak üzere 60 milyar dolarlık bir bütçe anlamına geliyor. Tabi bu bütçenin ortaya çıkaracağı sonuçlar da önemli. 2011 yılı verilerine göre Türkiye’de Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranı, 2002’ye göre 2 katına çıktı ve yüzde 1 seviyesine yaklaştı. Yine 2011 yılında Türkiye’de yapılan Ar-Ge harcaması 11.9 milyar TL’yi geçmiştir.

Biz ülkemizde eğitim ve Ar-Ge için ayrılan bütçeyi her yıl çok ciddi oranlarda artırıyoruz. Ancak daha da önemlisi, bu bütçeyi en doğru alanlara kanalize edecek politikaları da kurguluyoruz. Bakanlık olarak, bağlı kuruluşlarımız KOSGEB ve TÜBİTAK ile birlikte, ülkemizde yenilikçiliği, teknoloji odaklı girişimciliği ve üniversite-sanayi işbirliğini geliştirmek için önemli çalışmalar yapıyoruz.

Mesela, Bakanlığımızın uyguladığı Teknogirişim Sermayesi Desteği Programıyla, üniversite mezunu gençlerimize, teknolojik fikirlerini ürüne dönüştürmeleri için 100 bin lira hibe desteği sağlıyoruz. İlk aşamada başarılı olan girişimcilerimize, ikinci aşamada kullanacakları 550 bin TL’lik ilave bir destek programı daha hazırladık. Her yıl, başarılı olan teknogirişimcilerimizi işbirlikleri kurmaları ve inceleme yapmaları için Silikon Vadisi’ne göndermeye başladık. Bugüne kadar 1.134 üniversite mezunu genç arkadaşımız, bu destekten yararlandı ve kendi işini kurdular.

Türkiye artık eski Türkiye değil, çok şükür ki artık paramız da var, kaynağımız da, hatta IMF’ye borç verebilecek kadar var. Girişimcilerimizin yeter ki hayalleri, planları, projeleri olsun, biz o hayallerin gerçekleşmesi için her türlü desteği sağlamaya hazırız.

“Marka başvuruları raflarda kalırsa, büyük bir değer taşımaz”

Türk Patent Enstitüsü’nün rakamlarına göre, yılın ilk çeyreğinde yurt dışından Türkiye’ye yapılan başvurular sonucunda tescillenen marka sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 216 artarak 5 bin 114’e çıktı. Sizce bu başarının ardında neler yatıyor? Markalaşma alanında önümüzdeki dönemde ne gibi adımlar atmalıyız?

Marka başvurularının artması, elbette çok sevindirici ve ümit verici bir gelişme. Sadece marka konusunda değil sınai mülkiyetin hemen her alanında benzer bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu ifade etmek isterim. Türkiye’nin rekabet gücünü arayacağı alanlar içinde en önemli olanlardan birisi fikri ve sınai mülkiyet hakları geliyor. Marka başvurularındaki artış, bu konuda ülkemizde önemli bir bilinç düzeyine ulaştığımızı göstermesi bakımından önem taşıyor.

Ancak bununla birlikte, bu markaların ekonomiye ne kadar katkı verdiğine de iyi bakmak gerekiyor. Marka başvuruları raflarda kalırsa, ekonomiye dahil olmazsa, çok büyük bir değer taşımazlar. Bizim ülke olarak artık, nitelikli marka oluşturmaya daha fazla odaklanmamız gerekiyor. Şu an iyi bir marka havuzumuz oluştu, bunların içinden küresel markalar çıkarmak gerekiyor. Zaten bizim 2023 hedeflerimiz arasında, küresel çapta tanınan en az 10 marka oluşturmak da yer alıyor. Şu an TBMM’de ilgili komisyonda görüşülen Fikri Mülkiyet Yasa Tasarısı ile, ülkemizde daha nitelikli ve ekonomik değeri olan markalar, patentler oluşturmak adına önemli adımlar attığımızı ifade etmek isterim. Bu Tasarı, hem daha nitelikli patentler, markalar oluşması hem de bunların korunması yönünde çok önemli düzenlemeler içermektedir.

“Otomotivde üretim üssü kimliğimize, Ar-Ge ve tasarım üssü kimliğini eklemeliyiz”

Otomotiv sektörü, Bakanlığınız için nasıl bir öneme sahip? Bu sektöre yönelik hayata geçirmeyi planladığınız projeler nelerdir?

