Size kendi hikayemden bahsedeceğim. Oldukça geçmişten kalma ama masal değil.
Henüz; insanların, diğer canlı türlerinin, eşyaların, sokakların, şehirlerin, ülkelerin ve hatta Ay’ın, Güneş’in isimlerinin olmadığı zamanlardı.
Sayıca oldukça azdık. Buluştuk. Tanıştık. Gücümüzü birleştirdik. Doğadan ne topladıysak bölüştük. Yaşamdan keyif aldık. İlk zamanlar mal mülk edinme telaşı, mevki makam hırsı, gelecek kaygısı olmadan epey zaman geçirdik.
Bu günlerle kıyaslıyorum da; işin içinden çıkamıyorum. O günlerde daha mı mutluyduk acaba? Neyse hikayeyi bölmeyeyim.
Ateşi bulduk. Şimdi ‘ilkel’ denilen silahlar icat ettik. Avlandık. Çoğalmaya başlayınca, bir arada yaşayan farklı farklı topluluklarımız oldu.
Bir süre sonra ‘para’ denilen şey de devreye girmişti…
Derken, bu topluluklar arasında zaman zaman çeşitli anlaşmazlıklar baş gösterdi. Savaştık. Silahlarımız da eskiye nazaran daha gelişmişti. Epeyce öldürdük birbirimizi.
Gel zaman git zaman – okuduğunuz kitaplardan da bilirsiniz – elektriği bulduk! Matbaayı icat ettik. Bilim, teknoloji falan derken; otomobil, uçak, denizaltı, hızlı tren, bilgisayar, cep telefonu, internet vs bu günlere geldik.
Başlangıçtan bugünlere gelmiş biri olarak size şunu söyleyebilirim: Yaşamı kolaylaştırmak istedikçe; bir taraftan da iş yükümüz, sorumluluklarımız arttı. Yaşam zorlaştı!
Örneğin ilk zamanlar karşılıklı konuşmayı öğrenmek, tarla sürmek, çeşitli alet edevat yapmak zorunda kaldık.Yakın zamanları değerlendirecek olursak; meslek sahibi olmak için yıllarca ilk – orta – lise – üniversite okumak şart oldu.
Başka dilleri de konuşamayan, bilgisayar kullanamayan ve benzer türlü becerilere sahip olmayanlar adeta ‘yok’ sayıldı. Diyeceğim; önceden hesapta olmayan işler de açtık başımıza! (Eskiden böyle miydi?)
Bu süreçlerde zaman zaman; ‘Ya hu her şey iyi güzel de, keşke ilk zamanlarda olduğu gibi; birbirimizle kavga gürültü etmeden, dayanışma içinde, paylaşarak sürdüremez miyiz bu işi’ diye düşünmedik değil.
Araya dinler girse, benzer öğütler verse, yol gösterse de; düzgün bir yola girmedik. Yine bazı önemli insanlar yeni yeni sistemler önerdiler ama nafile!
Her şeyi beceren biz, işin bu kısmını bir türlü beceremedik… Burası önemli: Düşünüp, başlangıçtan bu güne bir değerlendirme yapıyorum da, problemi çözmek; birçok kimsenin – belki de belli bir azınlığın – işine gelmemiş, gelmiyor olabilir!
Neticede, herkesin halinden memnun, mutlu olduğu bir düzen halen sağlanabilmiş değil.
Hikayem bitmedi! Çünkü hayat devam ediyor.
Şimdilerde kulağıma yeni yeni sözler geliyor. Gazetelerden, dergilerden, TV kanallarından, Google’dan Youtube’dan falan da ilgiyle takip ediyorum olan biteni.
Bunlardan sizler de az çok haberdarsınız. O yüzden; bu günlerde söz konusu edilen şeyleri, taa ilk zamanlardaki arkadaş çevremle paylaştığımı hayal ediyorum.
Örneğin kendilerine; Dijital – Kripto Para, Bitcoin ya da Blockchain hakkında bilgi vermeye çalışsam suratıma nasıl bakarlardı…
Kuantum Bilgisayar, Biometrik Çip, Transformasyon Mühendisliği, Sibernetik Organizmalar, 5G Teknolojisi, Artırılmış Gerçeklik, Nesnelerin İnterneti, Hümanoid İnsan, Genom, Dijital Tıp, Nükleer Füzyon, Online Konferans, İnsansız Hava Aracı, Yapay Zeka gibi kavramlar onlar için ne ifade edebilirdi?
(Bu arada, bahsi geçen kavramların sizin için ne ifade ettiklerini kendi kendinize bir sorar mısınız?) Yoksa sizler de ağırlıklı olarak bu gelişmelere ilkel misiniz?
‘Şimdilerde kulağıma yeni yeni sözler geliyor’ cümlesinden devam ediyorum tekrar. Bunca zaman bir ‘düzen’ tutturamadık ama son zamanlarda sık sık:
‘Yeni Dünya Düzeni’ diye bir kavramdan bahsedilir oldu.
The Great Reset (Büyük Sıfırlama), Yeniden Başlangıç, Yeni Normal, Finansal Tufan, İklim Değişikliği, Yeşil Enerji, Evrensel Temel Gelir, Sağlık Pasaportu, Sosyal Puanlama gibi kavramlar vitrine konuluyor.
Eşyanın ve insanın ana bir mekanizma tarafından kontrol altında bulundurulacağından ve hatta istenildiği gibi yönlendirilebileceğinden bahsediliyor.
(Siz bu söylemlerin ne kadarına – hangisine ilgi gösterdiniz? Hiç araştırıp soruşturduğunuz oldu mu?)
Bahsettiğim gibi, bu kavramlar benim için de çok yeni. Dolayısı ile geçmişi hikaye ettiğim şekilde devam edemeyeceğim sözlerime.
Yazılanların, çizilenlerin, söylenenlerin hangileri doğrudur, ne ölçüde gerçekleştirilebilir, bu işin sonu nereye varır ya da hangileri komplo teorilerinden ibarettir bilemiyorum.
Ama artık hep birlikte hikayenin – hikayemin – içindeyiz. Olacakları yaşayarak göreceğiz. Bu noktada; ‘Pendik’ten Haydarpaşa’ya giden bir trene binmiş gibiyiz’ benzetmesini yapabilir; ‘birkaç istasyonu geride bıraktık. Son istasyona varmamız da, eskisi kadar zaman almayacak’ diyebilirim.
Uzatmayayım ve iki şey daha söyleyip bitireyim: Kişisel olarak gündeme, gelişmelere, yakın geleceğe duyarsız davranmamız bir ölçüde tolere edilebilir.
‘İşimizle meşguldük. Geçim derdiyle cebelleşiyorduk. Film, dizi seyretmeyi ya da farklı uğraşlarla meşgul olmayı tercih ettik. Pardon’ gibi mazeretlerle kendimizi savunmamız da hoş karşılanabilir.
Ama ülkeyi yönetenlerin, kurumsal olarak devletin; bu şekilde tolere edilmesi, hoş karşılanması mümkün olamaz.
Bu yapıların, ülkenin bekası için; var olan, süregelen her türlü gelişmeyi yakından takip etmesi, içinde yer alması, etkin hamleler yaparak gidişatı yönlendiren roller üstlenmesi şarttır.
Son cümlede, “Şah mat olduktan sonra hamle yapılamaz” kuralını da hatırlatmak isterim.