Yürüyen Düşünceler: Montesquieu'den Pendik'e Uzanan Felsefi Adımlar
Yürümek, yalnızca bir yerden bir yere varmak değil, düşüncenin ayaklanmasıdır. Fransız düşünür Montesquieu’nün Tokat’tan İzmir’e 35 günlük yürüyüşü, bu anlamda bir yolculuktan çok daha fazlasıdır. 1700’lerin başında Osmanlı topraklarını kat ederken, Avrupa'nın etkisiyle gelişen İzmir’i överken, Anadolu'nun geri kalan şehirlerini izbe ve durağan bulur. Bu gözlemler, onun Rusya’ya yazdığı mektuplarda yer bulur. Montesquieu yürüyerek düşünmüş, yürüyerek yazmış, yürüyerek eleştirmiştir. Ve ben, bir Pendikli gezgin olarak onunla aynı zeminde yürümüş olmaktan büyük memnuniyet duyuyorum.
Zaten düşünürlerin çoğu, yollarla haşır neşir olmuş insanlardır. Elçilerden İbrahim ve Muhammed, yalnızca mesaj taşıyan kişiler değil, aynı zamanda çağlarının en büyük düşünürleriydi. Yürümekle yoğrulmuş zihinlerin temsilcileri...
Danimarkalı Kierkegaard, adımlarında Tanrı ile konuşur; Sartre, Paris sokaklarında özgürlüğü tartar; Nietzsche, dağ patikalarında hakikatin izini sürerken, sonunda bedenini yitirir ama düşüncesini bırakmaz. Her biri adım adım düşünceye varmıştır. Ben de onların izinden yürürken, bedenimin sınırlarını zorladım; geceleri yıldızların altında, gündüzleri asfaltın sıcağında benliğimin derinlerine indim.
Pendik’ten yola çıktım, ama vardığım yer sadece Bayburt değildi. Her adımda, Montesquieu’nün, Kierkegaard’ın, Nietzsche’nin ayak seslerini duydum. Onların düşüncelerini kendi yorgun bedenimde hissettim. Yürümek, onlar için olduğu kadar benim için de felsefenin en hakiki hâlidir.
Yol, sadece bir mecaz değildir. Yol, kendini anlamanın, insanı çözmenin ve dünyanın ruhunu kavramanın kadim bir yöntemidir. Ve yürüyenler bilir ki, düşünce durağan bir zihinle değil, terleyen bir alınla doğar.