İLTİCA/MÜLTECİ AKINLARI’NA TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN BAKIŞI -3-
Kendi topraklarından çıkıp başka topraklara sığınmak zorunda kalan insanlara mülteci denir.
“Cumhuriyetin kurulması ile 1923 Lozan Antlaşması’na bağlı olarak Türkiye ile Yunanistan arasında “nüfus mübadelesi” kabul edilmiş ve bu çerçevede 384.000 kişi Türkiye’ye yerleşmiştir. Benzer bir antlaşma da Bulgaristan ile “gönüllü değişim” olarak yinelenmiştir. Bu dönemde özellikle Balkanlar ve Kafkaslardan Türkiye’ye gelen nüfus hareketi “soydaşların göçü” olarak nitelenmiş olsa bile, esasen hepsi iltica sorununun birer öznesidir. 1933-1945 yılları arasında Nazizm’in Almanya’da yükselişi ile çoğu üniversite hocası, bilim adamı ve sanatçıdan oluşan 800 kadar Musevi Türkiye’ye sığınmış ve ülkemize başta üniversitelerde olmak üzere eğitim, mimari ve sanat alanlarında ciddi katkılar sunmuşlardır.
Bundan sonraki dönemde göze çarpan nüfus hareketliliği, 1980 Askerî Darbesi’nden hemen sonra 100.000 kadar siyasi muhalifin Türkiye’den genelde Avrupa ülkelerine iltica etmesiyle olmuştur. Bunu Türkiye’deki mevcut Kürt sorununa bağlı olarak özellikle 90’lı yıllarda artan Kürt nüfusun Avrupa ülkelerindeki (kısmen Irak’a da söz konusu) sığınma arayışı izlemiştir. İran’da yaşanan “İslam Devrimi” sonrasında pek çok rejim muhalifi Türkiye üzerinden Avrupa’da sığınma arayan bir başka grup olmuştur. 1988 yılında 51.000 Iraklı, 1989’da 345.000 Türk kökenli Bulgaristan vatandaşı, 1992 yılında 25.000 Bosnalı ve 1999’da 10.000 kadar Kosovalının Türkiye’ye gelişi, önemli kitlesel sığınma vakalarıdır. Ancak mevzuatı gerektirdiği hâlde Türkiye, Balkanlardan gelen bu “soydaşlara” (1951 Sözleşmesi’nin gerektirdiği hakları da peşi sıra vermesi gerektiğinden) sözleşme gereği mülteci statüsü vermemiş, bu kişileri hiçbir hukuki arka planı olmayan “misafir” statüsü ile barındırmıştır.” (Kaynak int.)
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 26 Temmuz 2015 tarihli verilerine göre 4.015.256 Suriyeli mülteci konumundadır. Bunlardan 1.805.255’i Türkiye’de, 1.172.753’ü Lübnan’da, 629.128’i Ürdün’de, 251.690’ı Irak’ta, 132.375’i Mısır’da ve az sayıda da diğer ülkelerde yaşamlarını sürdürmektedirler.
Türkiye’ye Suriyeli sığınmacı akını ilk olarak Nisan 2011 tarihinde başlamıştır. Türkiye, bu tarihten itibaren Suriyelilere yönelik “açık kapı politikası” uygulayacağını ilan ederek 100.000 kişinin kritik eşik olduğunu dile getirmiş, ancak Suriye’den gelen göç dalgası beklentinin ötesinde gerçekleşmiştir. 2019 yılı itibari; Suriye’de 2011 yılı Mart ayında başlayan meşru hak talepleri Esed
rejimince kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışıldığından, barışçıl protestolara silahlı ve ölümcül müdahaleler yapıldığından, Suriye’de bir iç savaşın başlamasına sebep olmuştur. Kısacası; Suriye rejim güçlerinden kaçan yaklaşık 400.000 bini Suriyeli Kürt olmak üzere toplam 4.500.000 kişinin Türkiye’ye sığınmıştır. Türkiye bu sığınmacılara; AFAD barınma merkezlerinde, market, ısınma, güvenlik, ibadet, altyapı, haberleşme, itfaiye, tercümanlık, psiko-sosyal destek ve bankacılık hizmetleri de verilmekte olup, misafirlerin çamaşırhane, bulaşıkhane ve duş ihtiyaçları da karşılanmaktadır. Barınma merkezlerinde insani ihtiyaçların dışında Suriyeli misafirlerin sosyal ihtiyaçlarına yönelik eğitim ve mesleki kurs faaliyetleri de yürütülmektedir. Dinlenme merkezleri, çocuk ve oyun parkları, televizyon odaları ve internet hizmetleriyle Suriyeli misafirlerin boş zamanlarını değerlendirmeleri sağlanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, Suriyeli sığınmacılara sunduğu yüksek standartlar bakımından; BM başta olmak üzere uluslararası camiada öncü ve model bir ülke konumuna ulaşmıştır
Günümüz Türkiye’sinin iltica/mülteci meselelerine tıpkı Osmanlı torunu olma ruhu ile yaklaşım sergilediği insani yaklaşımlarının dün gibi taze ve geleceğe taşımasını bildiğini son yıllarda yaşanan iltica/mülteci hareketlerinden anlıyoruz. Bu durum; bir takım marjinal çevreler, elit entelektüeller, uşak kalemler, paranın esir aldığı kişiliksizleri rahatsız ediyor olması; izlenen yolun doğru, iradenin güçlü, maneviyatın pekişmiş, kale gibi sağlam bir kültürün olmasının gereğidir.