Hayat, inişlerden, çıkışlardan ve yokuşlardan ibarettir. İnsanlar bazen hayata sevinç ve huzur içerisinde bağlanabilir. Bazen hem birey olarak ve hem toplum olarak acziyetlere bürünebilir, çaresizlikler yaşayabilir, umutsuz bir iklim içerisine girebilir. İnsan, bazen sabit ivmeli olağan hayatını yaşar. Bazen de mutlu ve mutmain olarak çok yüksek bir moral ve motivasyonla geleceğe doğru bir istikamet çizebilir. Hayatın gerçeklerinde potansiyel olarak her hal ve durum, insan için ve toplumlar için ihtimal dahilindedir. Zaman tünelindeki hayatın hakikatinde insan, iyi ya da kötü yönde olan her hal ve ahvalde kulluk serüvenini yaşar ve imtihana tabi tutulur. Asıl olan en muteber davranış şekli, her zaman ümitvar olarak kulluk bilinci içerisinde hayata sıkı bir şekilde tutunmaktır. Çünkü hayatın bizatihi kendisi çok büyük bir nimet olarak temayüz eder. Hak ekseninde sabrederek ve azmederek kendini disipline edenler ve ümitvar bir eda ile mücadele edenler daima başarılı olur ve en nihayetinde sonuca ulaşır, iki cihanları mamur olur.
“Ey iman edenler! Sizi hayat verecek şeylere çağırdıklarında Allah ve Resulünün çağrısına uyun ve şüphesiz bilin ki, Allah kişi ile kalbinin arasına girer. Unutmayın ki, O’nun huzuruna götürüleceksiniz.” (Enfal Suresi 24. Ayet)
“Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” (Nahl Suresi 97. Ayet)
Umulan, ümit edilen ve ummaktan doğan beklentilere ve bu yöndeki duygulara umut diyebiliriz. Umut, geleceği tahayyül etmek olarak algılanabilir. İnsanı hayata bağlayan, istikbalini çizen, hal ve hareketleri olumlu istikamette yönlendiren itici güce de umut diyebiliriz. İnsanın iç dünyasını ve inancını özgüvenle bezenmiş olarak mutlu sona kanalize eden duyguları umut olarak tarif edebiliriz. Umut tutunacak bir dal, gidilecek bir yol gibidir. Hayaller ve gerçekler aleminden beslenir. Umut, bir ziya, bir ışık, bir nurdur. Büyük bir enerjidir. Başarının anahtarıdır. Büyük büyük bir zenginliktir. Bitmek tükenmek bilmeyen bir hazinedir. Umut edilenin ana karakterinde dua vardır, tevekkül vardır, Allah’a teslimiyet vardır. Umut dua ile hemhal olmuştur. Her umulan şey aslında bir duadır. Duanın mana köklerinde yüce yaratana sığınmak vardır. Zaten bundan daha büyük ve daha güzel ne olabilir ki… İnsanın samimiyet derecesi, içtenliği, duası ve umutları bir bütünün parçaları gibidir.
İnsan hayatını karakterize eden iki önemli şey, korku ve umuttur. Beşer korkusu veya hayatın meydana getirdiği sonuçlardan doğan korkular insanı esaret altına alırsa burada ümitsiz bir vaka vardır. Yani burada insan kimliğinin tahribatı vardır. Eğer umutlar Allah korkusu ile bütünleşir ve bir bütün olarak ortaya çıkarsa burada rahmet ve bereket vardır. Esenlik ve kolaylık vardır. Her yönden sağlık, sıhhat ve selamet vardır.
