SÜRREALİST

İlkokuldayken resim yapardım..





Sulu boya..Pastel boya…

Boya alacak param yoksa, karakalem çalışırdım..

Kara kalemin mürekkebi bitince, kırmızıkalem çalışırdım…

O resimleri hala saklıyorum…

Güzel oldukları veya bende anısı oldukları için değil,çok kötü oldukları için,kimse görmesin diye saklıyorum…

Atmaya da kıyamadım…

Atsam da farketmezdi..

Yapmışım bir kere..

Hatalar silinince yok olmuyorlar.

O yapılmışlık,kalıyor insanın içinde…

Hep insan figürleri çizerdim..

Annemin,babamın,arkadaşlarımın,öğretmenimin..Mahallemizden bana ilginç gelen tiplerin…

Ama bitürlü beceremezdim.

Oranları tutturamazdım..

Ya kafaları büyük olurdu,vücutları küçük..Ya da vücutları büyük olurdu,kafaları küçük…

Bir kolu uzun,bir kolu kısa veya kalın..Kulakların,gözlerin biri küçük,biri büyük…

Çok kızardım kendime beceremediğim için…

İçimde resme dair çok derin bir yetenek olduğunu hissediyordum ama o yeteneği birtürlü çıkaramıyordum.

Belki de fazla derindeydi…

Kendi içime inip o yeteneği çıkarmaya da korkuyordum.Çünkü,inerken ayağım kayabilir,kendi içime düşüp kaybolabilirdim..

Ne insanlar görüyordum çevremde.Telkinlere kapılıp,birşeyler bulacaklarına inanarak kendi içlerine yolculuk yapan..

Bülent abi diye biri vardı komşumuzun oğlu..

Otuz yaşında falandı..

Bunalıma girdi,kendi içine yolculuk yapmaya karar verdi..

Hiç unutmuyorum,bi pazartesi sabahıydı..

Komşular falan hepimiz Bülent abilerin evinin önünde toplandık..

Bülent,annesinin babasının elini öptü,kardeşlerini sevdi,sabah erkenden kendi içine doğru yola çıktı..

Annesi babası arkasından ağladılar,tez zamanda dönsün diye arkasından su döktüler..

Biz de komşuları olarak ordaydık,”Allah kavuştursun” falan dedik..

Ama Bülent’in kendi içine yolculuğu beklenenden uzun sürdü.Nasıl bir iç varsa maşşallah,git git bitmedi..

Ailesi baktı ki olacak gibi değil,doktora götürdüler..Doktor, bunun peşinden gitti,uzun aramalardan sonra Bülent’i içinin bi köşesinde perişan bi halde buldu da geri getirdi…

“Haritasını bilmediğin denizlere açılmayacaksın” derler..

Ha içine,ha dışına,yolculuğun temel dürtüsü gitmektir.

Öyledir insan…

Bazan herkesi,herşeyi geride bırakıp çekip gitmek ister..

Gerçekte sana ait olmayan ne varsa geride bırakıp,yanına sadece kendini alarak,kimsenin seni bulamayacağı kadar uzaklara gitmek istersin..

Böylece,başkalarının hayatından çıkıp,kendi hayatına girersin..

Bir sene..Bir ay..Olmadı bir hafta bile iyi gelir,seni kemire kemire azaltan “dostlarından”,rutinlerden,klişelerden uzaklaşmak..

Canının çektiği gibi..İçinden geldiği gibi..

Kendinden başka kimseye hesap vermeden,sadece kendin olarak yaşayabileceğin bir uzaklara gitme,başkalarından kaçma değil,başkalarına göre yaşayan senden uzaklaşmadır…

Gittin mi,gittiğin yerde artık sen olmazsın,ben olursun..

Gideceksin bir gece bir otobüs yazıhanesine…

Bilet isteyeceksin..

“Nereye?” diye soracaklar..

