Osmanlı Devletinin iç düşman cephesini oluşturan gayrı milli gruplar emellerine ulaşmıştı. Osmanlının parçalanması sonrası Kurtuluş Savaşı veren milletimiz yeni bir döneme merhaba dedi. Lakin iç düşman cephesi, dış düşman cephesi ile bu yeni süreçte de iş başına geçmişti ve oyunlarına devam ediyordu. Milletin elinden sahip olunan her şeyi alacaklardı. Milyon kilometrekarelik topraklar zaten kaybedilmişti. Şimdi sıra her şeyi “a” dan “z” ye kadar değiştirmek ve sözde çağdaş uygarlık seviyesini yakalamaktı. 1923 de gayrı ciddi bir ekibin Lozan Antlaşmasını hezimete çevirmesinden sonra 1926 da Medeni Kanun İsviçre’den ithal edildi ve halkın kimliğine uymayan yabancı bir hukuk hançer gibi milletin bağrına saplandı. Oysa birçok milleti bünyesinde barındıran Osmanlı devleti tüm gayrimüslim tebaayı kendi iç hukukunda bile serbest bırakmıştı. Türk dili, Ermeni dilbilimci Hagop Martayan’a teslim edilmişti. Bu zat ölene kadar Türk Dil Kurumunun genel sekreteri olarak görev yaptı. 1925 de şapka Kanunu çıkartılarak sözde modernliğe ilk adım atılmıştı. Borçlar Kanunu İsviçre’den, Ceza Kanunu İtalya’dan, İdare Hukuku Fransa’dan, Ticaret Kanunu Almanya’dan ithal edildi. Toplumun ahlak ve manevi yapısını dizayn etmek üzere Fransa’dan laiklik ithal edildi. Harf İnkılabı yapılarak geçmişle ilgili tüm bağlar koparıldı. Alimler, camiler, ezanlar ve maneviyat da bu çağdaşlıktan nasibini fazlası ile almış bulunuyordu. İçki, balo, dans, yabancı müzikler ve modern kıyafetler eşliğinde medeniyetin bütün kapıları açılıvermişti. Artık Türk toplumu aydınlığı ve çağdaş uygarlığı yakalamış sayılıyordu. Osmanlıyı yıkan gayrı milli Tanzimat zihniyeti Kurtuluş Savaşı veren kahramanlarımıza ve yeni devlet kuran liderlerimize rağmen her alanda etkinliğini sürdürüyordu.
1927 yılında 200 bin Yahudi ve 800 bin Ermeni’ye Türkçe isim ve soy isim verildi. Yani gerçek kimlikleri gizlenerek Türk kimliği verildi. Bunlar, çok sinsi bir proje dahilinde Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar yerleştirilmiş oldu. Bu kripto kimlikler devletin en kritik ve en üst makamlarına yerleşti. Bunlar hiçbir zaman yokluk çekmedi. Her şeyin sahibi onlar oldu. Tahakküm edenler onlardı. Orduda, siyasette, yargıda, sağlık sektöründe, eğitimde, sermayede hep onlar etkin oldu. Onlar kendilerini devletin sahibi olarak görüyordu. Hala da öyle… Lawrens karakterli nice sözde din adamı onların içerisinden çıktı. Din tahripçileri her yeri istila etti. Neticede hiçbir şeyin tesadüf olmadığı gün yüzüne çıktı.
