Sabatay Sevi, Pendik’te bulunan Aydos kalesine hapsedilmişti. İşte detaylar...
İzmir’de kendini Mesih ilan eden Sabatay Sevi, Osmanlı Devleti’nin azınlıkların dinine müdahale etmeme prensibini suiistimal edip; kendini tüm Yahudilerin kralı ilan etmiştir.
Dönemin Sadrazamı Ahmet Paşa bu olayı öğrenince Sevi’nin İstanbul’a getirilmesini emretmiştir. 1668’de İstanbul’a getirilip önce Çavuşbaşı’nın önüne çıkarılan Sevi iddialarından inkar yoluyla kurtulmaya çalışmıştır.
Bu arada İstanbul’daki Yahudiler “Mesih geldi” diye büyük heyecan içindedir. Hatta bazıları, Sevi’nin mahkumiyetini protesto etmek için dükkanlarını açmamıştır.
Osmanlı ise isteyenlerin Sevi’yi ziyaretine izin vermiştir. İste bu ziyaretçilerden biri, sarayda etkili sadrazam sarrafı Mordehay Kohen’in oglu Yuda Çelebi’dir. Oğlunun ısrarlarına dayanamayan sarraf, sadrazama Sevi’nin sıkıntılı hayatını anlatınca, Ahmet Paşa Sevi’yi daha rahat olan Aydos Kalesi’ne sürmüştür.
Sevi, müritleri ve sekreteri Samuel Primo’yla birlikte Aydos’a gönderilmiştir. Aydos’ta yasayan Sevi’nin ziyaretçileri gün geçtikçe artmış, Aydos’u ziyaret Yahudiler arasında adeta Kudüs’e hacca gitmiş kadar makbul addedilmeye başlamıştır. Sabatay Sevi bir düre sonra Aydos’tan Edirne’ye gönderilmiştir.
Sabatay Sevi, yaptığı faaliyetlerle ilgi çekici bir şahıstır. İşte biz de buna istinaden Sabatay Sevi’nin garip hayatını ve faaliyetlerini inceledik.
Sabatay Sevi: Yahudi din adamı ve tarikat lideriydi. 17. yüzyılda Osmanlı topraklarında, İzmir Agora’da doğdu. 22 yaşında Mesihlik iddiasında bulundu. Dünyayı kötülüklerden arındıracağına, tüm Yahudileri mukaddes İsrail’e götürerek orada yeniden tapınağı inşa edeceğine inanıyordu.
Yahudiliği ikiye böldü. Her kıtada binlerce mürit edindi. Mahkemeye çıkarıldı, kerhen Müslüman oldu. İnananların çoğu peşini bıraktı, ufak bir grup onu takip ederek Müslüman oldu.
Bunlar dış görünüşte Müslüman veya Hristiyan, gerçekte Kabbala Musevi inancına sahip günümüze kadar gelen bir cemaattir. Halk arasında Sabataycılık adı ile bilinir. İnananları ona Amirah derlerdi.
Yahudiler, günün birinde bir Mesih’in gelerek kendilerini uzun yıllardır süren sosyopolitik tabanlı acılardan kurtaracağını düşünüyorlardı. Zor koşullar altında Yahudiler arasında mistisizme inananların sayısı da giderek artıyordu. Yahudi mistisizminin en önemli kaynaklarından biri ‘Kabala’ idi.
Görünenin arkasında mutlaka bir başka şeyin gizlendiği fikrinden hareket eden Kabalistler, kutsal metinlerde çeşitli sayılar ve matematiksel işlemlerle gizli gerçeği ortaya çıkarmaya çalışıyorlardı.
Ortaya çıkarılmaya çalışılan gizli gerçekler arasında kurtarıcı Mesih’in kim olacağı ve hangi tarihte geleceği de vardı. Bu görüşler içinde en çok rağbet görenlerinden birisi de milenyumda (1000’li yıllarda) bir Mesih’in mutlaka geleceği şeklindeydi.
Yine Kabala’da 666 sayısının şeytanın yılı ya da sayısı olduğu şeklinde bir inanış bulunuyordu. (Vahiy 13:18, Altı yüz altmış altı korkusu) Bu iki sonuçtan hareketle, 1666 yılının ‘hayati önemine’ ilişkin yaygın bir inanış oluştu.