“Kimsenin nereye diye sormadığı bir yere!..” diyeceksin…

Neresi olursa…

Özgür olduğun her yer,memleketindir…

Mesela şeye gidebilirsin…

Hani bir köy vardı ya uzakta?…

Gitmesen de,görmesen de,senin olan köy?…

İşte oraya gidebilirsin…

Onlar da zaten merak ediyorlardır “Niye hiç gelmiyor bu?..Bizi sevmiyor mu yoksa?..”diye..

O köye git…

Bir süre köylü ol…

Sabahları Horoz sesiyle erkenden kalk,akşamları Tavuklar gibi erkenden yat…

Fındık topla..Mısır ek..Traktör kullan…

Toprağa bas,ağacı elle…

Uzan,dalından taş gibi,kocaman,sulu bir armut kopar,kazağına sil,haşırt diye kocaman ısır,ağzın meyve görsün…

Deriiin derin nefes al,ciğerlerini huzurla doldur,bitsin o içindeki panik,o kahrolası telaş…….

Gitmek budur!..

Yolculuk budur!…

İçine yolculuk ne demek?..

Ne işin var içinde?..

İçinde ne var?..

Senin koymadığın hiçbir şey yok içinde….

Hiç inanmam öyle şeylere….

İlkokulda resim yapmaktaki amacımın adı,en ön sırada,cam kenarında oturan Müdürün kızı “Arzu”ydu…

Sınıfın en güzel kızı Arzu’yu tavlayabilecek hiçbir çekici özelliğim yoktu…

8-9 yaşında,çilli,saçlarını bitürü istediği tarafa yatıramayan,karbonhidratla çalışan bir küçük emrah’tım..

Zekam da henüz kendisinin zeka olduğunun farkında değildi..

Zekanın olmadığı yerde,kurnazlık devreye girer..

Ben de mecburen,tabiat ananın bana yüklediği bu uygulamayı indirmekten başka çare bulamadım..

Resim beni,resimi sevdiğini bildiğim Arzu’ya kestirme yoldan ulaştıracak kurnazlığımdı…

Allahtan tabiat anamız var…

Onun bize yüklediği kurnazlık gibi tali yetenekler sayesinde hayatta kalabiliyoruz,birtakım dümenlerden başarıyla sıyrılıyoruz.Yoksa sadece kendi anamıza kalsaydık,yanmıştık..

Zaten fakirin kız tavlayabilmek için sanattan başka çaresi yoktur…

Her yüz sanatçıdan seksensekizinin başlangıçtaki amacı budur..

Öbür onikisinin sanat camiasında ne işi var,ben de bilmiyorum..

Sevgiliye giden her yol mübahtır…

Şu meşhur “Sanat sanat için midir,halk için midir” tartışmaları,dikkatleri “Sanat,para ve manita içindir”gerçeğinden uzaklaştırmak içindir…

“Sen bu konuda ne diyon?” diye Tabiat ana’ya sorduğumda da tabiat annem de aynı şeyi söyledi :

— “Kadının da,erkeğin de eylemlerinin bir tek amacı vardır,güçlü olmak ve karşı cinsi etkilemek…”

— Yani hiçbişey gerçek değil,herşey yalan diyorsun??

— Yalan tabi..Eğer gerçek olsaydı,ölüm olmazdı…

— Sen var ya?…Tabiat ana?..Çok adisin biliyo musun?..Biz de sanıyoruz ki…

— Yok anam,hiç kendinizi kandırmayın..Siz,bana aitsiniz!..Bana çalışıyorsunuz!..Ben ne istersem onu yapacaksınız!..

Resimden önce müziği denemek istedim..

Bir Flüt bir de eski bir Piyano vardı okulda…

Çello mello nerdeee?

70’lerden sözediyorum…

Flüt’ü,denemeden reddettim…

Hem üfle?..Hem parmakla?…

Notalar,motalar?..

Nefes-parmak-göz-kulak-beyin koordinasyonu??..

Yemedi…..

O baya bi sigortası,özlük hakları falan olması gereken bi iş…

Piyanoya ise,baktım,baktım….