Aradan koskoca bir asır geçti. Batılıların her şeyi kopyalandı, alındı ve icra edildi, topluma enjekte edildi ama batının sanayisi, ticareti, teknolojisi hiç dikkate alınmadı. Bunlar hiç önemli değildi. Sanayi devriminden bir gram bile nasiplenme meydana gelmedi. Anadolu insanı satın almasını, borçlanmasını öğrenmeliydi. Üretime ne gerek vardı. Batılılar her zaman yardıma hazırdı çünkü… Çağdaş, laikçi, medeni ve uygar olanlar; demokrasi, özgürlük, hürriyet ve bağımsızlık edebiyatını dillerinden hiç eksik etmedi. Mandacılığı, bu kelimelerin arkasına gizlemeyi ihmal etmediler. Lakin tüm dünya ilimde, teknolojide, sanayide, ticarette hızla yol alırken onlar da bu duruma büst ve heykel yapmakla karşılık verdi. İş o kadar ileri boyutlara vardı ki büstlerin sayısını hesaplamak üzere bu zihniyeti temsil eden bir belediyemiz ihale bile açmış bulunuyordu. Millet Ay’a çıkarken onlar çocukların başörtüsü ile uğraşmayı uygun gördü. Cahiliye dönemi Arapların yaptığından fazlasını Anadolu’nun kız çocuklarına reva gördüler, kadınlarımızı aşağıladılar. Örtüsüne laf söylediler. Eğitimde ayrımcılık yaptılar. Bütün bu azgınlıkların, yobazlıkların ve gericiliklerin nedeni sözde çağdaş uygarlığı yakalama gayretiymiş meğer…
Tanzimatçı vesayetçi güruh ne zaman ülkemizde iyi bir şey yapılsa hemen devreye girdi. Mesela, petrol bulma araştırmalarında açılan kuyularda iyi sonuçlar ortaya çıkınca petrol ve gaz sondaj kuyularına anında beton döktüler. İlk arabamızı (Devrim) türlü türlü oyunlarla saf dışı ettiler. Milletimiz uçak üreterek (NU-D-38) uçak sanayini kısa zamanda kurmaya başlamıştı ki bu karanlık zihniyet hemen devreye girdi ve buna da takozu koymuştu. Uçağa ne gerek vardı. Dünyada eşi benzeri olmayan faizcilik ve faiz oranları ile tam bir sömürü düzeni kurulmuştu. Para ile mutluluk gelecekti ve para lazım olunca faizli borç paralar her daim hazır ediliyordu. Yani çalışmaya üretmeye gerek yoktu. Çünkü başka türlü çağdaş uygarlığı yakalamak imkansızdı. Özenti, taklit, kopya, montaj neyimize yetmezdi. Batılın yaşam biçimine hayranlık varken üretim de neyin nesiydi… Zaten ilericiliğin önündeki en büyük engel sayılan irticanın hortlaması söz konusu olduğunda keskin laiklik kılıcı her an görev başındaydı. İşte içler acısı çağdaş uygarlık hikayemiz ne yazık ki böyle devam etti gitti…
2006 yılına geldiğimizde umulmadık müthiş bir devrim ile karşı karşıya kaldık. Yüksek medeniyet sahibi ilericiler, çağdaş uygarlık yolunda bilim ve teknoloji alanında da bir şeyler yapmaları gerekiyordu. 28 Şubat zihniyetinin kasvetli, kibirli ve kudretli paşaları, yargıçlar ve meşhur gazeteciler asrın icadını yapmıştı. Gazetelerde tam sayfa boy boy ilanlar. Erke Dönergeci sayesinde az bir başlangıç enerjisi ile sonsuz bir enerji üretilecekti. Ne gurur verici, onur verici bir masaldı o. Olmayan bir şeyle sınırsız enerji üretmek ne büyük bir başarıydı. Yani enerji kaynağı olmadan fıtrat kanunlarına ve fizik kurallarına aykırı bir şekilde enerji sorunu kökünden çözülecekti. Bilim tarihi, böyle bir keşfi hiçbir zaman yazamamıştı. Sonrasında bilimciler ve fizikçiler de ateş olmayan yerden duman çıkar mı diye itiraz etmeye başladı. Fen ve teknoloji, hiçbir zaman böylesine dramatik bir filme tanık olmamıştı…
