İnsan ömrü dediğiniz ne ki?
Erken vedaları hesaba katmazsak, şunun şurasında ortalama 80 – 85 yıl.
Üstelik uykuda geçen zamanlar, iş – güç, hastalıklar, yaşlılık vs derken; onun içinden de kısacık zamanlar kalıyor insana.
Türk toplumu olarak bu kısacık zamanları, epeycedir keyifle, bandıra bandıra yaşadığımız da söylenemez.
Bunu siyaseten ifade etmiyorum.
Cümleyi kurmamı tetikleyen şey, daha çok edebiyat!
Çünkü edebiyat; toplumun yaşadıklarını aslı ile açığa vuran bir alan ve edebiyatın yansıttığı şeyin de ta kendisi toplumdur.
Örneğin, coğrafyasında tarih boyunca büyük acılar yaşanmış Afrikalı bir şairin, şiirlerinde; zevkten sefadan, paradan puldan bahsetmesi beklenemez.
Nitekim onlar daha çok ‘özgürlük’ üzerine yazılmışlardır.
Bu bağlamda değerlendirildiğinde; şu sıralar Filistinli bir şairin kuracağı dizelerde neler olabileceğini; ya da Arakanlı, Suriyeli, Libyalı, Iraklı, Afganistanlı şairlerin, şiirlerinde çiçekten, böcekten veya yarin dudaklarından söz etmeyeceklerini tahmin etmek zor değildir.
Dolayısıyla; Türkiye’deki 90 – 95 yıllık tabloya – dededen toruna – yani kendi yaşamımızı da içine alan döneme; dönemin şairlerinin dizelerinden bakacak olursak; hissettiğimiz, fark ettiğimiz şeyler, tam da biz oluruz – ya da bizim olur.
Çırılçıplak kendimizi, yaşadıklarımızı görürüz!
Gurbet, hasret, yokluk, yoksulluk, umut, aşk acısı, amir, memur ve daha ne varsa…
Gelin birkaç örneğe göz atalım:
İlk örnek, Orhan Veli’nin ‘Kitabe-i Seng-i Mezar’ şiirinden
“Mesele falan değildi öyle / To be or not to be kendisi için / Bir akşam uyudu / Uyanmayıverdi / Aldılar, götürdüler / Yıkandı / Namazı kılındı, gömüldü / Duysalar öldüğünü alacaklılar / Haklarını helal ederler elbet / Alacağına gelince / Alacağı yoktu zaten rahmetlinin…’’
Abdurrahim Karakoç‘İsyanlı Sükut’ şiiri ile sitemkardır bir döneme.
“Gitmişti makama arz-ı hal için / ‘Bey’ dedi yutkundu eğdi başını / Öyle bir azar yedi ki oldu o biçim / ‘Şey’ dedi yutkundu eğdi başını / Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı / Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı / Bir baktı konağa alttan yukarı / ‘Vay’ dedi yutkundu eğdi başını’’
Ahmet Muhip Dranas ‘Fahriye Abla’sında bakın nasıl tasvir eder yaşadığımız mahalleyi.
“ Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar / Kapanırdı daha gün batmadan kapılar / Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden / Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen! / Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen / Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla / Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!”
Turgut Uyar ise ‘Söyle Küçük Saadetini’ şiiri ile söyler söyleyeceğini
“Söyle saadetini, çekinme / Bir ekmek, bir kadın, birkaç çocuk / Tatlı gerinmelerin peşi sıra sabahleyin / Evinle işin arasında bir tatlı yolculuk / Cigara içerekten alacakaranlıkta / Kapını çalmışsın / Alın terin, göz nurun, el emeğin, karın / Turfanda portakal görüp çarşıda / Tadımlık birkaç tane almışsın / Alırsın kardeşim, almalısın / Dünyadan o kadar az ki, istediğimiz / Senin, benim, hepimizin, çocuklarımızın / İki olmamalı bir dediğimiz”
Hasan Hüseyin Korkmazgil ‘Bir Örnek İnsan Portresi’ ile derin imalarda bulunur.
“Demek hiç aç kalmadın sen öyle mi / Açıkta kalmadın ha? / Kirinden gömleğinin / Dirseğinin yamasından / Eziklik duymadın ha? / Bravo be”
Nazım Hikmet ‘Bu Memleket Bizim’ şiirinde, o günlerde de var olan sıkıntılı durumu özetlerken adeta bu günlere gönderme yapar.
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine / Bu hasret bizim”
Günümüz şairlerinden Yazıcı’nın ‘Sipariş’ adlı şiiri de, henüz çok şeyin değişmemiş olduğunu fısıldar.
Şurdan biraz mutluluk ver / Yağsız tarafından olsun / İçine biraz para koy / Ev koy, araba koy / Bir sevgili koy gönlümüz dolsun / Güneşi, denizi, çiçeği, yeşili bol koy /Manzaramız süper olsun / Arada olumlu kelimeler servis et / Ortaya duble bir muhabbet / Üstüne bolca kahkaha / Kenarına sağlık mağlık / Yanına bir kadeh de huzur koy / Şarkılar, türküler, eğlencelerle süsle etrafını / Yaşama güzellik katan daha ne varsa getir bulunsun / Hiç unutulmasın / Tadı damağımızda anlatacağımız anılar koy / Son cümlemiz yürekten
‘Eline sağlık’ olsun”
Ne düşünüyorsunuz bilemiyorum ama; bir şiir, bir şiir daha derken yazının sonu geldi işte.
İyisi mi başa dönelim. ‘’Dönemin şairlerinin dizelerine bakacak olursak; hissettiğimiz, fark ettiğimiz şeyler, tam da biz oluruz – ya da bizim olur. Her türlü siyaseten yorumun dışında; çırılçıplak kendimizi, yaşadıklarımızı görürüz’’ demiştik.
Gelin, son siparişimizi Cahit Sıtkı Tarancı ile verelim:
“Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun / Olursa bir şikayet, ölümden olsun’’
Olur mu?