Çaresizlik; ümitlerin tükenmesi, yapılacak başka bir şeyin kalmadığının hissedilmesi, müspet olan çözümlerin gerçekleşmemesi, olumlu bir çıkış yolu bulamama ve kısacası bir karamsarlık olarak anlaşılıyorsa buna ilaç olan tek şey umuttur, ümitvar olmaktır. Nerede bir çaresizlik varsa ve nerede çıkış yolları tükenmişse, umut ve hayata tutunma isteği orada adeta bir Hızır gibi yetişir. Eğer bir insan, üzüntülü ise, başarısız ise, endişeli ise, dalgınlık içerisinde ise, ilgisizlik yaşıyorsa, yalnızlık hissediyorsa, takatsiz kalmışsa, yorgunluk taşıyorsa, kendini boşlukta hissediyorsa, bir travma yaşıyorsa, yokluk yaşıyorsa, tükenmişlik ve karamsarlık iklimi içerisine girmişse ve tutunacak bir yolu kalmamışsa onu bu çıkmaz yoldan kurtaracak olan tek şey umuttur, ümitvar olmaktır. İslam’a göre hayat kutsaldır. Hayatı canlı ve diri tutan şey, iki cihanı da içerisine alacak şekilde ortaya çıkan umutlardır. Çünkü yeşeren bir umut, yeniden hayata bağlanmak için her zaman taze bir başlangıçtır.
İnsan irade göstererek ve ümitvar olarak kararlı bir duruş ile hayata bağlanırsa onun dünyadaki hayat baharı arzı endam etmeye başlar. Çünkü umut bir ağaç gibidir. Hayatın gerçekliğine kök salar. Lakin onu bir ağaç özelliğine kavuşturan bir haslet vardır. Bu haslet ise elbette ki imandır. İman, umut ağacının suyu, yeşili, yaprağı, gövdesi, dalı ve meyvesidir. İman derecesi umut ağacının güzelliğinin, veriminin, meyvesinin, gölgesinin ve faydasının bir delilidir. Çünkü iman gönüllerin şifasıdır. İman en büyük güçtür. İnsanı teskin eden, kemale erdiren, isyandan alıkoyan, karanlıktan aydınlığa çıkaran ve iki cihana da bağlayan tek şey imandır. İman insana öyle hasletler kazandırır ki en acılı hal ve ahval bile sanki hiç yaşanmamış gibi olur. En ağır gönül yaraları bile iman ile şifa bulur. İmanın olduğu yerde, ateş etki etmez, zulümler tesir etmez, ıstırap ve ağrılar hissedilmez. Yokluklar ve muhtaçlıklar yara açmaz. Tahkiki iman her şeyin üstünü örter. Gönülleri aydınlatır, ferahlatır, huzura kavuşturur. Çünkü mutlak iman yüce yaratana yarenlik demektir, yakınlık demektir, dostluk demektir. Rabbine sığınan ve kendini O’nun yanında hisseden bu imanlı gönüller en umutlu gönüllerdir. Umulur ki umutlar, yeniden yeşersin ve insanın kurtuluşuna vesile olsun…
Psikolojide yer alan ve kronikleşme karakteri taşıyan “öğrenilmiş çaresizlikler” de dahil olmak üzere hayatta her şey olasıdır, ihtimal dahilindedir. İnsan hayatı, nasip, irade ve kader ekseninde cereyan eder. Bu nedenle umutlu olmak insan mantalitesine göre her zaman mutlu sona ulaşmak demek de değildir. Daha doğrusu neyin mutlu son olup olmadığını insanın takdir edebilmesi zor görülmektedir. Çünkü her şey Allah’ın takdirindedir. Tedbirsiz olan, gevşeklik gösteren, yapılması gerekeni yapmayanlar için takdir Allah’ındır. Kulluğunu layıkı ile icra eden, çalışan, tevekkül eden, Rabbine teslim olup O’ndan kurtuluş ve hidayet bekleyenler için de takdir Allah’ındır. Her ne olursa olsun umut insanların ortak malıdır. Umut öyle bir şeydir ki her an bir değişkenlik de gösterebilir. Umut son derece nazik bir şeydir ve bu nedenle sabrederek korunmalı ve sürekliliği muhafaza edilmelidir.
