TEREDDÜT ( Hikaye)

TEREDDÜT

Önce kirpikleri uyandı. Sanki üzerine tavandan bir damla su damlamışcasına kıpırdadı kirpikleri. Sonra yavaşça gözlerini araladı. Her sabahki anlam bulmaya çalışan bakışlarla izledi odasını. Yataktan çıkıp çıkmamakla ilgili gelip giden duygularına dur demeli ve yataktan çıkmalıydı.

Her sabah böyle oluyordu. Dağınık zihnini toparlayamıyor, akşamdan kalma gibi baş ve sırt ağrıları içinde kıvranarak uyanıyordu. Bacaklarını ileri kollarını yana açarak iyice gerdi bedenini. Bu şekilde kalırsa bedenindeki ağrılar yok olurdu belki. Ama dakikalarca kalma fikri zamanla yarıştığı için canını sıktı. İsteksiz atladı yataktan. Yatağı yerden bir hayli yüksekti. Ufak tefek, çelimsiz olduğu için yüksek geliyor da olabilirdi. Yerde duran terliklerini giymek istedi. Ters dönmüş oldukları için vazgeçti giymekten. Çıplak ayakla yürüdü banyoya. Duşa mı girse yoksa yüzüne Soğuk su mu çarpsa daha çabuk ayılırdı? Zihni bir türlü netleşmiyordu. Yüzüne soğuk su çarptı. İki üç beş…

Pijamalarını attı üzerinden. Dolabın karşısına geçti. Siyah mı gri mi giymeliydi? Dolabın önünde bir iki dakika durduktan sonra kahverengiyi seçti. Hem bu sabahın yağmurlu havasına hem içindeki kasvete uyar diye düşündü. Saçlarına baktı aynada. Gözleri aynadaki yüzü tanımıyor gibi bakıyordu. Göz kırptı. Aynadaki yabancı da göz kırptı. Gülümsedi. İsteksiz bir tebessümdü bu. Aynadaki de ona gülümsedi. Yok, yine de tanıyamadı bu yabancıyı. Son yıllarda birbirleriyle pek ilgilenmiyorlardı. Bedenini görmek bile istemiyordu. O kadar zayıflamıştı ki gören her tanıdığı ” Hasta mısın?” diye soruyordu.

Derin bir iç çekti. Gömleğini giysisinin içine koyup koymamayı düşündü. İkisinden de vazgeçerek, kazak giydi. Mutfağa yöneldi sonra. Filtre kahve hazırlayacakken Türk kahvesine karar verdi. Daha az zaman alacaktı zira. Kahve fincanı elinde masaya geçti. Oturmayıp ayakta iki- üç yudumda içti kahvesini. Sıcak kahve boğazını yakarak indi midesine. Acaba soğuk su içse geçer miydi boğazının acısı? İçmeden çıktı mutfaktan. Dış kapıya yöneldi, dış giysisini aldı askıdan. Tam kapıyı açarken portmantodaki aynaya takıldı gözü. Bu yabancıya kaşlarını çatarak baktı bu kez. Aynadaki de kaşlarını çatarak baktı yüzüne.

” Üff… Ne sıkıcı bir gün!” diye geçirdi içinden. Sanki diğer günlerden bir farkı varmışcasına. Siyah ayakkabısına uzandı. Kıyafetinin yanına tuttu. Hayır, kahve ve siyah uyumsuz görünüyordu. Taba ayakkabasını giydi.

Evden çıktığında baktı saatine. Şimdiden bir hayli gecikmişti gideceği yere. Taksi mi çağırsaydı? Trafik varsa ne fark ederdi ki? Durağa doğru yürüdü. Dolmuş yoktu görünürlerde. Biraz sonra rüzgar saçlarını dağıtmaya başladı. Eliyle düzeltti saçlarını. Ama rüzgar uslu durmuyordu, tekrar dağıttı saçlarını. Dokunmadı bu defa, bırak dağınık kalsındı.

Dolmuşu beklerken iç sesine eşlik eden rüzgarı düşündü. Nereden geliyordu, nereye giderdi? Tanrı’nın parmağı mı vardı bu işte? Yoksa bir hava dalgasının bu kadar şey yapabilmesi aklın alacağı bir şey miydi?

Dolmuşun gelmesiyle sıyrıldı düşüncelerinden. Hayatı ne kadar da aynıydı! Her sabah, her öğlen, her akşam…İşin tuhafı da bu aynılıktan kurtulmak içinden gelmiyordu. Gelse de bu his çok kısa sürüyor, yeniliklerden kolayca vazgeçiyordu. Bunun nedeni üzerine de düşünmemişti.

Bundan sonra düşünmeli miydi acaba?
Selver Kılıç

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.