Birinci Dünya Savaşından yüz yıl sonra her şey değişmeye başladı. Bazı uluslar akıllıca ön almaya ve yarışı önde yürütmek için kendilerine yeni format uygulamaya başladı. Kadim Türk Devlet aklı da mandacı ve vesayetçi bir zihniyetle yeni bir asra giremeyeceğimizi nihayet anlamış oldu. Bağımsızlığımızı etkileyen tüm konulara neşter vuruldu. Maziye uygun bağımsız dış politikaya dönüldü. Yerli üretime karar kılındı. Ülkemiz savunma modundan çıkarak taarruz moduna geçti. Terörü kaynağında kurutmaya başladı. Küresel dengelerde söz sahibi oldu. Mavi vatan deyince batılılar çaresiz kalmaya başladı. Haçlı seferlerinde Haçlıları kovalayan yüce milletimize Hak Taala yardım etti. Ayasofya açıldı. Taksim camii yapıldı. Başörtüsü zulmü kaldırıldı. Eğitimde fırsat eşitliği sağlandı. Milletimizin özgüveni geri geldi. Diriliş ruhu yeniden canlandı. Moral değerler yeniden ihya oldu. Elbette ki böyle bir durumda düşmanlarımızın sayısı arttı. Düşman okları üzerimize daha yoğun gelmeye başladı. Her konuda…
Yeni milli iklim her alanda kendini göstermeye başladı. Milletimiz teknoloji üretmeye başladı. Başta ASELSAN, BAYKAR, TAİ, TÜBİTAK, ROKETSAN, HAVELSAN, THY gibi kurumlarımız destanlar yazmaya başladı. Uzay ajansı kuruldu ve uzay teknolojileri yarışında bizde yarışa katıldık. Havada, karada ve denizde yeni modern silahları üretmeye başladık. Özgün piyade tüfeği, lazer teknolojisi, akıllı mühimmatlar, insansız deniz, kara araçları ve hava araçlarında dünya artık bizi takip etmeye başladı. Savaş sanayisinde ve teknolojisinde çok yol alındı ve dışa bağımlılık azaldı. Yenilenebilir temiz enerji için start veridi. Benzinli ve mazotlu karbon teknolojileri yerine karbon salınımı yapmayan temiz enerjili elektrik teknolojilerine yatırımlar yapılmaya başlandı. Nükleer teknoloji alanındaki eksikler kapatıldı. Nükleer enerji alanında yoğun çalışmalara girildi. Eskiden üstün zekalı uçak mühendislerimiz boş gezerken şimdi on binlercesi istihdam edilmektedir. Yazılım ve yapay zeka alanlarında da müthiş işler yapılmaya başlandı. Daha niceleri…
Anadolu aslanı yiğit bir mühendis tüm engelleri aşıp yüksek teknoloji üreterek sembol bir isim oldu. Milyonlarca gencin idolü ve modeli oldu. Herkes onu çok sevdi. Hem masada ve hem sahada çalıştı. Savaşların seyrini değiştirdi. Türk savaş aklı ile teknolojiyi birleştirdi ve her şey bir başka şekle dönüştü. Dengeler değişti. Üstünlük el değiştirdi. Korunaklı demir kubbeler çökmeye başladı. Koca koca donanımlı gemiler kaçmaya başladı. Savaş konseptleri değişti. Sürü SİHA, TİHA ve DİHA gibi araçlarla yeni bir savaş kavramı gelişti. Düşman için öngörülemeyen savaş taktikleri konuşulmaya başlandı. Tanklar, uçaklar ve gemiler yeni teknolojilere karşı etkinliğini kaybetmeye başladı. Son yeni nesil savaş uçakları bile çöp olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Neticede yapay zekalı elektronik bir orduya doğru gidişat başladı. Tüm bunlar gerçek bir devrimin ayak sesleridir. Teknoloji devrimcilerinin hayalleri bir bir gerçeklere dönüşüyor. Yeni nesil, yeni ufuklara odaklandı. Gerçek devrimcilere selam olsun…
Ali Dama