Ailesi hakkında ne biliyoruz?
Sevi’nin ailesinin kökeni tartışma konusu olmakla beraber İspanyol kökenli oldukları değerlendirilmektedir. Babası Mordehay, kümes hayvanları satıcılığı yapıyordu. Annesi Kılara’yı (Clara) erken yaşta kaybeden Sevi’nin iki de kardeşi vardı: Ağabeyi Eliyah (İlyas) ve kardeşi Yosef (Yusuf).
O yıllarda İzmir Limanı ticarette öne çıkmıştı. Artan ticaretle birlikte İzmir, Avrupalı tüccarlarla dolup taşmıştı. Babası ticaret hayatında ilerleyen Mordehay Sevi, bir İngiliz şirketinde çalışmaya başlamıştır.
Evlilikleri
Sabatay Sevi ailesi tarafından genç yaşta 2 veya 3 kez evlendirildi. Ancak Sevi, eşiyle cinsel ilişkiye girmedi. Ailesi bu durumu onun eşinden hoşlanmadığı şeklinde yorumlayarak birincisini boşattırıp ikinci kez evlendirdi. Ancak Sevi ikinci evliliğinde de cinsel ilişkiye girmekten kaçındı.
Lehistan’daki Rus kıyımlardan kaçan yetim bir kız olan Sara çevresine kurtarıcı (Mesih) ile evleneceğini düşünde gördüğünü söylemekteydi. Bunu duyan Sevi, Sara’yı Kahire’ye çağırır ve onunla evlenir. Bu Sevi’nin dördüncü evliliğidir. Sara’nın güzelliği ve cazibesi bu yeni tarikata yeni müritler kazandırır. Din değişimi sonrası karısı Sara ise artık Fatma Hanımefendi’dir.
Rivayete göre Müslüman olduktan sonra Sevi’ye, Sara’nın yanında haremden bir eş daha tahsis edilir. Sabatay Sevi’nin son eşi Ayşe Hatun ise Selaniklidir.
Din eğitimi
Hahambaşı Yosef Eskapa (Rav Eskapa) ve Rav de Alba Torah, Talmud konusunda onu eğittiler. Gösterdiği başarı nedeniyle genç yaşında haham unvanı verildi. Ancak genç Sabatay’ın mistik konulara girme arzusu olduğu bir süre sonra anlaşıldı.
Sevi, 15 yaşına kadar Tevrat, hadis, fıkıh konularına vakıf olmayı başardıktan sonra Kabala eğitimine başladı. Sevi 18 yaşına geldiğinde kendi yorumlarını başkalarına da okuyup öğreten biri haline geldi. Hatta etrafında bir öğrenci grubu da topladı.
Melankolik ruhsal yapıya sahip olması bir süre sonra mistik hayatın zorlukları ile birleşince anlaşılmaz eylemlerde bulunmasına yol açtı.
Oruç günlerinin dışında da sık sık oruçlar tutuyor, sık sık bedenini yıkıyor ve uzun müddetler boyunca yalnız başına tefekküre dalıyordu. Kendini Yahudi mistisizmine, Kabala’ya kaptırmıştı. Bilincini yitirdiği, coşkulu dönemler yaşıyordu.
Sabatay Sevi, 1666’da kıyametin kopacağını, bundan hemen önce kurtarıcı Mesih’in geleceğini, bunun da 1648’de olacağını ön görüyordu. Etrafındakileri yavaş yavaş hazırlayan Sevi 22 yaşına geldiğinde Kabalacı yorumlara dayanarak, kendisinin Musa’nın geleceğini vaat ettiği Mesih olduğunu iddia etti.
Yaşlı hahamlar bir hayli sinirlenerek duruma tepki gösterdiler. Hatta hocası Başhaham Eskapa, iki hahamı Sevi ile görüşerek iddiasını geri almaya ikna etmeleri için görevlendirdi.
Sevi mesihliğini kanıtlayan delillerden söz ediyordu ve İzmir’deki Yahudi cemaat arasında ise çok sayıda taraftar buldu. Tarihçilere göre tam da bu tarihlerde Sevi’nin vücudundan hoş bir koku yayılmaya başladı. Hatta bunun bir hile olabileceğinden kuşkulanılarak Sevi bir doktora muayene bile ettirildi.
