Yeni Bir Yıl…

Yeni bir yaş demek…

Yaşımı merak edenlere şunu söyleyebilirim.:

Bu sizi hiç ilgilendirmez..

Bir yaşlı için yaşı çok hassas bir konudur..Yaşlı,yirmidört saatinin onsekiz saatini yaşlandığını düşünmekle geçirir..

Her tanıştığınız yaşlıya durduk yere zırt diye “Amca kaç yaşındasın?.” diye sorup, zaten bunalımda olan adamı depresyona sokmayın…

Bir ihtiyara yaşını sorduğunuz zaman,sadece yaşını sormakla kalmıyorsunuz..

O ihtiyar size yaşını söyledikten,siz gittikten sonra,google’da “ilgili aramalar” vardır ya, hafıza ilgili aramaları tıklıyor,

Hayatında ne kadar hata yaptıysa, hatırlamak istemediği ne kadar pişmanlığı varsa,

Boşa geçen yılları,hüsranlı sevdaları,kaçırdığı fırsatları,canını yakacak ne varsa hepsini tek tek hafızadan çıkarıp gözünün önüne “görsel görsel” seriyor..

Bu kadar insafsız olmayın..

Bu dünya etme bulma dünyası..

Bana sormazlar deme, bugün sen sorarsın,yaşlandığında başka bir genç gelir,şak diye yaşını sorar,tak diye üzülür kalırsın…

Neyse…

Doğum günümde neler olduğunu,neler yaşandığını,neler hissettiğimi,dünyaya geldiğimde beni kimlerin karşıladığını,karşılamaya gelmeyenleri,hakkımda neler konuştuklarını,neler düşündüklerini bilmeyi çok isterdim..

Annemi ilk gördüğümde onunla ilgili neler hissettim?..

Babamla ilgili ilk izlenimim neydi?..

Benden daha önce dünyaya gelen kardeşlerim beni aralarına kabul edecekler miydi?.Sevgi pastasından ben de pay alabilecek miydim?..
Doğumun evde yapıldığını söylemişlerdi.Doğumumu,muhtemelen,mahalleden bir ebe gerçekleştirdi.

Ebemi hep merak etmişimdir..

Kimdi,nasıl bir insandı,ona zorluk çıkardım mı,doğmamak için direndim mi,bilmiyorum.

Ona teşekkür edemedim.Onu daha sonra da hiç görmedim.

Oysa ebemi görmeyi çok isterdim…

Çocukken hiç doğum günü kutlamadım.. Doğum günlerinin kutlandığını bile bilmiyordum.

Fakir evimizde otururken,annem taşlarını ayıkladığı kırmızı mercimek tepsisinden başını kaldırır,”Sen bugün doğdun” derdi,

Ben de ders çalıştığım yemek masasından,gözümü defterimden ayırmadan “Öyle mi?” diye cevap verirdim,

O sırada ablam sobayı karıştırırdı,ağabeyim mandalina yerdi,

Babam boylu boyunca uzandığı çekyatta okuduğu gazeteden dışarı bakardı,

Radyodaki sizin istekleriniz programında Rana Alagöz’ün “Herşey bitmiştir artık” şarkısı
çalardı…

Diğer günlerden farkı yoktu yani..

Sonra birgün ilkokulda,sınıfta bu konunun konuşulduğunu duydum.

Sınıftaki bir çocuk,

Yanlış hatırlamıyorsam,752 Sedat..

En ön sırada,Öğretmenin kürsüsünün tam karşısında otururdu.Babası Kabzımaldı.

Öğretmen birgün sınıfta neden icabettiyse,herkese tek tek babalarımızın ne iş yaptıklarını sormuştu,Sedat ayağa kalkıp,çenesini yukarı kaldırarak “Benim babam Kabzımal” demişti..

Öğretmen dışında sınıftaki hiç kimse kabzımalın ne olduğunu anlamamıştık ama söyleyişinden,gurur duyulacak çok önemli bir meslek olduğunu tahmin etmiştik..

İşte o Sedat’a annesi cumartesi günü evinde doğum günü partisi düzenleyecekti,Sedat da sınıftaki sevdiği arkadaşlarını partisine davet ediyordu…

Yanlış hatırlamıyorsam,İbrahimi,Salimi,Ercanı,Korayı,Erdeni bi de Mustafayı,kızlardan da Semrayı,Tülini,Perihanı,Ayşeyi bi de Arzuyu çağırdı…Beni çağırmadı…Zaten çağırsa da gitmiycektim ki….

Eve gidince anneme, “Anne,doğum günü partisi diye bişey varmış,niye bana söylemiyorsunuz?.” diye çıkıştım,annem,”Nerde varmış?” diye sordu..

“Varmış işte..Bizim sınıftaki Sedat’a annesi doğum günü partisi düzenliyor..Ben de doğum günü partisi istiyorum..”

Annem,”Git başımdan” diye beni tersledi.

Onbeş gün boyunca annemin başının etini yedim,ağladım,zırladım,çıplak ayakla mutfağın taş zeminine basıp kendimi hasta etmekle tehdit ettim,sonunda benim için bir doğum günü partisi düzenlemeye razı ettim.

