Sebahattin Okumuş: Tamlık ve Eksiklik Üzerine Felsefi Bir Yaklaşım
İnsan varlığı, tarih boyunca eksiklik ve tamlık kavramları arasında bir denge arayışı içinde olmuştur. Ancak bu kavramların ne denli doğru bir zemine oturduğu, varoluşun kendisiyle çelişen bir yanılsama olabilir mi? Sabahattin Okumuş, bu sorunsalı derin bir bakış açısıyla ele alarak, eksiklik ve fazlalık algısının birer insan zaafı olduğunu vurgular. Ona göre, bir kolun ya da bir bacağın olmaması eksiklik olarak nitelendiriliyorsa, bu algı yalnızca bireyin sonradan öğrendiği bir düşünce biçimidir; doğanın ve yaratılışın asli bir gerçeği değildir.
Okumuş’un düşüncesine göre, insanın varlığına sebep olan güç, onu sevmiş ve noksan olarak görülen haliyle tam kabul etmişse, insanın bundan daha büyük bir dolgunluk arayışı içinde olması yersizdir. Asıl tamlık, varoluşu olduğu gibi kabul etmek ve şükran duygusuyla yaşamaktır. Şükrün edası, yalnızca dilde gevelemekle değil, yaşamın her anını şükür bilinciyle idame ettirmekle mümkündür.
Eksiklik, Tamlık ve Fazlalık: Bir Yanılsama mı?
Sebahattin Okumuş’a göre eksiklik, tamlık ve fazlalık gibi kavramlar, insanın sonradan öğrendiği ve içselleştirdiği birer zaafiyettir. Bu kavramları doğadan bağımsız bir şekilde değerlendirdiğimizde, birey kendi varoluşunu eksik ya da fazla görme yanılgısına düşer. Ancak bu bir illüzyondur; çünkü hiçbir insan, kendi varlığı üzerinde nihai karar verici değildir. Varlığımıza sebep olan güç, bizi bu haliyle sevmiş ve tam olarak kabul etmişse, bu gerçekliğin dışına çıkmak yalnızca insan zihninin bir sapmasıdır.
Farkındalığın Yitimi ve Şükrün Önemi
Okumuş, insanın eksiklik ve tamlık üzerine duyduğu pişmanlıkların, farkındalığın yitimiyle ilişkili olduğunu ifade eder. Ona göre, şükrün edasını hakkıyla yapabilen birey, tam anlamıyla insan olmanın şerefine ulaşır. Bu, varoluşun flamasını en önde taşımakla eşdeğerdir. Böyle bir insan, ölümsüzlüğe erişmiş bir şehit gibi, hem kendi hem de başkaları için anlamlı bir yaşamın öncüsü olur.
Sonuç
Sebahattin Okumuş’un bu felsefi yaklaşımı, insanın kendine yönelik algısını yeniden değerlendirmesini önerir. Eksiklik ve fazlalık, varoluşun bir parçası değil, insan aklının öğrenilmiş bir yanılsamasıdır. Tamlık ise varlığı olduğu gibi kabul etmekte ve şükürle nefes alıp vermekte saklıdır. İnsan, ancak bu bilince eriştiğinde, yaşamının gerçek anlamını kavrayabilir ve varoluşun en saf haline ulaşabilir. Bu bakış açısı, modern insanın kendisiyle ve çevresiyle kurduğu ilişkiyi derin bir sorgulamaya davet eder.