Mesihliğin alameti sayılan bu durum sonraları müritleri tarafından bayram olarak kutlanmaya başlandı. Sevi 23 yaşına geldiğinde bu kez de Tanrı’nın, Yahudilerce söylenmesi yasaklanan adı ‘Yehova’yı telaffuz etti. Gelişmelerden huzursuz olan hahambaşılık, Sabatay Sevi’nin dinlerini bozduğu gerekçesiyle öldürülmesine karar verdiler, ama bu kararı uygulayamadılar.
Bunun üzerine hahambaşı Eskapa, Sabatay Sevi’yi Osmanlı sarayına iletmek üzere İstanbul’daki hahamlara şikâyet etti. Başka rivayete göre Hahambaşılık onu İzmir’i terk etmeye zorladı.
Bazı kaynaklar bu bilgiyi doğrulamazken Sabatay Sevi’nin İzmir’de bulunduğu dönemde kendi ağzından mesihlik iddiasında bulunmadığı da iddia ediliyor.
Gerşom Şolem de kitabında, “Sevi, olsa olsa o da bir defacık havrada dualardan önce ‘Ben Mesih-i İsrail’im demiştir” diyor. Sabatay Sevi’in her şeye rağmen aforoz gücünde bir dışlanmaya uğramadığını belirten Şolem, Sevi’nin İzmir’den kovulduğu için değil zorunluluktan dolayı seyahat ettiğini söylüyor.
Sevi önce eski bir Kabbala merkezi olan Selanik’e, sonra İstanbul’a gitti. Başkent’te, saygıdeğer ve ünlü bir vaiz olan Abraham ha-Yakini ile karşılaştı. Yakini’nin elinde Sevi’nin mesih olduğunu doğrulayan Kabalacı bir kehanet belgesi vardı. Kısa süre sonra İstanbul’dan da ayrılan Sevi, önce Kudüs’e ve sonra Mısır’a gitti. Kahire’de Osmanlı valisinin hazinedarı olan güçlü ve varlıklı Rafael Halebi’yi kendi davasına inandırdı.
Sevi İstanbul’da
Sevi’nin İzmir’den sonraki ilk durağı İstanbul’du. 1650 yılında İstanbul’a gelen Sevi burada Abraham ha-Yakini adlı bir hahamla karşılaştı. Bu hahamda ‘Mezamiri Süleyman’ın Açıklaması’ adında Sevi’nin mesih olduğunu doğrulayan Kabalacı bir kehanet belgesi vardı.
Belgeyi alan Sevi, bunu mesihliğinin delili olarak yanında taşımaya başladı. Zira çok eski olduğu iddia edilen belgede, Sabatay Sevi isimli bir Mesih’in doğacağından haber veriliyordu. Gerek eski gerekse bu yeni ‘belgeyle’ birlikte Sevi, İstanbul’daki Yahudiler arasında önemli bir nüfuz elde etti. Ancak İzmirli hahamların İstanbullu hahamları “Sabatay’dan uzak durun” diye uyarması üzerine Sevi Selanik’e gitmeyi kararlaştırdı.
Kudüs
İstanbul ve Selanik’e yaptığı yolculuklarda beklediği ilgiyi göremeyen Sabatay Sevi bu kez rotasını Filistin’e çevirdi. 1662 yılında birkaç yakınıyla birlikte bir gemiye binen Sevi, Trablus ve Beyrut’a kadar ulaştı. Ancak burada karar değiştirerek Mısır’a gitmeye karar verdi. İskenderiye’de gemiden inen Sevi doğruca Kahire’ye gitti. Sevi’yi, burada tüm hayatını değiştirecek gelişmeler bekliyordu.
Burada ayrıca Rafael Yusuf Çelebi adında zengin bir sarrafla tanıştı. Nayir adındaki Leh bir hahamın yetim kızı olan Sara ile evlendikten sonra Gazze’ye gitti.
1663 yılının sonbahar aylarında Kahire’ye doğru yola çıkan Sabatay Sevi, yolculuk sırasında kısa süre sonra kendisinin Mesih olduğunu onaylayacak olan Gazzeli Natan yani İbrahim Natan Aşkenazi ile tanıştı. Natan çok başarılı ve zeki bir öğrenciydi. Din konusunda Sabatay Sevi’den bile daha bilgiliydi.