Biriki yanına gidip geldim…

Hatta bigün “Bi gideyim,oturayım bakayım başına,ne olacak?” dedim,piyanoyu koydukları depodan bozma odaya gittim,baktım,piyanonun başında başka sınıftan biri var,”Kısmet değilmiş demek ki” deyip,piyanodan da vazgeçtim…

Öbür komşumuz keserci Salih amca’nın,Ahmet diye, üniversitede okuyan bi oğlu vardı..

Beni de severdi…

Ona gittim,müziği beceremediğimi,kendime yakın bulmadığımı falan söyledim..

Bana “Bunun için kendini suçlama.Demek ki sende müzik kulağı yok..Her insanda olmaz.Bu senin suçun değil” dedi..

“Sende müzik kulağı yok ama belki resim gözü vardır…

Bir de istersen resim yapmayı dene” dedi.

Onun itelemesi,cam kenarında oturan Arzu’nun çekelemesi ile resme yöneldim..

Ama Ahmet abi’nin “Sende müzik kulağı yok.Her insanda olmayabilir.Bu senin suçun değil” sözleri benim şiar’ım oldu..

Sonunda resimi de beceremeyince,bende resim gözü olmadığından resim yapamadığımı,bunun da benim suçum olmadığını düşünerek kendimi rahatlattım..

Bu benim başka konularda da işime yaradı..

Mesela korkak biri olduğum için kendimi suçlamadım.Çünkü bende yürek yoktu.

Her insanda olmaz ve bu onun suçu değildir..

Mesela çok cimriysen kendini suçlamamalısın.Bunun sebebi sende cömertliğin olmamasıdır.

Her insanda olmaz ve bu senin suçun değildir..

Mesela,hırsızsan,çalıp çırpıyorsan bu da senin suçun değildir.Demek ki sende ahlak yokmuş ki,çalıyorsun..Olsa,niye çalasın…..

Tam,beceremeyip,resimden de,Arzu’dan da vazgeçmek üzereyken, “Sürrealizm” yetişti imdadıma…

Deneyip de beceremediğim resimlerimi götürüp Ahmet abi’ye gösterdim..

“Ahmet abi,yapamıyorum,çizdiğim resimler hiç gerçeği gibi olmuyor” dedim..

Ahmet abi,çizdiğim,kaşı- gözü,ağzı-burnu,kolu-bacağı yamuk yumuk,birbiriyle orantısız insan resimlerime baktı baktı,

— S..tiret gerçeği.. Gerçeküstü’nden yürü… dedi..

Ne demek istediğini anlamadım,bana anlattı..

Resimden,resmin türlerinden,beni yönlendirmeye çalıştığı gerçeküstü resimden falan bahsetti..

“Senin resimlerin sürrealist..Yani gerçeküstü..Çok başarılı sayılmazlar,hatta hiç başarılı sayılmazlar ama gerçeği çizeceğim diye sıkma kendini,içinden geldiği gibi çiz,bu hayatta herşeyin karşılığı vardır..Başarısızlığın seni başarıya götürebilir…” dedi..

“Zaten Sürrealizm,gerçekle başa çıkamayanların memleketidir..” dedi..

Sonra da sürrealist resimlerden örnekler gösterdi..

Baktım…Sanki tıpkı benim yaptığım resimlerin aynısı…

Ama haksızlık etmeyeyim..

Büyük ustaların gerçeküstü resimlerini görünce,benim resimlerimin pek de gerçeküstü olmadıklarını,gerçekten kopuk olduğu için de,olsa olsa gerçekaltı resimler olduklarına karar verdim..

Çünkü adamlar yaşamışlar,etmişler,gerçeği yalayıp yutmuşlar,gerçeği bitirdikten sonra bi üst kata,gerçek üstüne çıkmışlar..

Ben ise bırak gerçeği bitirmeyi,henüz başlamamıştım bile..

Benimkisi,arkadan dolaşmak,kestirmeden gitmekti…

Ahmet abi’nin gazıyla,yine başladım kaldığım yerden yamuk yumuk,orantısız insan resimleri çizmeye..