Bakanlık olarak, bizim iki temel amacımız var. Birincisi mevcut kurulu sektörlerimizde Ar-Ge ve teknoloji kapasitesini artırmak. İkincisi ise henüz yeni olan bilişim, biyoteknoloji gibi alanlarda bir atılım gerçekleştirmek. Bu amacımıza uygun olarak, otomotiv sektöründe de Ar-Ge, tasarım ve teknoloji kapasitemizi artırmayı, üretim merkezi olma kimliğimizi geliştirirken aynı zamanda bir teknoloji merkezine dönüşmeyi de hedefliyoruz. Hemen her ekonomide özel bir ağırlığı olan otomotiv sektörü, bizim açımızdan da büyük bir önem taşıyor. Otomotiv sektörü, yatırım, üretim, ihracat, istihdam, Ar-Ge harcamaları gibi alanlarda hep ilk sıraları çekiyor. Bu sektörün kanaatimce en önemli özelliği şudur: Belki teknolojiler ve tasarımlar değişecek, yeni ihtiyaçlar oluşacak; ancak herkes, bu sektörün ürünlerine ihtiyaç duymaya devam edecek. Dolayısıyla ülke ekonomileri için otomotiv sektörü önemini her zaman muhafaza edecek.

Bizim için bu sektörde şöyle kritik bir durum var: Evet, bu sektör, en fazla ihracat yaptığımız sektördür. Ancak iç talebin patlamasıyla birlikte, son bir iki yıldır, ithalatımız ihracatımızı aşmış durumdadır. İç talep çok büyük oranda ithal marka ve modellerden karşılanmaktadır. İşte bu yapıyı değiştirmek için hem önemli üreticileri ülkemize çekmemiz, hem de kendimize özgü marka ve modeller oluşturmamız gerekmektedir. Burada odak noktamız şudur: Yabancılar ile ortaklık şeklinde kurulan ve ülkemizde üretim yapan firmalar, esas katma değeri oluşturan tasarım ve Ar-Ge gibi faaliyetlerini dışarıda gerçekleştiriyorlar. Otomotiv sektöründe üretime odaklanırken, esas olarak bu alanlara odaklanmamız, bu alanlardaki yatırım ortamını iyileştirecek adımlar atmamız gerekiyor. Bizim binlerce aracın montajından elde ettiğimiz geliri, diğer ülkeler belki de sadece bir aracın tasarımından elde edebiliyorlar. Bu nedenle, otomotivde üretim üssü kimliğimize, muhakkak surette Ar-Ge ve tasarım üssü kimliğini de ilave etmemiz gerekiyor. Bunun en önemli adımlarından biri de yerli otomobil markası oluşturmaktır. Bu nedenle, teşvik sisteminde otomotiv sektörüne yönelik yatırımlara çok önemli teşvik ve destekler sağladık.

Sektörle ilgili çalışmalarımızı, 2011 yılında uygulamaya başladığımız Otomotiv Strateji Belgesi ve Eylem Planı’na uyumlu bir şekilde sürdürüyoruz. Belge kapsamında bu yıl, oldukça önemli projeleri hayata geçirmeyi planlıyoruz. Mesela belgedeki en önemli eylemlerden biri olan ve Bursa Yenişehir’de kurmayı planladığımız Otomotiv Test Merkezi ile ilgili arsanın TSE’ye tahsis işlemleri tamamlandı. Bu arsaya yapılacak pistler ve laboratuvarlar ile ilgili detaylı bir fizibilite ve teknik şartname hazırlama çalışmalarına başladık. Bu merkez, ülkemizde otomotiv sektöründeki üretim faaliyetlerine ama daha da önemlisi tasarım çalışmalarına büyük ivme kazandıracaktır. Merkez, sadece ülkemizdeki üreticilere değil, yurt dışındaki üreticilere de hizmet verecek olması nedeniyle ayrı bir önem taşıyor. Yine çevre dostu araçların sınıflandırılması için teknik kriterler oluşturmak, CNG, LNG ve LPG yakıtlı araçların da ÖTV desteklerinden yararlanmalarını sağlamak, ömrü tamamlanmış araçları hurdaya çıkarmak gibi konularda çalışmalarımız devam ediyor.

Bundan 10 yıl sonra Türk otomotiv sektörünü nasıl bir noktada görüyorsunuz? Araçlarda ve sektörde nasıl bir değişim olacak?