Natan 19 yaşlarındayken okula gelen Samuel Lissabona adlı zengin bir Yahudi’nin çok güzel ama bir gözü görmeyen kızıyla evlendi. Bu kızla evlenmeyi kabul eden Natan hemen ardından da Kabala öğretisiyle daha yakından ilgilenmeye başladı. Bu konuda epeyce ilerleyen Natan çevresindekilere gördüğü bir sanrıdan bahsetmişti. Natan bu sanrıda kendisine “büyük bir ışığı bekle” dendiğini söylüyordu.
Burada, adında yirmi yaşlarında bir öğrenci, Yahudi geleneklerine göre Gazzeli Natan, “Mesih’in muştucusu”, İlyas rolünü üstlendi. Natan, coşku içinde, İsrail devletinin yeniden kuruluşunun çok yakında gerçekleşeceğini ve Sevi’nin utkusuyla dünyanın yeniden kurtulacağını herkese duyurdu. Natan, Kabala hesaplarına dayanarak, kıyamet günü için 1666 yılını bildirdi.
Kudüs’e tekrar döndüğünde, kendisinin Mesih olduğunu gizlemeye gerek duymadı. Kudüs’teki hahamlar karşı çıktılarsa da, Sabatay’ın taraftarları gün geçtikçe arttı. Mısır, İstanbul, İzmir ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerine Mesihliğini ilan ve propagandasını yapmaları için sadık adamlarını yolladı. Sabatay Sevi, Yahudilerin dini ayin ve törenlerinde bazı değişiklikler yaptığı gibi, havralarda okunan duaların çoğunu değiştirdi. Kudüs hahamları tarafından tehdit edilen Sevi, Halep’e geçti.
İzmir ‘e geri döndü
1665 yılında sevinçle karşılandığı İzmir’e geri döndü. Birkaç yıllık süre içinde, Sabataycılık akımı hızla güçlenerek Venedik, Amsterdam, Hamburg, Londra ve bazı Kuzey Afrika kentlerine kadar yayıldı. Sevi kendisini kralların kralı olarak görüyordu. Dünyayı, kendi hesabına göre 38 krallığa böldü. Her birine de, kardeşlerini ve sadık adamlarını kral tayin etti. Çeşitli beyannameler yayınlayarak, Osmanlı idaresine karşı harekete geçti.
İstanbul’da İlk mahkeme
30 Haziran 1666 da Sabatay İstanbul’a hareket etmek üzere yola çıkar. O zamana kadar genel olarak Yahudilerin siyasi otoriteye karşı bağlı olmaları ve hiçbir zaman politik hareket etmemeleri Osmanlı idarecilerini bu olaya karşı kayıtsız bırakmıştır. Müritleri onun İstanbul’a, imparatorluğu Padişah IV. Mehmed’ten almak üzere gittiğine inanıyorlardı. İzmirli hahamların şikayetiyle saray da bu durumun ciddiyetinde erken haberdar olur. Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa’nın emriyle, Sabatay’ın içinde bulunduğu gemi Çanakkale Boğazı’nda durduruldu. Sabatay elleri ve ayakları zincire vurularak İstanbul’a getirildi. Hemen ardından da kürek mahkûmlarının tutulduğu Haliç’teki Bagno Zindanı’na kapatıldı. Sevi üç gün sonra yargılanmak üzere Sadrazam’ın başkanlığındaki Divan’a çıkarıldı. Girit Seferi öncesinde ortalığın karışmasını istemeyen Osmanlı yönetimi, bir 2 ay sonra Sabatay’ı Pendik’te bulunan bir kaleye hapsetmeye karar verdiler.
Sevi Aydos Kalesi’nde
Sabatay, Aydos kalesine kapatılırken müritleri de peşinden gitti. Zaten onun kellesinin vurulması yerine hapis cezasına çarptırılmasını, ‘bir mucize daha gerçekleşti’ şeklinde yorumluyorlardı. Sabatay’ın hapsedildiği kale, kısa sürede dünyanın dört bir yanından gelen ipek halılar ve atlas kumaşlar gibi hediyelerle onun sarayı haline geldi. Bir süre sonra Gelibolu’daki kale Sabataycılar arasında ‘Migdal Oz’ yani ‘Güç Kalesi’ olarak anılmaya başlandı. Bu ad biraz da Sabatay’ın buradan müritlerine yazdığı bir mektuptan dolayı verilmişti. Zira bu mektupta Sabatay, içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtulup tam bir aydınlanmaya girdiğini belirterek, “Tanrı bir güç kalesidir; ona sığınanlar kurtulacaktır” diyordu.