Ama bu sefer kötü çizdim,iyi çizdim,takmıyordum kafama..

Hatta ne kadar kötü çizersem,o kadar sürrealist oluyordu resimlerim..

Yani bence…

Her bence doğru olmayabilir…

Önce resmi yapıyordum,sonra resime bir anlam yüklüyordum,o anlama uygun bir de isim koyuyordum,oluyordu sana benim beceriksiz resimlerim,Sürrealist..

Bir kadın resmi yaptım..

Nü….

Evsahibimizin,benden çok büyük,evlenmemiş,çok utangaç olduğum için,beni utançtan kızartıp eğlenmek için,beni her gördüğünde bana “Sevgilim!.” diyen kızı Gönül ablayı çizmek geldi içimden…

Önce bi çıplak çizeyim de,kıyafetleri sonra üzerine çizerim,dedim..

Ama utandığım için Gönül abla’nın memelerini çizemedim..

Resmi memesiz yaptım..

Sonra da mevsim yazdı,resim terlemesin diye,üzerine kıyafet çizmedim,öyle bıraktım..

“Kadının memeleri niye yok?.” diye soranlara da,

— Oğlum,bu bildiğin resimlerden değil..Sürrealist resim bu..Gerçeküstü..Kadının memelerini bilerek çizmedim..

Zaten resmin adı “Memesiz Kadın..”

— Peki anlamı ne?

— Anlamı şu : “Bazı insanlar memesizdir..Yani süt vermezler…Verimsizdirler..Bencildirler…Sadece kendilerini düşünürler.Başkalarına faydaları dokunmasındansa,memesiz olmayı tercih ederler..

Bu resimde o anlatılıyor..

— Hımmmmm…Güzel o zaman…

— Sağol…..

Beceriksizliğimden bir kolunu kısa,bir kolunu uzun çizdiğim bir insan resmini öğretmenime gösterdim,”Hiç beğenmedim” dedi..

— Ama Örtmenim,bu bildiğiniz resimlerden değil,sürrealist resim bu….deyince,

— Öyle mi?.Ver o zaman bi daha bakayım…dedi..

“Adamın bir kolu uzun,bir kolu kısa olmuş.Bunun anlamı ne?..”

 — Şimdi Örtmenim…İnsan hayatta istediği herşeye uzanamayabilir..

Bazan uzanırıııız…Bazan kolumuz kısa kalır,uzanamayız..

Bunu anlatabilmek için adamın bir kolu ötekine göre kısa oldu..Yani öyle yaptım…

— Anladım….Güzel vurgulamışsın…

Adamın bir gözü büyük,bir gözü küçük..O niye?

— Şimdi Örtmenim…Onun da anlamı şu : Bizler bazı şeyleri olduğu gibi kabul ederken,bazı şeyleri gözümüzde büyütürüz..Resimde bu anlatılıyor..

— Hımmmmm?..Güzeeel…..

İşte o “Hımmmmmm?..” var ya?…

İşte o hım sesidir sanatçının bütün yorgunluğunu alıp götüren,verdiği emeğe,harcadığı zamana değdiğini düşündüren….

Tabi sanatçı aykırı da olmalı..

Bir sanatçı ne kadar aykırırsa o kadar iyi sanatçıdır..

Zamanında yazılarımı gösterip değerlendirmelerini istediğim usta gördüğüm insanlar bana bazan “Finali biyere bağlamamışsın..Yazı havada kalmış..”derlerdi..Bu da benim çok fena canımı sıkardı..

Kurallardan sıkılmış,özgür olmak için yazarlığı seçmişim,finaldi,imlaydı,bilmemneydi,kurallarla hiç uğraşamam..

Finali havada kalmışmış..

Finalin havada kalması seni niye rahatsız ediyor?..Finallerle veya havayla bir problemin mi var?..

Belki ben havada kalmasını istiyorum???

Yazı benim değil mi?..Finali ister havada bırakırım,ister götürür Caminin önüne bırakırım,kimse karışamaz…

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.