Adalet dünya üzerindeki bütün devlet ve toplumların temel taşlarındandır. Bu nedenle önemi büyüktür ki sistemi oluşturulamazsa toplum dağılır, devlet kargaşadan soyunamaz. Kelime, “dengeleme, adil olma, hak gözetme” anlamlarına gelir. Köklü bir tarihe sahiptir bu bağlamda sosyoloji, din ve felsefenin de ilgi alanı olmuştur. Temeli insan olan her konu dünya üzerinde büyük önem taşır. Felsefi olarak adalet, kesin tanımı yapılması mutlak olmayan ve kişiden kişiye değişebilen bir kavramdır. Bu bağlamda Platon, Devlet kitabında adaleti “mutluluk” olarak adlandırır ve sadece “adil insanların mutlu ve adil olmayanların mutsuz” olduğunu ileri sürer. Mutluluk gibi adaletin de belli bir ölçüsü/sistemi dünya üzerinde kurulması güç duygu ve durumlardır. Aristoteles’e göre: “Adalet duygusunun temelinde sevgi yatar; sevdiğimiz kişilerin haklarını elde etmesini isteriz.” Görüldüğü üzere adalet kavramının birçok kavramla bağlantısı vardır. Mutluluk, sevgi, eşitlik, hak, hürriyet gibi. Sadece birey adaletinin sağlanması değil, toplum adaletinin sağlanması mühimdir. M. Merleau-Ponty: “İnsan tek başına adaletli olamaz, tek başına adaletli olduğu zaman adaletli olmaktan çıkar.” der. Epikuros ise: “Doğaya uygun adalet karşılıklı olarak insanların birbirlerine zarar vermelerine engel olmaya yöneltilmiş karşılıklı bir yarar sözleşmesidir.” der. Böylece adalet kavramının bireysel bağlamda anlamını tamamlanamadığı, sosyal bir yapıya ihtiyaç duyulduğu görülür. İnsan hiç koşulsuz yalın kalabilen bir varlık değildir. Dine göre ise “Her şeyi layık olduğu yere koymak, doğu hüküm vermek, adaletin zıttı zulüm ve haksızlık olarak adlandırılır.” Adaletsizlik; huzursuzluk, kısıtlanma, toplum içinde sorunlar yaratmasının ve eşitsizliğin eşiğidir. Din tarihi boyunca ve Kur’an’da ehemmiyetle bahsedilen bir konu olmuştur. “Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan ve adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kin ve nefretiniz sizi asla onlara karşı adaletsizliğe sevk etmesin.” (Maide Suresi, 8. ayet)
Nasıl ki adalet kavramını tanımlamak güçse sosyal adalet kavramını da tanımlamak aynı ölçüde zordur. Çünkü sosyal adalet kavramı yine insan ve toplumun mihenk taşıdır. Konu bağlamında çağdaş tanımı yapan Lea Ann Bell, “kaynakların eşit dağıtıldığı ve bütün üyeleri bedensel, ruhsal ve sosyal açıdan güvende olan bir toplumun adil olacağını” belirtir. Genel olarak da sosyal adalet, “toplumun değişik kesimlerinde hayat standartı, gelir düzeyi vb. birtakım ölçülerin fırsat eşitliği çerçevesinde dikkate alınmasıyla sosyal alanda sağlanan denge durumu” olarak tanımlanabilir. Sosyal adalet toplumdan topluma, aileden aileye, kişiden kişiye değişse de devletler toplumda eşitliği ve adaleti sağlamak için sosyal hizmetler ve politikalar düzenler. Burada amaç refah seviyesini ekonomik, sosyal ve kültürel açısından yükseltmek/eşit hale getirmektir. Sosyal adaleti sağlamak için şehir hayatlarıyla toplum düzeni sağlamak refah kalitesi artırmak gerekir. Günden güne gelişen kürselcilik toplum seviyesini tümüyle eşit kılmaya da sebep olmuştur. Dağada her bölgenin eşit koşullarda yaşam kalitesine sahip olması gerçekleştirilebilir bir durum mudur? Toplumu bir araya getiren yargılar ve yaşam şartlarına bakıldığında kurulması güç bir sistemdir. Ancak böyle sağlanabilir huzur, sevgi ve mutluluk.