Beşeri hayatı anlamlı hale getiren en önemli faktörlerden biri şüphesiz ki sevgidir. En genel manada bir tarif yapacak olursak; insan gönlünün hoşlandığı ve zevk aldığı şeye meyletmesine sevgi diyebiliriz. İnsanın davranışlarına yön vererek hayata tutunmasını sağlayan duygusal bağlar sevgi olarak kabul edilir. İlahi esmanın alemlere nazar etmesi ve tecelli etmesi sevgiye yüksek manalar katmaktadır. Sevginin ana mecrası, yüce Rabbimizin isim ve sıfatlarında temayüz etmektedir. Sevgi öylesine mübarek bir kavramdır ki; aile, toplum, camia, cemiyet, millet ve ümmet kavramlarının temelini oluşturur. Sevginin yoğunlaşmış haline ise aşk olarak bakabiliriz. Sevgi ve aşk ilahi nurun bir çeşit yansıması olarak kabul edilir. Sevgi ve aşk, dünyada üzerine en çok söz söylenen önemli kavramlardandır. Çünkü gönlün mutmain olması, ancak sevgi ve aşk sayesinde mümkün görülmektedir.
İnsanın tüm benliği ile Rabbine yönelmesi durumundaki sevgiyi Allah sevgisi olarak telakki etmeliyiz. Allah sevgisi
tüm sevgileri kuşatan ilahi mutlak sevgidir. İlahi aşkın yoluna revan olanlar sevgiyi en iyi bilenlerdir. Allah sevgisi, sınırsız bir hazine, sonu olmayan bir ummandır. Tüm mevcudatın Allah’a yöneliş halinde olması mutlak sevginin kısmi bir tezahürüdür. Sınırsız mutlak sevgiden muayyen seviyelerde tali sevgiler meydana gelir. İnsanın insanı sevmesi de ancak tali bir sevgidir ve günlük hayatın bir gereğidir. Sevgi ancak Allah için olduğunda makbuldür. Allah rızası eksenindeki tüm sevgiler aynı zamanda kainat nizamı ile ve fıtrat kanunları ile de hemhal sayılmaktadır.
Gerçek sevgi, mutlak surette Hak rızası temelinde olur. Gerçek sevgi, edep, haya, samimiyet, ilgi, beğeni, alaka, meşru istek ve arzular dahilinde vücut bulur. Gerçek sevgide, aidiyetlere bağlılık vardır, hüsnü kabul vardır, helal ve haram hassasiyetlere özen vardır, ahlak ve mahremiyetlere riayet etmek vardır. Gerçek sevgide bütün boyutları şefkat ve merhamet vardır. Sevgi Allah’ın insanlara verdiği büyük bir nimettir ve en güzel duygulardan biridir. Sevgi; sabır, paylaşmak, tahammül, samimiyet, aşk, sevda ve hoşgörü gibi güzellikleri ve iyilikleri içerisinde barındırır. Bu hali ile sevgi Allah’ın insanlara lütfettiği çok büyük bir emanettir.
“İman edip de salih amel işleyen ve iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır” (Meryem Suresi 96. Ayet)
Sevginin heves ve tutkulara dönüşmesi demek, tek kelime ile fıtrata aykırılık demektir. Büyük zafiyet demektir. Sevginin gereğinden fazla olması, aşırı olması, eksik olması, hayatın gerçekliklerine karşıt olması, sahte olması, gayri meşruluk içermesi, aidiyetlerden kopuk olması, edepsizliğe ve hayasızlığa bulaşması, efsuni karakter göstermesi, akıl ile zıtlaşması, menfaate dayalı olması, içerisinde hayvani dürtülerin bulunması ve tüm mistik saplantılara saplanması heves ve tutku olarak karşımıza çıkar. Heves ve tutku insanlığın erozyona uğramış halidir. Heves ve tutku söz konusu olduğunda kısa ve uzun vadeli olarak insan olmanın gerçek özellikleri ve meziyetleri büyük yara alır. Asalet, haysiyet, irade, ahlak, özgürlük gibi değerler sarsılır ve insan, insan olmaktan uzaklaşır. İnsan kimliği, heves ve tutkular sayesinde başka bir iklime meyleder. Heveslerin ve tutkuların olduğu yerde gözü karalık, kin, nefret, zulmet, şehvet, ihanet, bağımlılık, kölelik ve saplantı vardır. Heves ve tutkulara kapılan insanların kendine, muhatabına, en yakınlarına ve topluma bir faydası yoktur.