Polonya’dan onu ziyarete gelen Talmud uzmanı Levov ve Galiçya; Sevi’ye Polonya’da Nehemiyah ha-Kohen adlı kâhinin onun gelişini muştuladığını bildirirler. Sevi, Kohen’in kendisini ziyaret etmesini emreder. 3 ay süren yolculuktan sonra buluşma gerçekleşir. Ancak saatler süren konuşmalar sonrası buluşma her iki taraf için hayal kırıklığı ile sonuçlanır. İddiaya göre Sevi tutkunları Nehemiyah ha-Kohen’i gizlice ortadan kaldırırlar.
Edirne seyahati
İzmirli hahamlar Sabatay Sevi’nin dinlerini bozduğu gerekçesiyle öldürülmesine karar verirler ancak bu kararı uygulayamazlar ve onu Osmanlı sarayına şikayet ederler. Osmanlı yönetimi en başta olaya ilgisiz kalmıştır. Daha sonra Yahudi din adamlarının artan şikayetleri üzerine Sevi tutuklanıp Sultan 4. Mehmet’in huzuruna çıkarıldı. Sevi, Sultan’dan Mesih olarak tanınma talep etti, ayrıca İsrail toprağını kendisine vermesini de istedi. Sultan onu Çanakkale’de bir kaleye hapsetti. Faaliyetlerine burada da devam eden Sevi’yi yine Yahudi hahamlar Saray’a şikayet edince, Osmanlı bu talepler karşısında kayıtsız kalamadı. Ortaya çıkan kargaşayı gidermek için Fazıl Ahmet Paşa’dan işin esasını öğrenmek için Sevi’nin derhal İstanbul’a gönderilmesini istedi.
Edirne sarayında, Padişahın iktidarına meydan okumakla suçlanan Sabatay için Sadaret Kaymakamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Şeyhülislam Minkarizade Yahya Efendi ve padişahın imamı meşhur Vani Efendi’den oluşan bir divan kuruldu, Sultan 4. Mehmet de divanı ‘paravan’ın arkasından’ izledi. Divanda, Türkçe konuşamayan Sabatay için Padişah’ın hekimbaşısı Yahudilikten dönme Hayatizade Mustafa Fevzi Efendi tercümanlık etti (Asıl adı: Moşe Ben Rafael Abrabanel).
Divan reisi: “Karıştırmadığın halt kalmadı. Uyandırmadık fitne bırakmadın Sabatay Efendi. Haydi bakalım şimdi göster mucizeni!”
Deyince Sabatay Sevi afallar. Ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırır. Mucize göstermesi beklenmektedir. Tercüman, mucizenin şeklini de anlatır: Sabatay soyunacak, vücudunu en maharetli okçular nişangâh yapacaklardır. Attıkları oklar vücuduna işlemezse o zaman Osmanlı Padişahı da onun mesih olduğunu resmi olarak tasdik edecektir. Çünkü Yahudiler, ona kılıç, ok, tüfek, kurşun işlemez, hatta onu ateş yakmaz, suda boğulmaz diye itikat etmektedirler.
Divan heyetinin teklifi karşısında Sabatay Sevi “Adiyo santo!”(İsp. Kutsal ses) diye titremeye başlar ve her şeyi inkâr eder. Ayrıca mesihlik davasının bazı Yahudiler tarafından ortaya atıldığını, kendisinin asla böyle bir iddiada bulunmadığına dair yemin eder. Ancak, ulema ve padişah bu yanıtlardan tatmin olmaz. Bunun üzerine Hekimbaşı Hayyâtîzâde (Terzizâde) Mustafa Fevzî Efendi, Sabatay’a Müslüman olma teklifi götürür. Önce Sabatay bunu kabule yanaşmaz. Ancak, Hekimbaşı, ona bunu kabul etmediği takdirde türlü, türlü işkencelerle öldürüleceğini Ladino (Yahudi İspanyolcası) diliyle uzunca anlatır. Sevi, dönme Hayatizade’nin tavsiyesi üzerine, canının bağışlanması karşılığında, “Bu can bu bedende kaldığı sürece…” diyerek kendisine söylenen kelime-i şehâdeti tekrarlar. Vânî Mehmed Efendi; “Bu adamın, Müslümanlığı yürekten hisler ve ihlâsla kabul ettiğine kâni değilim. Fakat dinimiz kuşkuyu onaylamaz ve kişinin imanı üzerine hüküm, ancak Allah’ındır. …” der. Söylentiye göre divandan çıkan Sevi, kaftanını içerisinde sakladığı Can adlı beyaz güvercini serbest bırakarak “can bedenden çıktı” ‘Şema Yisrael’ (Dinle İsrail) demiş, ve çevresindekilere tanrı üzerine ettiği yeminin geçerli olmadığını, sadık kalması gerekmediğini ima etmiştir.