“Tamam tamam,çükün düşmesin,düzenleyelim bir parti.” dedi..

“Çükün düşmesin” lafını ilk kez o gün duydum..

Birisi birşeyi çok isterse,o şey olmazsa,çükü düşermiş..

Bunu öğrendikten sonra,anneme çok kızdım.

“Anne,böyle bir gerçek var ve siz bana bunu söylemiyorsunuz.Benim doğum günü partisini ne kadar çok istediğimi biliyorsun.Onbeş gün kabul ettiremedim sana,ya o arada çüküm düşseydi?…”

Çüküm o gece rüyama girdi.”Niye annene daha önce kabul ettirmedin?Senin yüzünden az daha düşüyordum.” diyerek beni azarladı..

O günden sonra,istediğim olmaz da çüküm düşer korkusuyla mecbur kalmadıkça kimseden birşey isteyemedim..

Önemli olanın,kimseye muhtaç olmadan kendi yağınla kavrulmak,onurlu olmak,dik durmak ve çükü yere düşürmemek olduğunu öğrendim..

Çükün,erkek ülkesinin bayrağı olduğunu,o bayrak dalgalandıkça erkeğin mutlu,gururlu ve huzurlu olduğunu öğrendim..

Çüksel değerlerle yönetilen erkek egemen toplumların eninde sonunda çükmeye..pardon..çökmeye mahkum olduklarını gördüm…

Gücün ve cesaretin sembolü haline getirilen çüke sahip olmamanın,çüksüzlük demek olmadığını,çükün insanın içinde olması gerektiğini anladım…

Doğum günümü iple çektim,dokuzuncu yaş günümde bizim evde benim için doğum günü kutlaması yaptık.

Yaş pasta yerine annem komşunun fırınını ödünç aldı,kek yaptı.

Mum yerine de,elektrikler kesilirse diye evde bulunan bakkal mumlarından birini küçük küçük dokuz parçaya kesti,iplerin uçlarını çıkardı yaktı.

ilkokulda okuduğum sınıftan kimse gelmedi,mahallede yaşadığımız sınıftan bakkalın,marangozun,demircinin çocuklarını davet ettim geldiler..

Kız davet etmeye utandım.Zaten davet edecek kız yoktu,fazladan bir de ona utandım…

Doğum günleri daha çok çocuklukta ve gençlikte kutlanır ama bence asıl kutlanmaya değer yaşlar,daha ileriki yaşlardır..

Doğum günü iyi ki doğduğun için kutlanmamalı,geride kalan yıllardaki başarıların ve yaptığın iyi şeyler için kutlanmalı,önündeki senede daha iyisini yapmak hedeflenmeli…

Çocukken,oniki yaşında doğum günü kutlamanın ne anlamı var?.

Ne yaptın ki oniki senede,neyi kutluyorsun?.Zaten onun ilk beş altı senesini hatırlamıyorsun bile..

Genç yaşlarda kutlamanın da bir manası yok.Gençlik,hata demektir.Hatalarla geçen yirmi iki seneyi mi kutlayacaksın?.

Asıl kutlanması gereken yaşlar,elliden sonrasıdır..Elliler,altmışlar,yetmişler,seksenler,belki doksanlar,bir ihtimal yüzler…

Nasıl ki bazı sanatçılar sanatta otuzuncu,kırkıncı,ellinci sanat yıllarını kutluyorlarsa,senin için de o ilerlemiş yaşlar “Ellinci hayat yılıdır..” “Altmışıncı,yetmişinci,sekseninci hayat yılıdır..”

Hayat sanattan daha mı kolay ki onun kadar anlamlı kutlamayasın?..

Sen de kendini elli yaşına,altmış yaşına,yetmiş,seksen yaşına getirmişsin..

Her sabah ailen için sabahın köründe yollara düşüp,işe gitmişsin.

Sevmişsin,sevilmişsin,ağlamışsın,gülmüşsün..

Her Allahın günü kocana,çocuklarına yemek yapmışsın,evi temizlemişsin,çamaşırlarını,bulaşıklarını yıkamışsın..

Komşularınla iyi geçinmişsin,dostlarını,arkadaşlarını ihmal etmemişsin..

Düşmüşsün,kalkmışsın,ezilmişsin,pes etmemişsin..Umudunu yitirmemişsin,hayattan kopmamışsın..

Bunlar,kutlanmaya,ödüllendirmeye değmez mi?..

Ben de bundan sonra sanat yıllarını kutlayan sanatçılar gibi yapacağım doğum günlerimde..

Doğum günümden bir hafta önce bir davetiye bastıracağım,beni tanıyanlara,göndereceğim.

Davetiyelerin üzerinde de “Falancanın,filanca hayat yılı münasebetiyle düzenlenen törende sizleri de aramızda görmek istiyoruz…” yazacak.

Bir salon tutacağım,gelenlere sinevizyon eşliğinde yaşanmış yıllarımdan kesitler sunacağım…

Sizi de beklerim efendim.Girişler ücretsizdir..

(Ücreti çıkarken alıyoruz…)

Yücel Ziko’nun Tüm Yazılarını Okumak için Tıklayınız

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.