“De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Zümer suresi 53. Ayet)
“Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz; lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır. Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi cezalandırma! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Üstesinden gelemeyeceğimiz şeyleri üzerimize yükleme! Bizi bağışla, ayıplarımızı ört ve bize rahmetinle muamele buyur! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın; artık inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!” (Bakara Suresi 286. Ayet)
Her ne olursa olsun bu imtihan dünyasında çaresizliğe kapılmak, yeis ve ümitsizlik içerisinde olmak büyük bir hastalık ve yanlışlıktır. Müslüman bir kimlik, çaresizliklerin büyük imtihanın bir parçası olduğunu mutlak surette bilmek zorundadır. Her çaresiz ve umutsuz olandan daha nice çaresiz ve umutsuz olanların var olabileceğini bilerek kendi haline mütemadiyen şükretmesi gerekmektedir. Hangi alanda olursa olsun umutsuzluğa kapılan bir insan için elbette ki her şeyin sonu gelmiş demek değildir. Nice şer gibi görünenden hayırlar çıkar, nice hayır gibi görünenlerden şer olanlar çıkar. Her başarının arkasında ve her zaferin arkasında tahammül vardır, sabır vardır, zorluk vardır, meşakkat vardır, sıkıntı vardır, sınırların zorlanması vardır, gayret vardır. Belki de nice gözyaşı vardır. İnsana düşen, yapması gerekenleri eksiksiz yapmasıdır. Sonuçlarla uğraşması ona asla bir şey kazandırmaz. Çünkü nasip, irade ve kader ekseninde Rabbimize teslim olmaktan ve ona sığınmaktan başka bir çaremiz yoktur.
Toplum ve millet olarak da mütemadiyen umutlu olmalıyız. Kürrei Arzda ne kadar sapkınlık, ne kadar sapıklık, ne kadar menfiyat ve ne kadar melanet olursa olsun Müslümanlar her daim ümitli olmalıdır. Batılın zail olacağına yürekten inanmalıdır. Umutsuzluğun ve çaresizliğin en büyük ilaçlarından birisi olan sabır ve tahammülü şiar edinen Müslüman toplumların eninde sonunda dünya ve ahiret için hayırlı neticelere varacağını elbette ki herkes bilmektedir. Bu nedenle şeytani güçlerden, insanlığı tehdit eden lanetli bütün şer şebekelerinden korkmamıza ve umutsuzluğa kapılmamıza gerek yoktur. Yeter ki biz zorluklara göğüs gerelim, eksiklerimizi ve zafiyetlerimizi giderelim, kendimize inanalım ve başaracağımızdan emin olalım. Oysa ki her zorlukta bir kolaylık vardır.
“Zorlukla beraber kolaylık vardır. Evet, zorlukla beraber kolaylık vardır.” (İnşirah Suresi 5-6. Ayetler)
Eğer umutsuzluk, çaresizlik ve zorluklardan sonra kolaylığı yakalayacak olursak; büyük bir başarı elde ederiz, yeniden doğmuş ve dirilmiş gibi oluruz, moralimiz düzelir, sağlık ve sıhhate kavuşuruz, kazanca, berekete ve verimliliğe ulaşırız. Varlığın ve nimetin kıymetini anlarız. Yokluğa isyan etmemeyi öğreniriz. İtibar sahibi oluruz, miskin olmaktan kurtuluruz. Kimselere muhtaç olmamanın huzurunu yaşamış oluruz. Hem dayanma gücü elde eder ve hem kimliklerimiz kemale ermiş olur. Özgüvenimiz yerine gelir. Böylece insanlığın yegane gayesi olan Allah’ın rızasına daha da yaklaşmış oluruz.
“De ki: “Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.” (Tevbe Suresi 51. Ayet)
Hem birey olarak ve hem millet olarak maziyi ve hayatımızın muayyen bir parçasını bir fetret devri gibi kabul edersek eğer, kaybolan umutlarımıza tekrar kavuşmak için yeniden filizlenerek dirilmiş gibi davranacağız ve en taze umutlarla yüce Rabbimize yöneleceğiz. Umutlar yeniden yeşerecek. Madem keder ve türevleri hayatı heder eder, o halde; ne gam, ne esaret, ne acziyet, ne bir zorluk, ne bir umutsuzluk, ne bir beşer korkusu, ne de bir çaresizlik bizi asla esir alamayacak. Allah’ın izniyle karanlığın sabahında yeniden doğmuş gibi olacağız…
Ali Dama