16 Eylül 1666’da Divan huzurunda Müslüman olan Mordehay oğlu Sabatay veya Sabatay Sevi, üzerine saray içoğlanlarına mahsus hamama gönderilerek gusül abdesti aldırılır ve kendisine Müslüman kisvesi kürk ve hil’at giydirilir. Ertesi gün Sultan huzuruna çıkarak Aziz Mehmed Efendi adını alarak 150 akçelik bir maaşla sarayda üst düzey memur kapıcı başı olarak göreve getirildi.
Sabataycıların açıklamalarının başka bir versiyonu ise şu şekildedir: Musa firavunların sarayında bir Mısırlı gibi yaşamıştı. Sabatay’da kendi halkını kurtarmak için Müslüman olmalı ve bir Türk gibi yaşamalıydı. Sevi’nin resmi açıklaması ise şu şekilde: “Tanrı beni İsmaili, yani Müslüman yaptı. Ben kardeşiniz kapıcıbaşı Mehmet’im. O öyle emretti. Ben boyun eğdim” dedi.
Müslüman olmanın etkileri
Sevi’nin Müslüman olması bütün Yahudi dünyasında şok etkisi yarattı. Hahambaşılık olayı sevinçle karşıladı ve Müslüman olan Sevi’yi dinden çıkmış saydı. Büyük çoğunluk onun Mesih olmadığına inanarak Ortodoks Yahudi inancına geri döndü, iki yüz ailelik bir topluluk ise İslamiyete geçerek onun yolundan gitti. Bu tarihten sonra da Dönme olarak adlandırıldılar. Bunlar onun büyük bir hikmet üzerine müslüman olduğunu, mesihliğinin bir gereği olduğu yorumunda bulunurlar. Gazzeli Natan bunu çelişkili hareketler (ma’asim zarim) kurtarıcının yapması gereken garip işler şeklinde açıklar. Leh karısı Sara, Sara’nın kardeşi Yakop Kerido’da (Yakup Kerido) müslüman olurlar. Sara Fatma adını, Kerido’da Yakup adını alır.
Sevi, bu olayla taraftarlarına karanlık bir dönemin başladığını ve bunu aydınlık günlerin takip edeceğini söyleyip, aydınlık dönemin başlaması için karanlığın koşul olduğunu dile getirir. Sabataycılar “Aydınlık Günler” gelinceye kadar gizlenmeye devam edeceklerdir. Din değiştirme sonrası Sevi’de kendini bırakan Musevi kitlelere karşı bir öfke dönemi başlar. Onları “kendisini anlamamak” ile suçlar.
Edirne Sarayı’nda yedi yıl kalan Sabatay bir süre sonra Padişah 4. Mehmet’in takdirini kazandı. Zaman zaman İstanbul ve Selanik’e bile gidebiliyordu. Bir süre Edirne/Hızırlık yakınlarında bulunan bir Bektaşi tekkesine devam etmiş. Bu tekke 1641-1642 yıllarında “şüpheli” bulunarak yetkililerce kapatılmış ancak 4. Mehmed tarafından Zaviye olarak tekrar açılmış. Musevi kaynakları Sevi’nin Suficilik ve Bektaşilikten etkilendiğini ve bu öğretileri Kabala öğretisiyle harmanlayarak kendi öğretisine biçimlendirdiğini söylerler.