Bugün dünyada otomotiv sektörünü etkileyecek gibi görünen iki önemli parametre var. Birincisi dünya genelinde üretimin batıdan doğuya doğru kayması. İkincisi ise yeni nesil teknolojilerde önemli gelişmeler yaşanacak olması. Mesela 2020 yılında Avrupa’daki her 5 araçtan 1 tanesinin elektrikli araç olacağı tahmin ediliyor. Türkiye de bu iki gelişmeden bir şekilde etkilenecektir. Bizim çalışmalarımız, bu önemli değişimleri Türkiye lehine sonuçlandıracak bir içerik taşımaktadır. Otomotiv Strateji Belgemizde özellikle elektrikli araçların ülkemizde hem üretimiyle hem de tüketimiyle ilgili çok önemli eylemler bulunmaktadır. Önümüzdeki süreçte, Türkiye’nin artık kendi markasını oluşturacağına inanıyorum. Oluşturacağımız ilk modeller arasında elektrikli araçların da yer alacağını düşünüyorum. Biz içten yanmalı motor teknolojisinde montaj aşamasını geçemedik. Ancak yeni nesil teknolojilerin hem tasarımı hem de üretimi noktasında çok daha iyi bir yerde olacağımızı düşünüyorum.

Kısa vadede Türkiye’yi toplam üretimde dünyada ilk 10 ülke arasına taşımayı, AB içinde ise ilk 3 içerisinde olmayı hedefliyoruz. Yine AB’de Ar-Ge sıralamasında ilk 5 içinde olmayı hedefliyoruz. 2023 yılında ise 4 milyon adetlik üretim, 3 milyon adetlik ihracat rakamına ve 75 milyar dolarlık ihracat gelirine ulaşmayı hedefliyoruz.Bununla birlikte, biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, yerli marka oluşturmak, elektrikli araçların üretiminde ön sıralarda yer almak, tasarım ve Ar-Ge faaliyetlerinde de dünyadaki önemli adreslerden biri olmak gibi hedeflerimiz var.

 “Bizim binlerce aracın montajından elde ettiğimiz geliri, diğer ülkeler belki de sadece bir aracın tasarımından elde edebiliyorlar. Bu nedenle, otomotivde üretim üssü kimliğimize, muhakkak surette Ar-Ge ve tasarım üssü kimliğini de ilave etmemiz gerekiyor.”

“Hurda araçlar, trafikte ağır sorunlar oluşturmaya başladı”

Ülkemizde yaşlı araç parkının gençleştirilmesi ve hurda araçlar için yapılması planlanan uygulamaları okuyucularımızla paylaşır mısınız?

Henüz olgunlaşmış bir çalışma değil ama hatırlarsanız, ağır taşıtlarla ilgili bir düzenleme yapıldı ve bir destek modeli geliştirildi. Kamyonlar, otobüsler gibi belirli bir yaşın üzerindeki araçların hurda bedeli ödendi ve bu araçlar trafikten çekildi. Borçları iptal edildi, silindi. Motorlu Taşıtlar Vergisi ve benzeri varsa borçları geçmişten kalan, onlar da terkin edildi ve bu mesele artık trafik meselesi olmaktan çıktı. Şimdi yeni bir çalışmayı İçişleri Bakanlığımız, Ulaştırma Bakanlığımız bizim Bakanlığımız birlikte olmak üzere binek araçlar için yapalım dedik. Yani 20 yaşının üzerindeki binek araçlar gerçekten trafikte bazen ağır sorunlar oluşturmayı başladılar. Bunu trafikte giderken biz de görüyoruz. Yani o araçların manevra kabiliyeti çok farklı, hızları çok farklı, çevreye olan etkileri çok farklı, trafiğe olan etkileri çok farklı. Şimdi bir çalışma yürütüyoruz. Henüz ayrıntıları ortaya çıkmış değil. Ama o çalışmayı da kısa zamanda inşallah tamamlarız ve onun da ayrıntılarını sizlerle paylaşma imkanımız olur. Türkiye’nin 20 yaşının üzerindeki araçları yavaş yavaş bir yolunu bulup uygun bir formülle trafikten çekmesi gerekiyor. Vatandaşlarımıza daha yeni, daha çevreci araçlar alabilecek imkanlarla birlikte bunu da sağlayabilirsek, sektöre çok büyük bir katkı sağlamış oluruz.”

Kaynak: Vikipedi, haberler.com, devapartisi.org, tr.wikiquote.org, www.internethaber.com,  www.odd.org.tr