SEBAHATTİN OKUMUŞ'UN YÜRÜYÜŞ FELSEFESİ 5
Sabahın İlk Işıklarıyla Başlayan Yolculuk: Pendikli Gezginin Felsefi Yürüyüşü
19 Temmuz sabahı, saat 5’i gösterirken Pendikli gezginimiz, çantasında yalnızca birkaç eşya ve zihninde keşfedilmeyi bekleyen düşüncelerle yola çıktı. İstikamet; Karadeniz’in sahilleri… Yolculuğun her durağında adım adım geçmişi, şimdiyi ve bilinmeyeni keşfeder gibi ilerledi. Kocaeli'nin Kanlıca ve Kefken kıyılarından başlayan bu yolculuk; Sakarya'nın Karasu, Kocaali, Karaburun ve Düzce'nin Akçakoca kıyılarına, Zonguldak'ın Karadeniz Ereğli’sine kadar uzandı. Her sahil, her kıyı, yalnızca fiziksel bir durak değil; adeta kendini yeniden tanıdığı, doğanın dilini dinlediği birer felsefi durak oldu.
Bu yolculuk boyunca, doğa ile kurduğu bağ öylesine derinleşti ki gezginimiz her adımında yeryüzünün fısıldadığı bilgileri duyduğunu ifade etti. Fakat ilk gün Babıali'nin kumları üzerinde üç buçuk saat yürüyerek geçirdiği uzun bir yürüyüşün ardından sırt ve omuzlarında yanıklar oluştu. Karadeniz'in serinliğine aldanarak yola çıkan gezgin, aşırı sıcakların etkisi ve yorgunluğun birleşimiyle kısa bir süre sonra gezisini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Ancak onun felsefi yaklaşımı burada da devreye girdi: “Her şeyde bir hayır vardır” diyordu gezgin. “Belki de bu yürüyüş kısa tutulması gereken bir yolculuktu. Hayat, bize her zaman olması gerektiği kadarını verir; fazlası yalnızca inatlaşmaya dönüşür.”
Pendikli gezginimiz, Bayburt'a olan yolculuğundan bu yana öğrendiklerini de ekliyordu: Şartların her zaman farklı olduğunu, insanın kendisiyle savaşmak yerine doğanın akışına uyum sağlaması gerektiğini. “Beş gün yürüdüm ama bu kısa yolculuk bana öyle çok şey öğretti ki… Böyle bir tatile can kurban. Turların kısıtlamalarına, zaman çizelgelerine bağlı kalmadan; her durağı kendi ritmimle, doğanın nabzıyla keşfetmenin tadı bir başka” diye düşünüyordu. Ona göre, her yolculuk bir meditasyondu; her adım, düşüncelerine kattığı bir yenilik, iç huzuruna eklediği bir anlamdı.
“Zonguldak’a vardım,” diyordu, “ve daha yürünecek çok yer var. Gençlik, yaşta değil ruhtadır; yolda olmaktır. Ayaklarım beni nereye götürürse götürsün, tabiat bana her defasında yeni bir bilgi, yeni bir bakış açısı sunuyor. Yürüyüş, insanın kendi içinde kaybolup yeniden doğduğu bir süreç; her adımda biraz daha arınıyor, doğaya kulak veriyorsunuz. Doğa, size belki de kimsenin söyleyemeyeceği bilgileri, ayaklarınızdaki kulaklara fısıldıyor.”
Yolun sonunda, içindeki gezginin büyüyüp serpildiğini hissediyordu. “Bu yolda yürümek, yalnızca bir beden hareketi değil; bir tür yeniden doğumdur. Doğanın ritmine uyum sağlamak, tabiatla kurduğunuz kopmaz bağ sayesinde yeniden doğmak… İsa gibi, babasız bir doğum bu. İnsan, doğanın kucağında kendisini baştan yaratabilir.”
Gezginimizin bu yürüyüş felsefesi, adımlarını takip eden her insana bir ders niteliğinde: “Ayaklarınızı konuşturun. Mesafe tanımaksızın yürüyün. Doğa sizi doğurmaya hazır; yeter ki siz de hazır olun.”
Pendikli gezginin yolu açık, adımları sağlam olsun. Doğanın felsefesiyle yoğrulan bu yolda yeni keşifler onu bekliyor.