Arnavutluk, Sürgün
Bir süre sarayda kapıcıbaşı olarak sarayda üst düzey memur olarak çalışsa da, mesihlik inancına bağlılığının fark edilmesi üzerine Batı Trakya’ya sürülür. İbrahim Alaeddin Gövsa, Sabatay Sevi isimli eserinin 68. sayfasında olayı anlatıyor:
“Sabatay Sevi’nin (Mehmet Efendi adı ve Müslüman giysisiyle) İstanbul’da yine eski müritlerinden bir kısmını toplayarak ayinler yaptığını, Girit seferinden dönen Sadrazam Fazıl Ahmet Paşaya haber verdiler. Sadrazam kendini çağırtarak
– Bu ne iştir? Sen hala uslanmadın mı? diye tembih ettiği zaman Sabatay ağız kalabalığına başladı ve meşhur olan kurnazlığıyla
– Aman Sultanım, ben birtakım akrabamı, dostlarımı Müslüman yaptığım gibi bunları da dini celil İslam’a celp ve davet etmeye uğraşıyorum, yolunda cevaplar verir.
Sadrazam ona ihtar eder:
– Aklını başına topla. Müslümanım dedikten sonra yine çıfıtlığa başlarsan belânı bulursun.
Yine de bu sözlerle bir müddet takipten kurtulur.
Fakat aradan uzun bir süre geçmeden Sadrazamın adamları Boğaziçi’nde Kuruçeşme’deki havrada Sabatay Sevi’yi müritleriyle beraber İbranice dua okurken yakalarlar. Artık hiçbir şeyi inkâr edecek gücü kalmaz, bütün foyası meydana çıkar. Bu hadise üzerine İzmirli Sevi kendisini unutturmak ve izini kaybettirmek için Kuruçeşme’yi bırakarak Kağıthane civarında ıssız bir köşeye çekildi. Fakat müritlerinin bir müddet sonra orada da etrafına toplanıp ayinler yapmaya devam ettikleri görüldü.
İş tekrar Sadrazama haber verilince Fazıl Ahmet Paşa kızdı ve onu tek bir Yahudi’nin yaşamadığı Arnavutluk’un Ülgün kentine sürülmesini emretti.
Sevi dini tefekküre ve teorik çalışmalarına Arnavutluk’ta devam eder. Bu sıralarda Sabataycılığın ana kaynağı olan kitaplar yazılacaktır. Şahsının isteği üzere Selanik şehri kutsallığa kavuşur ve inananlar (maminim/müminler) buraya yerleşirler. İki yüz ailelik ilk Sabataycı çekirdek toplum işte burada kurulur. Natan Levi ise din değiştirmeden onu takip eder. Daha sonra bir kısım din değiştiren Sabataycıların tekrar Yahudi dinine döndükleri bilinmektedir.
Ölümü
Maaşı azaltılan Sevi Arnavutluk’ta beş yıl sürgünde yaşadıktan sonra 30 Eylül 1675 (başka bir söylem: 17 Eylül 1676) tarihinde yalnızlık ve sırlar içinde ölmüştür. Avram Galante’ye göre Berat’ta Müslümanlar tarafından, şehrin içinden geçen ırmağın kıyısında halen yeri bilinmeyen bir noktada toprağa verilir.
Kendisi gibi Müslümanlığı kabul eden takipçisi 200 aile Selanik’e yerleşerek dış görünüşte Müslüman, gerçekte ise Sabataycı-Yahudi olarak yaşamaya devam etti. Sabataya inananlar mesihlerinin ölümüne inanmazlar, onun göğe yükselmiş olup, yeniden geleceğine ilişkin inançlarını sürdürürler. Hâlâ inançlı Sabataycılar, belli zamanlarda deniz ve ırmak kıyılarına gelerek, “Sabatay Sevi Seni bekliyoruz!” diye bağırma geleneğini sürdürmektedirler.
Kaynak: Tarihin Esrarengiz Bir Sahifesi/”Dönmeler” ve “Dönmelerin Hakikati”, Ahmet Almaz, Kültür Yayıncılık ve Dağıtım 2002, Tevrat’ın Türk Evlatları, Ahmet Almaz (İlber Ortaylı’nın Eki ile) Yakamoz Yayınları 2008, Vikipedi, Pendik’te Hayat Facebook Grubu: Ömür Koç Agumba
Hazırlayan: Elif Kırnak