Sevginin tezahürü sonucu sırasına göre oluşan en kuvvetli gönül bağları; kul ile Allah arasındaki bağ, kul ile Allah’ın Resulü arasındaki bağ, anne ve baba ile çocukları arasındaki bağ, eşler ve aile bireyleri arasındaki bağ, arkadaşlar ve dostlar arasındaki bağ, insanlar ile alim, mürşit ve üstadlar arasındaki bağ ve insanların tüm aidiyetlerini kapsayan bağlar olarak telakki edebiliriz. Tabii ki burada önceliklerin sıralanmasının hayati bir önemi vardır. Sevgilerin tarumar olmasının en büyük nedenlerinden biri bu önceliklerin ve sıralamaların bozulmasıdır. Sevmede ana kural, tüm sevgilerin Allah rızası için olmasıdır. Sıralamayı ve sevginin gayesini heves ve tutkulara feda ettiğimizde aslında büyük bir felaketi de satın almış oluruz. Mesela bazı zatları Peygamberimizden (sav) fazla sevmek Hak rızasına aykırılık teşkil eder. Bilerek ya da bilmeyerek sevgi ölçülerine ve önceliklerine riayet etmeyenlerin akıbetlerinin hayırlı olamayacağı aşikar bir durumdur. Ne yazık ki bu meselenin günümüzde sayısız örneği vardır. Böyle bir olasılığın tüm toplumu nasıl felaketlere sürüklediğini bilmeyen yoktur.
“İnsanlar içinde Allah’tan başkasını eş ve ortak tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allaha olan sevgileri daha güçlüdür.” (Bakara Suresi 165. Ayet)
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe Suresi 24. Ayet)
“Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri de onların analarıdır.” (Ahzab Suresi 6. Ayet)
Rabbimiz emrettiği için ve alemlerin efendisi olduğu için Peygamber Efendimizi (sav) canımızdan çok sevmeliyiz. Allah sevgisinden ve onun Resulünün sevgisinden sonra geride kalanları ise tali sevgiler olarak kabul edebiliriz. Hayatın içerisinde elbette ki bunların hepsinin bir anlamı ve etkinliği vardır. Sıralama yapacak olursak, önce Rabbimizi, sonra Peygamberimizi, sonra anne babayı ve sonra da diğer sevmemiz gerekenleri sevmeliyiz. Sevmeyi de ancak Allah için yapmalıyız. Sevgi sıralamasında asla bir zafiyet, düzensizlik ve yanlışlık içerisinde olmamamız gerekmektedir. Tali sevgiler kapsamına baktığımızda, insanlar arasında beğeni, sevgi ve aşk etkileşimi söz konusudur. Özellikle gençler arasındaki veya kişilerdeki aşk oluşumlarını da geçici heves niteliğinde değerlendirebiliriz. Ya da biraz daha ileri düşünce olarak ilahi aşkın çok küçük kısmi bir safhası olarak da telakki edebiliriz. Geçici heves ve tutkular bir süre sonra mutlak gerçeklikle yüzleşebilir ve aslına rücu edebilir. Yani doğru yola geri döner. Lakin bu heves ve tutkular derinleşirse o zaman sapkınlık veya sapıklık söz konusu olur. Bu da sevginin zafiyete bürünmüş hali olur.
