İLTİCA/MÜLTECİ AKINLARI’NA OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN BAKIŞI -1-
Kendi topraklarından çıkıp başka topraklara sığınmak zorunda kalan insanlara mülteci denir.
“Osmanlının hoşgörü kimliğinin oluşmasında ve bu kimliğin çağlar boyu iz bırakmasında devletin mültecilere gösterdiği ilgi, onlara verdiği insani hizmet önemlidir.
Osmanlı, tarih boyunca hem doğudan hem batıdan gelen binlerce mülteciye kapılarını severek açmıştır. Timur’un önünden kaçan Cezayirli Ahmed ve Karakoyunlu Kara Yusuf’un (1402) Osmanlı’ya sığınması, Timur’un bu kişileri Yıldırım Bayezid’den istemesi ve bu kişilerin geri verilmemesi sadece birkaç örnekten biridir.
Osmanlı’ya sığınanlar sadece aynı dinden olan insanlar değildir. Avrupa’dan da Osmanlıya sığınan pek çok kişi vardır. Bize sığınan bu mülteciler genellikle Macaristan, İsveç, Polonya kimliklidirler. Bunlar arasında devlet başkanı, üst rütbeli subaylar bile bulunmaktadır.
Kossuth Rus ve Avusturya ordularınca mücadeleleri bastırılınca, çaresiz binlerce Polonyalı Macar vatandaşla birlikte Osmanlı Devletine sığınır. Sultan Abdülmecit ve Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın dostluk güvencesiyle karşılanırlar. Ki Rusya’nın ve Avusturya’nın mültecilerin geri verilmesine dair ağır baskılarına, hatta çıkabilecek bir savaşa rağmen padişah tarihe geçecek bir deklarasyon yayınlar. “Tacımı veririm, tahtımı veririm fakat devletime sığınanları asla vermem” diyen padişahın yanında da Macar ve Polonyalıların verilmesine şiddetle karşı çıkan Mustafa Reşit Paşa vardır.
Osmanlı döneminde bu topraklara birçok ülkeden toplu ve bireysel sığınmalar yaşanmıştır. Bunda Osmanlı’nın tarihî misyonu, stratejik konumu, sığınma konusuna özel bir yer atfeden İslam Hukuku’nun gücü ve siyasi nedenlerin etkisi vardır. Kuşkusuz, Poltava Savaşı’nda Ruslara yenilerek kaçıp Osmanlı’ya sığınan İsveç Kralı 12. Karl olayı, ilginç bir sığınma vakası örneğidir. Yine, yukarıda anıldığı gibi İspanya’dan kaçan Museviler, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan kaçan Macar mülteciler, 1859-1922 yılları arasında Kafkaslar ve Kırım’dan kaçan ve sayıları dört milyonu bulan Çerkes ve Tatar mülteciler de kitlesel mülteci akınlarına örnek olarak sayılabilir. 1920 yılında özellikle Bolşevik İhtilali’nden sonra Rusya’dan kaçan 65.000 kadar Rus’la, değişik bölgelerden kaçan Rum ve Ermeniler ile birlikte İstanbul’a sığınan toplam nüfusun 100.000 kadar olduğu tahmin edilmektedir. Osmanlı Devleti’nin toprak kayıplarının başlaması ile Anadolu’ya yönelik nüfus hareketleri artmıştır.” (Kaynak int.)
İltica/mülteci meselesine İslam dininin ve Türklerin tarih boyunca bakışının; insani olduğu bunu yaparken hiçbir din, mezhep ve ırk ayrımı yapmaksızın zorda kalan insanlara yardım ettiği tarihi bir gerçeklik olmakla birlikte Türk kültürünün, İslam ahlakının bir sonucudur. İnsan olmanın gereği de bu olsa gerek.
Bu tarihi gerçeklikten hareketle diğer dünya toplumlarının iltica/mülteci konularına nasıl şaşı baktıklarını, siyasi, ekonomik gerekçeler öne sürerek insani yaklaşımlarını nasıl ötelediklerini, mülteci kabullerinde pervasızca hayvan pazarından hayvan alır gibi insana yaklaşım sergilediklerini görürüz. Yakın geçmişten bir örnek vermek gerekirse, François Maurice Adrien Marie Mitterrand (Fransa Cumhurbaşkanı) eşi Danielle Mitterrand’ın Kürt ilticacı kabulünde ki bu sayı 100-200 kişidir kulak burun boğaz muayenesi yanında diş muayenesi yapılmak suretiyle ilticaları kabul edilmiştir.
devam edecek