SON BİRKAÇ yıldır, kaleme aldığım yazılarda da, röportajlarda da ısrarla Türkiye ekonomisinin kötü yönetildiğini, her gün sıkıntının katlanarak büyümekte olduğunu yazıp duruyorum. Kimsenin kriz lafını aklından geçirmediği zamanlarda bile yaklaşan derin bir krizden bahseden yazılar kaleme almıştım.
Birçok okuyucum bu yazıların muhalefet olma kaygısı taşıdığını düşünse de, zaman maalesef beni haklı çıkardı. Sıcak parayla, rantla, inşaat ve hizmet sektörüyle ve kamu kaynaklarının bu alana pervasızca aktarılmasıyla yaratılan sahte ekonomik haraketlilik, üretime dayanmadığı ve sürdürülebilir olmadığı için ekonomik çöküntüyü ortaya çıkardı. Yükselen cari açık, sürekli artan dış borç, hazine garantili ve ciddi oranda kamunun aleyhine yapılmış Yap-İşlet-Devret sözleşmelerinin getirdiği ağır yük, zaten adaletsiz dağıtılan GSMH’nın düşmesine, işsizliğin artmasına ve döviz dalgalanmalarıyla birlikte enflasyonun yükselmesine neden oldu.
Saray iktidarı her ne kadar sürekli istatistik kurumu başkanlarını değiştirerek enflasyonu düşük göstermeye çalışsa bile, çarşıda pazarda bunu fazlasıyla hissetmek mümkün. Son iki yılda paramız en az yarı yarıya değer kaybetti. Bu aynı oranda alım gücünün de düşmesi anlamına geliyor. Enflasyonun düşük gösterilmesi en çok ücretlilerin ve emeklilerin geçim şartlarını zorlaştırıyor. Kırmızı ete hasret olan dar gelirliler artık beyaz et bile alamayacak duruma geldiler.
Uzun zamandır kötü yönetilen ekonominin üstüne bir de bu pandemi meselesi ortaya çıktı. Zaten can çekişen ekonomimiz pandemiden sonra iyice nefes alamayacak duruma geldi. İşsizlik tavan yaptı. Neredeyse her 3 kişiden biri işsiz. (TUİK’e göre işsizlik oranı yüzde 13 ama İLO’ya göre (Uluslararası Çalışma Örgütü) yüzde 28.8. ) Üstelik işsizlerin büyük bölümünü genç işsizler oluşturuyor. Genç işsizler arasında en az bir üniversite bitirenler yarıdan fazla.
İktidar pandemi sürecini de maalesef çok kötü yönetti. Şeffaflık sağlanmadı, vatandaşa doğru bilgiler aktarılmadı. Aşı temini konusunda hem başarısız oldu. Hem de arkasında bir türlü akçeli sorular bıraktı. Vatandaşa kısıtlamalarda dişe dokunur bir ekonomik destek sağlanamadı. İşçileri günlük 39 liraya mahkûm ederken, işverene dükkânı açma ama vergiyi, SGK’yı, krediyi öde dendi. Esnaf bunca derdin arasında bir yandan da vergi incelemeleri ile iyice bunaltıldı.
İktidar partisinin ‘lebaleb’ yaptığı kongrelerden sonra zirve yapan pandemi için bu kez 17 günlük bir kısıtlama daha getirdiler. İçişleri bakanlığının genelgesi ise tam bir fiyasko. İmalat yapan fabrikaya çalış diyor ama ona malzeme tedarik eden hırdavatçıyı kapatıyor. İnşaat işleri çalışacak diyor ama nalburu kapatıyor. Üstelik muafiyet kapsamında olan işçiler için de işverenler için de hangi belgenin geçerli olacağı konusunda tam bir kargaşa hâkim. Ne denetim yapan memur ne soracağını biliyor ne de işveren hangi belgeyi sunacağını…
Bu kadar basiretsiz bir iktidarın karşısında halka umut olacak bir muhalefet ise maalesef yok. 2002’deki ekonomik krize karşı büyüyen öfkeyi örgütlemeyi başarıp iktidara gelen AKP’nin, yarattığı bu büyük yıkıma duyulan öfkeyi örgütleyecek bir anlayışı kimse ortaya koyamıyor. AKP seçmeni olan her üç gençten biri bile fırsatım olsa ülkeyi terk ederim diyor. (Metropol-Şubat 2021)
Bir yanda muhalefete düşmekten korkan ve bunun için yalnızca algıyı yönetmeye çalışan bir iktidar, diğer yanda iktidar olmaktan korkan bir muhalefet. Ve bunların arasında sıkışıp kalmış bir ülke.
Dikkat beyler…Öfke de umutsuzluk da büyüyor.