Bir insan; “Allah’ı aklı ve ruhu ile sever, Peygamberimizi kalbi ile sever, ebeveynini hürmet ve merhamet ile sever, eşini nefsi ile sever, çocuklarını şefkat ile sever” ve bu sıralama böyle devam eder gider. Bu anlayışın olmaması durumunda sevgide gözü karalık meydana gelir. Delicesine sevmek, muhatabına aşırı değer vermek, aşrı mana vermek, sevgide aşırılığa kaçmak, sevdiğine tapınma seviyesine ulaşmak ve sınırları zorlamak asla sağlıklı bir davranış değildir. Bu davranışlar sonunda hevesler, tutkular ve aşırı tutuculuğun öne çıkması söz konusu olur ve Kur’an, sünnet, akıl, beyin, kalb, irade, sezgi gibi emanetler de kullanılmamış olur. Yani asli fonksiyonlar işlerliğini kaybeder. Bu durumda insan kişiliğinde büyük bir savrulma söz konusu olur ve insanın tüm erdemleri eğrilerek yerle yeksan olur.
Tutkular ve hevesler söz konusu olduğunda tüm davranış şekilleri de başkalaşıma uğrar. Mesela moda kapsamında fazla süslenme, özenti, gösteriş, değişim, en yeni olma arzusu, üstünlük kurma ve beğenilme isteği aşırı şekilde öne çıkar. Sağlığımıza, kültürümüze ve dini hassasiyetlerimize rağmen yeni anlayışlar bazen insan davranışında baskın bir karakter gösterebilmektedir. Batıl hayat tarzı uygarlık ölçüsü sayılabilmektedir. Mahremiyetlerin yerle bir edildiği bir anlayış neşvünema bulabilmektedir. İlim yerine, üretim anlayışı yerine, teknoloji yerine kimliğimize ve karakterimize uymayan davranışları kopyalamayı ve uygulamayı çağdaş uygarlık olarak saymak en komik ve en trajik bir söylem olarak ortaya çıkabilmektedir. Bunlara benzer heves ve tutkular insanın tüm karakter yapısını bozar, tarumar eder. Özenti, yabancı bir kimliğe bürünmek, mahrem olmayan ve teşhire elverişli görüntü, gösteriş, müstehcenlik, bencillik, bağnazlık, ukalalık, iç ve dış temizliği temsil eden tesettüre riayet etmeme durumu, kendini beğenmişlik, gayri samimiyet, ahlak fukaralığı, bin bir çeşit israf ve daha nice ahval, heves ve tutkuların karanlık yüzünü ortaya koyar. Mutlak sevgiden uzaklaştığımızda vahametin boyutu zirvelere ulaşır.
“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır” ( Ali İmran Suresi 14. Ayet)
Denilebilir ki, paylaşmayı, birliği ve beraberliği sağlayan sevgiden daha güçlü olan bir şey yoktur. Huzurun en önemli argümanlarından biri olan sevgi bağları toplum yapısının çimentosu gibidir. Bir toplumda sevgi egemenliği varsa o toplum en mutlu ve en medeni toplum olarak kabul edilir. Hak eksenindeki gönül bağları tarifi imkansız güzelliklerle doludur. Bu harikulade bağlar, çiçeklerle özdeş gibidir, sarmaşık sarmal bağları gibidir, çiçeklerin tutam bağları gibidir. Bu bağlar, meyvesi bol dallara, salgım bağlarına, üzüm bağlarına benzer.
Şüphesiz ki, insanlık tarihinin ve yeryüzünün en kuvvetli bağları, sevgi bağlarıdır. Bu bağlar sayesinde nice gönül köprüleri inşa edilmektedir. Allah için ve O’nun rızası için, katıksız, saf ve temiz olarak, karşılıksız olarak, şefkat ile, samimiyet ile ve muhabbet ile aşırılığa bulaşmadan orta bir yol takip ederek heveslerin ve tutkuların kölesi olmaksızın yol yürüdüğümüzde sevgiye ulaşmış olacağız. Umulur ki insanlar, kor ateşlerde pişer, ilahi aşkın yoluna revan olur ve aşık maşukuna kavuşmuş olur…
Ali Dama